Bianet: “Sosyal medya yokken de toplumsal hareketler vardı”

Taksim Dayanışması Üyesi Cem Tüzün “Kentin meydanlarını halkın kendilerini toplu olarak ifade etmelerine kapattığınız zaman orası meydan olmaktan çıkar, bir arsa haline gelir” diyor.

arel-rop1

İstanbul Arel Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencileri, Medya ve İletişim Sistemleri Bölümü 1. sınıf öğrencileri, haber toplama ve yazma dersinin final projesi için söyleşiler yaptı. Gezi Parkı’nda son polis saldırısı yaşanmadan önce, parkta henüz direnişçiler varken, Taksim Dayanışması’ndan Cem Tüzün’le yapılan söyleşi onlardan biri.

Gezi Parkı Direnişi ve gelişen olayları Taksim Dayanışması Üyesi Cem Tüzün ile bir araya geldiğimiz Makine Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nde değerlendirdik. Taksim’deki yayalaştırma projesi kapsamında 27 Mayıs’ta ağaçlar kesilmeye başlandı. Polisin şiddetli müdahalesi ve Başbakan’ın projeyi uygulayacağız açıklamasıyla başlayan eylemler tüm yurda yayıldı. 21 gün süren Gezi Parkı direnişini Taksim Dayanışması Üyesi ve Semt Dernekleri Sözcüsü Cem Tüzün ile konuştuk. Endüstri Mühendisi olan Tüzün, Başbakan’la görüşen heyette de yer almıştı.

Gezi Parkı’yla ilgili hükümetten ilk önce AVM, Topçu Kışlası sonra da Kent Müzesi yapılacak açıklaması geldi. Gezi Parkı’nda asıl yapılmak istenen neydi? Siz neden bu projeye karşı çıkıyorsunuz?

Gezi Parkı’nda yapılmak istenen her şeyden önce bir inşaat projesi. Biz her şeyden önce oraya bina yapılmasına karşı çıkıyoruz. Orası 70 yılı aşkın bir süredir park olarak kullanılıyor ve İstanbul’un morfolojisi buna göre oluşmuş ve buna göre şekil almış, İstanbulluların yaşamında park olarak yerini almış. Buranın kesinlikle park olarak korunması lazım, üstüne üstlük İstanbul’un artık bir metrekare olsun daha fazla betona tahammülü kalmadı. Burası park olsun ya da olmasın İstanbul’un kesinlikle çocuklarımıza daha fazla parklara ve yeşil alanlara ihtiyacı var. Hal böyleyken mevcut bir parkı bozup yerine zombi gibi tarihte kalmış bir binayı hortlatmanın bir anlamı yok.

Kitap okuma eylemi olarak devam eden protestolar nasıl yaralanmalara ve ölümlerin olduğu bir hale geldi ?

İktidarın demokrasi ve hukuk dışı kodlamaları son derece hırçın ve şiddet boyutunda, demokrasinin olmadığı yerde insanların yaşama haklarının gündelik yaşamlarında olağan olarak yaptıkları işleri görmezden geliyor. Bu parkta nefes almaya gelenlere ve kitap okuyanlara karşı da tuhaf bir saldırganlık söz konusu.

İlk günlerde medyanın bir kısmı hiç haber yapmazken bir kısım medya da olayları protestocuların polise saldırısı olarak yayınladı. Peki gerçekte yaşanan olaylar bu şekilde mi?

Hükümet kanadından ve onların yöneticileri tarafından gelen talimatlar üzerine polisin sergilediği saldırgan tavır zaman zaman insanlarda öfke de yarattı. Öfkenin etkisiyle oluşan meşru müdafaa sınırları içerisinde ve öfkenin tezahürü olarak şiddete başvurmuş insanlar olabilir. Bunlar yaşanmaması gereken durumlar, ama polisin ölçüsüzce, kanun dışı şiddeti toplumda şiddeti çağrıştırmıştır. Bu saatten sonra o niye taş attı, cam niye kırıldı tartışmasını araştırmak çok da gerekli değil; öncelikle bu şiddete neden olan devlet uygulamalarını ve koşulları ortadan kaldırmak gerekmektedir.

Sosyal medyanın geleneksel medyanın sansürünü etkisiz kılmadaki rolü hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yaratıcı ve çeşitli yöntemler izleniyor. Egemenlerin gerek medyayı gerek sermaye olanaklarını gerek devlet olanaklarını kullanarak kendilerine muhalif olanları bastırma çabalarına karşı eldeki olanaklarla yaratıcı bir şeyler yapılmaya çalışılıyor. İnsanlar her türlü olanakları kullanarak tepkilerini dile getirmeye çalışıyorlar. Bu yalnız sosyal medya değil, iletişim teknolojilerinin sağladığı olanaklardan bir tanesi bu. Her türlü olanakları kullanarak kendilerini ifade etmeye, tepkilerini dile getirmeye çalışıyorlar. Bu, bugün sizin sosyal medya dediğiniz internet ortamındaki yazılımlarla yapılıyor, öbür tarafta birisi hiç teknoloji kullanmadan sadece iki ayağını kullanarak orada duruyor. Gandi Hindistan’da bunu yaptığından orada internet, Twitter yoktu. Ama orada bir halk hareketine dönüştürmeyi başarmıştı, İngiliz emperyalizminin baskıcı tutumuna karşı. Yapılan yürüyüş, oturma eylemi kendini ifade edecek kanallar buluyordu, bugünün teknolojik olanaklarında da bu şekilde kanallar buluyor.

Bu eylemlerde taraftar gruplarından kadın derneklerine, işçi sendikalarından siyasi partilere kadar birçok kesim bir araya geldi. Bu eylemler neden bu kadar birleştirici oldu?

