Radikal: Yargıçlar o palayı nasıl görmediniz? – Ali Topuz

“Yargıç palayı görmemiş” demek, polis palayı görmemiş demek olur. Peki polis niye görmedi palayı? Ya da gördü mü? Onun da yanıtı, palalıdan önce de ortalıkta olan sopalı adamlara ve palalıdan sonra ortaya çıkan tabancalı adamlarda.

palalisaldirgan

Sahi, pala görülmemiş olabilir mi? Dünya âlemin gördüğü, kameraların ve polislerin önünde, arasında sallanan palayı, mahkemeler görmemiş olabilir mi?

Yanıta geçmeden bir es: Tutuksuz yargılama esas. Çok az olmalı tutuklama, mahkûmiyetten az! Çünkü hürriyeti bağlamak için yargı kararı, güvenilir ve kesin olmalı, olacaksa. Palalı adamın tutuklanmayışı şu nedenle tuhaf: Herkesin herhangi bir nedenle tutuklandığı yerde, sokağa çıkıp insanların arasına yalın pala dalanın salıverilmesi, çifte standart fikrini uyandırır. Adalet duygusu, çifte standart görünce başka izahat aramaz.

Peki ne olmuş? Yargıçlar, dosyada pala filan olmadığını söylemişmiş. Yargıcın palayı nasıl görmediğini anlamak için yargıçların nasıl gördüğüne bakalım.

Gözleriyle diyeceksiniz, pek değil, gözleri bizim göz diye bildiğimiz şey değildir onların. Yargıçlar, önlerine gelen dosyadan görürler. Dosya, karar için mercek ya da alfabe gibidir. Dosyadan çıkan öyküye göre karar kesilir. Dosya da önlerine, savcının gözüyle hazırlanmış şekilde gelir. Savcı, yani devletin insanı. Yargıda görevi var ama o kadar da yargıyla ilgili değil, İçişleri’nin insanı. Savcı demek, devletin eli, kulağı, gözü, öykü anlatıcısı demek. Bu yüzden ‘cumhuriyet savcısı’ deniliyor ya. Güya, savcı cumhuriyetin, yargıç milletin, avukat da… Hay Allah, avukat pek oturmuyor bizim sistemde: Millet desek halk darılır, halk desek yurttaş alınır, yurttaş desek devletin hatırı kalır. O yüzden bizim yargı sisteminin üç ayağından bu üçüncüsü yetim, öksüz, kimsesizdir. Adliyede dövülebilir. Cezaevi kapısında soyulabilir. Müvekkiliyle görüştüğü için hapse girebilir, görüşmediği için de…

İşte savcı, hâkimin önüne dosyayı koyarken, avukat olsa bir şey görecekken, olmadığında başka bir şey görür. Görmeye mecbur kalır. Hoş, mecbur kaldığı şey, mecbur kalmak istediği şeydir genellikle, çünkü bizim yargıçlar ‘devletin’ adamı olan savcıyla yarışırlar, milletten önce devleti sever, sayar, korur, kollarlar. Neyse. Yargıcımız daha çok savcıyken, savcımız da yargıca götürdüğü dosyayla daha çok yargıçtır.

Savcı, avukatsız, müdahilsiz hazırladığı dosyayı aslında o kadar da tek başına hazırlamaz. Bir yardımcısı var: Polis. Aslında polis değil, ‘adli kolluk’ olması gerek ama bizde yok, birinci hem o hem odur. Polis, malum devletin polisi. Doğrudan İçişleri’nin personeli. Keskin bir hiyerarşi içinde. Emir-komutaya tabi. An itibariyle aldığı emirlerin ve eski emirlerin oluşturduğu kolluk kültürünün. Böyle bir sistemde savcının gördüğü, polisin gördüğünden bir milim fazla olamaz; yargıcın gördüğü de savcının gördüğünden. Adalette çifte standart yaratan bu fasit daire, yargı piramidinin ters dönmesi anlamına da gelir: En üstte yargıcın değil polisin oturduğu ters bir piramit. Bu yüzden yargıç, “Bu adam birini yaralamışsa kimi yaralamış? Neyle yaralamış?” diye sormadan salıverir getirileni.

O zaman, “Yargıç palayı görmemiş” demek, polis palayı görmemiş demek olur.

Polis niye görmedi palayı? Yoksa gördü de… Bunun da yanıtı, palalıdan önce de ortalıkta olan sopalı adamlarda ve palalıdan sonra ortaya çıkan tabancalı adamlarda. Sopalı adamlardan birinin göründüğü kareyi Yetvart Danzikyan pek güzel yazdı, Serkan Ocak’ın takibinden çıkan kareyi: Takibin başka karesinde sopalı adam, polisin sırt çantasını düzeltiyor, oradan bomba alıp polise veriyor, sağa sola küfrediyor. Sonra bir amir sopasını istediğinde, “Ben sizdenim…” formülüyle ayrı gayrı olmadığını anlatıyor. İkisi aynı şey diyor: At binenin, iş bilenin, kılıç kuşananın, pala sallayanın, sopa göstericinin kafasına indirenin… Sahi, o sopalı adam nerede? Dağa mı kaçtı? Polis, onun polis olmadığını geç mi fark ediyor, yoksa baştan mı biliyor? Her yanıt öbüründen vahim. Hepsinin ucu, ‘polis gibi davranmayan polis’ mantığına kadar gidiyor, sopalı sivillere. O tarz çalışırsa polis, sopayı alan herkes polisliğe soyunur. İkisine de göz yummak mecburiyeti doğar. Palayı da görmez, silahı da bulamaz, sopalıyı da alıp götürmeyi akıl etmez. Vatandaşın, devletten bir şey beklemeden, maaşsız destan yazma arzusunu kırmak hiç olur mu?

Ali Topuz
10 Temmuz 2013
Kaynak; radikal.com.tr