T24: ‘Türkiye Avrupa Birliği’nden değil Vladimir Putin’den ilham alıyor’

‘Medya özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü alanlarında Ankara için ilham kaynağının AB’den çok Rusya olduğu anlaşılıyor’

erdogan

Türkiye’de medyaya yönelik siyasi ve idari baskılara ilişkin sert bir eleştiri de İsveç’ten geldi. Geçen yıl ifade ve basın özgürlüklerinin durumuyla ilgili olarak Avrupa Konseyi’ne kapsamlı bir Türkiye raporu sunan İsveç Muhafazakar Partisi milletvekili  Mats Johansson, Başbakan Erdoğan’ın esas ilham kaynağının Avrupa Birliği değerleri değil, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin olduğunu savunuyor.  Aynı zamanda muhafazakâr düşünce kuruluşu Frivarld’in de başkanı olan Johansson, 20 Ağustos’ta liberal eğilimli Dagens Nyheter gazetesine yazdığı, yankı yaratan makalesinde, hem iktidardaki partisine hem de Avrupa Konseyi’ne “Türkiye’li bir Avrupa’nın geleceğini düşünüyorsak, ülkedeki gidişat üzerine daha keskin ve eleştirel mercek tutmalıyız” çağrısında bulundu.

Johansson’un makalesinin, Gezi Parkı olaylarıyla bir kez daha gündeme gelen ‘Türkiye’de basın özgürlüğü’ ile ilgili olan kısmı şöyle:

‘Erdoğan ülkeyi aynı Kemalistler gibi yönetiyor’

Geçen yıl başlarında Avrupa Konseyi için medya özgürlükleri konusunda hazırladığım bir raporda bazı konsey üyesi ülkelerdeki – özellikle Rusya ve Türkiye’deki – koşulları eleştirmiştim. Bu yaz meydana gelen bazı olaylar, eleştirilerimi herhalde daha açık bir şekilde doğrulayamazdı.

Rusya’da Dünya Atletizm Şampiyonası’nda eşcinsellere karşı nefret dalgası hızla yükseldi. Türkiye’de ise gerek Gezi Parkı protestolarında göstericilere karşı şiddet kullanılması, gerekse Ergenekon davasında verilen hükümler uluslararası alanda tepkilere yol açtı.

Recep Tayyip Erdoğan’ın yönetimindeki AK Parti ülkeyi kutuplaştırmayı başarmakla kalmadı, aynı zamanda iktidar ihtirasının artık AB üyeliği ile hiç bağdaşmaz hale geldiğini de tüm dünyaya gösterdi. Medya özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü alanlarında Ankara için ilham kaynağının AB’den çok Rusya olduğu anlaşılıyor. Bu yüzden Türkiye’nin İslam aleminin modernizasyonundaki örnek pozisyonu iyice sallantılı hale gelmiş durumda.

Buna bağlı olarak ülkenin ‘Batı’nın stratejik ortağı’ cazibesi de sönmekte.

Kötüye gidiş, evvelce Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemiş olan, ayrıca da iktidar partisi – AKP – ile aynı uluslararası platform – Avrupa Halk Partisi (EPP) – içinde bulunan bizler (İsveç Muhafazakar Partisi) için özellikle sorunlar içeriyor.

Washington merkezli düşünce kuruluşu Brookings’in yeni yayınladığı bir rapor, her iki ülkedeki yönetimlerindeki otoriterleşme arasındaki benzerliğe dikkat çekmekte. Komplo teorileri Moskova ve Ankara’nın zihin aleminde içişlerinin intizamı için siyasi araç olarak kullanılıyor: Putin tarafından sürekli olarak ABD’nin tehditlerine karşı, Erdoğan tarafından uluslararası sermayeye karşı.

Brookings uzmanları Türkiye’deki iktidar sisteminin önceleri olduğu gibi şimdi de devleti bireylere karşı korumak üzerine işlemekte olduğunu vurguluyor. Önceki Kemalistler ile aradaki tek fark, şimdi devletin AK Parti’nin elinde olması.