Taksim Gezi Parkı’nda, parkın 747 metrekarelik alanının yol katmak için yapılan tecavüzün ya da oradaki 3 tanesi iri gövdeli toplam 23 tane ağacın yok edilmesi üzerinden aslında Türkiye’de insanlar göz göre göre yapılan bu haksızlık üzerinden, hukuku ve demokrasiyi tartışmaya başladılar. Dolayısıyla hukuka ve demokrasiye aykırı yapılan her tür eylemlilik Taksim’deki direniş üzerinden kendini ifade etme olanağı buldu. Çünkü Taksim’de son derece meşru bir savunma vardı. Taksim’de ağaç üzerinden, parkın küçük bir bölümü üzerinden hukuk ve demokrasi savunuldu. Geniş halk kitleleri tarafından kabul gördükçe, hukuksuzluktan demokrasi dışı uygulamalardan mağdurum diyen herkes kendini Taksim üzerinden ifade etmeye çalıştı. Bu şekilde milyonlara ulaşan bir eylemlilik oldu.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’la yaptığınız görüşmelerde taleplerinizi ilettiniz. Talepleriniz karşısında hükümetin tavrı nasıldı?

Önce duymazdan geldiler. Ama daha sonra perşembeyi cumaya bağlayan gece, saat 01.00′e kadar süren görüşmelerde bizim ilettiğimiz dört tane saptamamız vardı. Gezi Parkı’nın park olarak kalması, bunu savunan yurttaşlara karşı uygulanan yasadışı şiddetin talimatını veren sorumlularla ilgili soruşturma açılması ve bunların görevden alınması, meşru haklarını savunan ve gözaltına alınan yurttaşlarımızın soruşturmalara tabi tutulmaması ve serbest bırakılması ve diğeri de kentin meydanları otoyol kavşağı değildir, öyle karpuz tarlası da değildir. Kent meydanları o kentte yaşayanların bir araya gelip, buluştukları, sevinçlerini dile getirdikleri, tepkilerini dile getirdikleri alanlardır. Kentin meydanlarını halka kapatarak, halkın kendilerini toplu olarak ifade etmelerine kapattığınız zaman orası meydan olmaktan çıkar, bir arsa haline gelir. Dördüncü olarak da kentin tüm meydanlarının anayasal hak olan toplantı ve gösteri yürüyüşü yapabilmesi ve düşüncelerini toplu olarak ifade edebilmesi, düşünce özgürlüğü bağlamında kullanması önündeki engellerin kaldırılması.

Arınç’la yaptığımız görüşmede bunları ilettik ve dinledi bunları. Daha sonra yaptığı bir konuşmada bunların kabul edilemez talepler olduğunu söyledi. Başbakanla yaptığımız son görüşmede bu isteklerin, demokrasi kapsamındaki bu saptamaların içine kısmen de olsa girdiklerini gördük. Taksim Meydanı ile ilgili yargı kararlarına uyacaklarını söylediler. Sanki yargı kararlarına uymamak gibi seçeneği olabilirmiş gibi. Biz de zaten bunu istiyorduk, hukuk çerçevesine girin diyorduk. Şimdilik Topçu Kışlası projesinden vazgeçtiler, askıya aldılar projeyi. Öte yandan sorumluların hakkında soruşturma açılması konusu vardı. Soruşturmalar açıldı. Bu konuda açılan soruşturmalara kattı sağlamak konusunda katkı sağlamak adına bizde polis şiddeti ile ilgili bir takım belgeler sunduk. Kamuoyunu hukuka sahip çıktıkça, bunun paydaşları arttıkça adalet yerini bulacaktır.

Abdullah Gül ve Arınç’ın ılımlı açıklamalarına rağmen Başbakan’ın sert üslup kullanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kısmen iyi polis kötü polis oynuyorlar. Ama bizce kısmen de Başbakan’ın bir davranış modeli var ve bu sağlıksız bir model. Konunun uzmanlarının değerlendirmesi gereken bir model, kendi partisinden bununla ilgili çeşitli yakınmalar var, ama bu benim vatandaş olarak uzmanlık alanıma girmiyor, konunun uzmanları var.

Başbakan’ın yaptığı ilk açıklamalarda Gezi Parkı’nı yıkmakta kararlı olduğu görünüyor. Yapılan görüşmelerden sonra ise yargının kararını bekleyeceklerini ifade etti. Sizce Başbakan’ın kararında değişiklik olması hakkında ne düşünüyorsunuz?

Burada kesinlikle kamuoyunun oluşturduğu tepki, kamuoyunun oluşturduğu baskı gücü, medyanın kamuoyu baskısını görmezden gelememesi, uluslararası toplumunda Türkiye’de ne olduğunu dair ilgisini yoğunlaştırması herhalde bu değişikliklere yol açmıştır.

İçişleri Bakanı gerekirse askerden destek isteriz dedi. Peki darbe karşıtı hükümetin böyle bir açıklama yapmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tuhaf buluyorum tabii ki, burada ileri demokrasi uygulamalarından bahseden iktidarın bir yandan orduyu göreve çağırması, bir yandan yasal olarak resmen ilan edilmemiş olağanüstü hal koşullarını, sıkıyönetim koşullarını ülkede uygulamaya başlaması ülke demokrasi seviyesinin bu iktidar sayesinde ne hale getirildiğinin göstergesidir.

Son olarak Başbakan sert üslup kullanmaya devam etti ve polis müdahalesi başladı. Siz bu olaylar karşısında faaliyetlerinizi ne şekilde devam ettireceksiniz?

Hukuk ve demokrasi çerçevesinde devam ettireceğiz. (OA/ÇT)

Ozan Akgün
6 Temmuz 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; bianet.org