Radikal: Sokak Facebooklaşınca – Barış Acar

Yaygın eleştiri Facebook’un sokaklaşması, insanların bilgisayar başında edilgen bir konumda bulunmalarına karşın sokaktaymış gibi hissetmelerine yönelikti. En kanlı canlı anımızda bile monitörün soğuk mavi ışığı altında yapayalnız değil miydik?

Gezi direnişinde

Kuşkusuz sıfırlı yıllara damgasını Facebook vurdu. Hem de 2004’te kurulmuş olmasına karşın. Yetmedi. Facebook markasında somutlaşan sosyal medya yaşantısı 10’lu yılları da belirleyen olgu oldu. Başta gençler, daha sonra yetişkinler ve derken sonunda mart ayı istatistiklerine göre 1,11 milyar Facebook kullanıcısı ve günde 340 milyon tweet’iyle büyük kitleleri barındırır hale geldi.

Başlangıçta solcular Facebook’a karşı çekingendiler. Kişisel bilgilerini böyle alenen paylaşmak hoşlarına gitmemişti. Facebook’u bir “flirting” sitesi olduğunu düşünüyorlardı. Gerçekten bir parça öyleydi de ve hâlâ öyle. Ancak bu yolla örgütlenilebileceğini fark ettikten sonra bile solcular Facebook’a karşı mesafelerini korudular. Bunda sanki biraz da idealde olmak istedikleri kişiyle / örgütle mevcut durumda oldukları kişi / örgüt arasındaki oransızlığın apaçık görülebilir olmasının yarattığı sıkıntı vardı.

Buna karşın 10’lu yıllarla birlikte solcular Facebook’a gecikmiş bir giriş yaptılar. Keza bir yandan Arap Baharı başlamıştı. Tunus, Mısır ve Libya’da ardı ardına gelen devrimler neredeyse öncelikle bir sosyal medya hareketi biçiminde gelişmeye başlamıştı. Sosyal medya gündelik yaşantının en önemli unsurlarından biri haline gelmişti. Artık konserler burada tanıtılıyor, galeriler duyurularını burada yapıyor ve insanlar her türlü etkinlik ve çağrılarını burada organize ediyordu.

Dolayısıyla yavaş yavaş partiler kendi Facebook sayfalarını hazırladılar. Eylemler, etkinlikler ve duyurular bildirilerden çıkıp bu kanala akmaya başladılar. Yine de eleştirel duruş hep cepteydi. Bu iş öyle Facebook girdileriyle, bilgisayar başında bir araya gelmekle falan olacak iş değildi. Sokağa çıkmak gerekiyordu.

Arap Baharı üzerine bu yüzden çok çelişik konumlanmalar ortaya çıktı. Çoğu da temkinliliği elden bırakmak niyetinde değildi.

Yaygın eleştiri Facebook’un sokaklaşması, insanların bilgisayar başında edilgen bir konumda bulunmalarına karşın kendilerini sokaktaymış gibi hissetmelerine yönelikti. İşte bu sistemin oyunu değil de neydi? En kanlı canlı hissettiğimiz anda bile monitörün soğuk mavi ışığı altında yapayalnız değil miydik?

Oysa Gezi direnişi ile birlikte iş değişti.

Bahar bize gelmişti. Sosyal medyada aynı anda tepkisini dile getiren binlerce insan bir anda sokaklara dökülmüştü. Hiçbir bildirinin, hiçbir afişin yapamadığı etkiyi sosyal medya gerçekleştirmişti.

Facebook’un sokaklaştığını sananlar, insanların sanal bir hapishaneye mahkûm edildiğini düşünenler bir kez daha yanılıyordu. Keza insanlar şu anda, canlı yayınlarda sokaktaydılar ve Facebook’ta bir gönderiyi “like” eder gibi kendilerine imaj seçiyorlardı. Duvarlarında bir şey paylaşır gibi graffitiler çiziyor, duvar yazısı yazıyorlardı. Goodreads’te okudukları kitabı kitap paylaşır gibi kütüphane kuruyorlardı. İsteyen beğendiği bir imgeyi kopyalayıp-yapıştırır gibi çoğaltıyor ve yeni imgeler oluşturuyordu. Çok tutan bir ritim bir barikattan bir başka barikata taşınıyor; bir eylemcinin performansı farklı kılıklarda ve bambaşka görüşten insanlarca sahiplenilerek yeniden icra ediliyordu. Anonimlik hızla özgünlüğün yerini alıyordu ve bütün modernist geleneği altüst eder biçimde bunu özgürlük adına yapabiliyordu.

Facebook sokaklaşmamıştı, sokak gitgide Facebook’a benziyordu.

İnsanlar arasında kimliklerle oluşturulmuş duvarlar, kimlik söylencesinin çözülmesiyle absürt bir eğlence duvarına dönüşmüştü. Kurmaca kimlikler kimliğin bizatihi kendisinin kurmaca olduğunun altını çiziyordu. Gündelikliğin kutsandığı sosyal medya bu yüzden yaşanan tepkiyi en iyi bir araya getiren araç oluyordu. “Söz”ü ve imajı herkese karşı aynı anda ve aynı mesafede tutuyordu. Dolayısıyla gündelik hayata (onun sözde ve imajda vücut buluşuna) müdahale edenler o duvarda Saruman ve ordusuyla özdeşleşebiliyor ve her kesimden insan tarafından aynı tepkiyi görüyordu.

Duran Adam belki de bu yüzden en güzel ayrıştırıcılardan biri olarak işlev gördü. Kemalistler onun Ata’ya saygı duruşunda bulunduğunu sandılar, solcular Duran Adam “eylemleri” organize etmeye çalıştılar, iktidar yanlıları için ise zaten hepsi tezgâhtan ibaretti (Duran Adam’ın türban eylemine desteğini bile sindirmeye çalıştılar). Bütün bu ayrılıklara karşın Facebooklaşan sokak Duran Adam’ı en iyi yorumlayan yer oldu. Kimi onu “Okuyan Adam”a çevirdi, kimi “Yatan Adam” yaptı, kimiyse “Duran Kadın”ı, “Duran İnsan”ı önerdi. Tek tip kıyafetle Duran Adama Karşı Duran Adamlar organize edilmeye çalışıldığında da cevap gecikmedi: Duran Adama Karşı Duran Adamlara Duran Adamlar.

Kırılan temsiliyet zincirinde imajı herkes kendi dilinde yeniden üretebiliyordu. Bununla da kalmıyor o imaj ansızın sokakta önümüzde dikilmeye başlıyor; kolektif bellek olarak “biz”i yeni bir biçimde üreterek aramızda dolanıyordu. Bu yüzden Gezi direnişi sanatçısı olmayan bir sanat eylemi gibiydi. Bu yüzden o her türlü çalma girişimini ustaca safdışı edebildi. Bu yüzden dezenformasyon orada etkili olamadı. Bu yüzden “Genel Grev” bile onun üzerinde hiçbir etki bırakmadı. Sırf bu yüzden “Siz hâlâ anlamadınız mı”cılara karşı direniş hâlâ anlaşılmayı bekliyor.

Barış Acar
24 Haziran 2013
Kaynak; radikal.com.tr