Siyasi hak ve özgürlüklere karşı saygısızlıklar ve ihlaller ortada; bunu son dönemde İslami kimliğini öne çıkaran Erdoğan’ın konuşmaları da yeterince açıklıyor.

Otoriterleşen ortama rağmen açık eleştiri de yok değil. Bunlar arasında bir cesur kişi, Türk medyasının müesses nizamının temel görevini ifa etmekten nasıl kaçtığına dair tanıklığını uluslararası medyada paylaşan, gazeteci Yavuz Baydar. Geçen yaz Stockholm’de düzenlenen bir seminerde de kendisi büyük medya kuruluşlarının iş menfaatlerinin gazeteciliği nasıl yönlendirdiğini bazı örneklerle anlatmıştı. Haziran ayında gerçekleşen gösterilerde, TV kanallarının olayları haberleştirmek yerine penguenler vs konularında belgeseller yayınlamaları onun bu görüşlerini alabildiğine berraklaştırdı.

Baydar, New York Times’da 19 Temmuz’da yayınlanan makalesinde ‘hükümetler ve medya şirketleri arasında kurulmuş kirli ittifakların ve kapalı kapılar arkasındaki el sıkışmaların, gazetecilerin kamu adına gözetim rolünü nasıl tahrip ettiğini, yolsuzluk ve görev suiistimallerinin araştırılması ve haber yapılmasını nasıl engellediğini’ yazmıştı. Bunları güncel bazı inşaat projelerinden örneklerle de şöyle destekledi (ama ifşa ettiği gerçekler onun işinden olmasına yol açacaktı):

“‘Bu çıkar çatışmaları Türkiye’deki büyük haber kuruluşlarının yazı işlerini birer tür “açık hava cezaevine” çevirdi.. Bugün Türkiye’de ekonomik yolsuzluklarla ilgili neredeyse hiçbir haber yapılamıyor. mesleğimiz bilerek yazı işlerinin bağımsızlığını yok eden, kuşkularını veya eleştirilerini dile getiren gazetecileri işten atan, araştırmacı gazeteciliği engelleyen, her gün otosansür uygulayan medya sahipleri tarafından öldürülmekte.”

Baydar bunun ardından, dokuz yıla yakın ombudsman olarak görev yaptığı Sabah’ta işten çıkartıldı, ve Erdoğan’ın sert açıklamaları ardından işini kaybedenler arasına katıldı.

Türkiye’deki olumsuz değişiklikleri gösteren bu gelişmeler Avrupa Konseyi’nin gerek bakanlar komitesi gerekse parlamenterler asamblesi düzeyinde ülkeyi daha sıkı denetlemesi için yeterli gerekçeyi oluşturmakta. Eğer bazı büyük AB ülkeleri siyaset ve güvenlik nedeniyle başka tarafa bakacak olursa, andığım kanallarda İsveç ve diğer İskandinav ülkeleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin savunucuları olarak öncülük üstlenebilirler.

Büyük iş adamları, medya, üniversiteler, mahkemeler, ordu ve muhalefet. Erdoğan aynen Putin gibi, iktidar oyununun muhtelif kutuplarına el atıp onları yönetimi altına toplama gayreti içerisinde. Şimdi de yine aynen Putin ve Medvedev örneğinde olduğu gibi 2014’te Gül’ün yerine tam yetkilerle geçmeyi planlıyor. Gelecek güç ölçümlerinde pek çok olgu hedefte: Mart ayı yere seçimleri, Ağustos’ta başkanlık seçimi ve 2015’te genel seçimler.

Kutuplaşma Erdoğan’a destek mi köstek mi olacak? Bu soru sadece Türkiye’nin değil tüm Avrupa’nın geleceğini ilgilendiriyor.

21 Ağustos 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; t24.com.tr