T24: Düşünün bir savaş var ve kimse gitmiyor! – Mehmet Tarhan

‘Vicdani red savaşan tarafların insan kaynağı olmamak adına tek başına bile çok kıymetli ancak hem ülkedeki hem de bölgedeki barışın sağlanması için yeterli bir tavır olmaktan uzak’

nowar

1990’da Irak Kuveyt’i işgal ettiğinde henüz küçük bir çocuktum. Ocak 2011 öncesinde babamın çok sevdiği sevimli tombul adam 1 koyup 3 almaktan bahsederken, biz de İskenderun’daki evimizde bir yandan limana gelen savaş gemilerini, inip kalkan nakliye helikopterlerini seyrediyor bir yandan da evin banyosunun pencerelerini naylon poşetlerle izole etmeye çalışıyorduk. Kimyasal silah deniyordu, biyolojik silah deniyordu, bir de Halepçe’den fotoğrafları görmüştük. İskenderun’u terk edenler yüzünden sınıfın mevcudu düşmüştü ama hem biraz asosyal bir çocuk olduğumdan tenhalık iyi gelmişti hem de tanrılarım olan öğretmenlerin bana daha çok vakit ayıracağını düşünmüştüm. Sonra oturup TV’den savaşı seyretmeye başlamıştık. Yeşile çalan sarı ışıklar uçuşuyordu ekranda ve biz banyoda değil evin salonundaydık. “Keza” kelimesini sormuştum ablama, o da bilmiyordu ama belki de o seyirden bana kalan en görünür şeydi “keza”. Mahalledeki arkadaşlarımın babası orada olmasa bilmezdim Kuveyt’i, bir de harita merakım olmasa. Kuveyt bir masal ülkesiydi bana kalırsa, güzel hediyeler getirilen. Babam içinse Saddam’ın bizim başımıza bela olmasını önleyen yerdi. Verilmiş sadakamız vardı, yoksa Saddam bize saldıracaktı. Tamam işte tarafımız belliydi, masal ülkesini kurtaracak kahramanların sarı-yeşil ışıkları zaten onları Jedi yapmıyor muydu? Ocak ayında portakal olması iyiydi ama keşke evde yenidünya da olsaydı.

Yıllar geçtikçe savaş denilen şeyin yenidünyayla bile iyi gitmediğini, televizyonu kapatınca bitmediğini öğrendim. Babamın kürtçe öğrenmemi neden istemediğini, aksanımı niye bu kadar dert ettiğini de öğrendim. Ama taraf hep ikiydi, biri değilsek öbürü olmalıydık. İki buçuk yıldır Suriye’de olan bitene bakınca ikiden fazla taraf olması oldukça kafa karıştırıcı görünüyor. Esad kötü, ÖSO iyi ama bazı ÖSO’lar kötü, bazı ÖSO’lar iyi. Tabii kürtler yok, bazı iyi kürtler var, bazı kötü kürtlere karşı savaşan bazı kötü ÖSO’lar var ama aslında onlar da iyi olabilir. Yüzbinlerce insan öldü/ölüyor, milyonlarca insan yerinden yurdundan edildi/ediliyor ne gam? Şu şemayı çizebilsek de kimin tarafında olacağımızı bilsek. Keşke hükümet kadar emin olabilsek. Ya da bir strateji oyunu, uluslararası ilişkiler uzmanıcılık oynamaya devam edebilsek, savlarımızı güçlendirebilecek fotoğrafları, videoları gösterip “barış çığırtkanlarının sefaleti”ni faş edebilsek. Kangrenli organı kesen tıbbi metaforlarla milyonlarca insanı kangren yerine koyabilsek, bıçak bulunur nasıl olsa.

11 eylül sonrasında Afganistan işgali öncesinde ya bizdensiniz ya terörist diyordu küçük Bush ama Irak işgalinde bozulmaya başlamıştı saflaşma. Fakat en azından bizim ülkemizdeki savaş karşıtı hareket sadece Türkiye’nin Irak işgaline katılmamasıyla yetinmişti. Oysa işgal oldu ve Irak’taki halklar hala katlediliyor. Bizim Irak’ta barışı dilemek dışında bir önerimiz var mı? Şiddetten sorumlu iktidar odakları yerine Iraklılarla kurduğumuz bir ilişki var mı? Sanırım Suriye için de aynı soruları sormak mümkün. Suriye’de bir müdahale olsa da olmasa da, işgal edilse de edilmese de insanların katledilmeye devam edeceği neredeyse herkesin kabulü. Peki bir insan olarak olasılıkları matematiğe vurmak, binlerce insanın ölümünü makul bir bedel olarak görmek mümkün mü?

Ellerin temiz kalması önemli elbet, onca dökülen kanı elinde görmek istememek meşru. Fakat barışı savunmak hiçbir şeye dokunmadan mümkün mü? Katilleri lanetlemekle mümkün mü? Barış’ı insanın çizdiği sınır çizgilerine hapsedip dikenli telin öbür tarafındaki kardeşine arkanı dönmek mümkün mü? Antimilitarizm de savaş karşıtlığı da “yapma” demenin ötesinde bir sorumluluk yüklüyor: Barışçı bir siyaset hattı oluşturup mücadele etmek.

Savaştan kaçan insanlara mülteci statüsü bile vermeyen, kamplarını askeri hedeflere dönüştüren, Genel Kurmay Başkanlığı koltuğunda Kürdistan’da “Kimyasal Necdet” denilen bir generalin oturduğu bir devletin Suriye’ye saldırıya katılmaması bizim için yeterli olmamalı. Saldırıyı engellemek kadar var olan durumda savaşın kurbanlarıyla nasıl dayanaşacağımızı tartışmak zorundayız. Sanırım en önemlisi bu siyaseti oluştururken diplomatik düşünceden kaçınmak. Devletler gibi konuşmaya başladığımızda devletleşiriz, insan önemini kaybeder ve aslında öyle ya da böyle savaşın tarafı olmuş oluruz.

Vicdani red savaşan tarafların insan kaynağı olmamak adına tek başına bile çok kıymetli ancak hem ülkedeki hem de bölgedeki barışın sağlanması için yeterli bir tavır olmaktan uzak. Savaşmayı reddedenleri sınır gözetmeksizin birleşmesi ve dayanışması elzem.

Düşünün bir savaş var ve kimse gitmiyor! Ve savaşmayı reddedenler barışı kuruyor.

Mehmet Tarhan
30 Ağustos 2013
Kaynak; t24.com.tr