Gazeteciler Online: Sivilim, itaatsizim

Dün sabah gazetecilik mesleğimin şaşırtıcı söyleşilerinden birini yaptım.
Cumhuriyet tarihimizin en yaygın sivil itaatsizlik direnişinin eylemcileriyle konuştum.

geziparki

Saat sekiz gibi gazete ve ekmek almak üzere dışarıya çıktım. Tunalı Hilmi, yeni ama yorgun yüzüyle Tomalı Hilmi, geçen Cuma’dan bu yana özellikle geceleri festival alanına döndüğünden, temizlik işçileri sabahları daha yoğun biçimde çalışıyorlardı. Onların arasından yürüyerek karşıya geçtim. Geçer geçmez de önceki gün toplanan çadırların yeniden kurulduğunu gördüm. O an ne gazete kaldı aklımda, ne de ekmek. Ağaçlara gerilerek asılmış büyük bez afişler 10 günden bu yana yaşananları özetler gibiydi.

“Yeryüzün çocukları kimsenin askeri değildir. Direniş-ODTÜ”

“30 yıldır Diyarbakır’ı da bu medyadan izledik.”

Parkın girişindeki Tunalı Hilmi Bey’in heykelinin çevresine, direniş sırasında ölen gençlerin fotoğrafları asılmıştı.

Az ilerde, soldaki bir ağacın dallarına sallandırılmış iplerde kağıtlara, peçetelere yazılmış notlar vardı.

O küçücük alanda yan yana kurulmuş rengârenk çadırların bulunduğu yöne doğru ilerledim. Kuğulu’nun davetsiz misafirleri eylemin 13. gününe hazırlanıyorlardı. Çadırsızlar, yerlere serilmiş brandaların üzerinde balık istifi gibi yan yanaydılar. Ağzı açık uyuyanlardan birisinin dudaklarının kenarına arkadaşları sigara yerleştirmişti. Tunalı’nın başındaki pastahane iki torba dolusu börek ve poğaça yollamıştı. Sonra bir restorandan çorba geldi. Parkın iki ucuna kurulmuş ocaklarda çay dağıtıyorlardı.

Önce yerleri süpürenlere yanaştım. Kendimi tanıttım, söyleşi yapmak istediğimi belirttim. Öndeki, parka dün geldiğini, Kuğulu’da başından bu yana kalanlarla konuşmamın daha doğru olacağını söyledi. Çay ocaklarına doğru yaklaştım. İlk yakaladığıma önerimi sundum. Önce kuşkulandı. Kimdim, neyin nesiydim? Hangi gazete, hangi televizyon? Neyse sonunda derdimi anlattım. “Gelin hocam, şurada oturalım” dedi üzerinde battaniye bulunan bankı göstererek. Gece yağmur yağdığı için kenara doğru çektiğimiz battaniye su içindeydi.

Adı Yusuf’tu gencin. Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde okuyordu. Gerçekten şaşırdım. Direnişin ilk konuğu AKP’li çıktı.

“Ben liberalim,” diye söze başladı Yusuf:

“Son seçimlerde AKP’ye oy verdim, referandumda evet oyu kullananlardanım. Erdoğan’ın iyi bir lider olduğunu düşünüyordum. Bu düşüncemi uzun süre korudum. Ne zaman ki tek adam olmaya başladı, parti içinde diktatoryasını ilân etti, umudum kalmadı. Putin bile onu, halkını dinlemesi için uyardı. Çok utandım. Baksanıza Fas’a gittiğinde konuşması gereken Bakanlar, Arınç’ın dışında korkudan sustular. Bu arada belki dedim, belki yumuşar, özür diler. Özür dileseydi, ben bugün burada olmayabilirdim. Bırakın özür dilemeyi, ‘Çapulcu’ dedi, aşağıladı. Bakın direnişte çok farklı inaçlardan, farklı kesimlerden insanlar var. Futbol taraftarları, sosyalistler, liberaller, Kemalistler, gayrimüslimler. Örneğin ben, inançlıyım ama Müslüman değilim. Yalnızca Tanrı’ya inanırım. LBGT üyesiyim, eşcinsellerin ve seks işçilerinin yanındayım. Onları dışlayan tavırlara tepkiliyim. AKP’nin özgürlük anlayışını yalnızca başörtüsüne endekslemesini doğru bulmuyorum. Bu hareketin nereye ulaşacağını, nasıl sonuçlanacağını her gün sabahlara kadar tartışıyoruz. İnanır mısınız, kimsenin bir şey bildiği yok. Siyasi bir birikim, yaklaşım, analiz, çözüm önerileri umuyorsanız yanılırsınız. Gece yarısından sonra ülkücüler buraya destek olmaya geliyorlar. Attıkları slogan ne, biliyor musunuz: Kahrolsun Faşizm.”

Yusuf’a eylemlerin sonunda hangi noktaya ulaşmak istediğini sorduğumda, Erdoğan’ın istifa etmesi halinde bunun kendisi açısından yeterli olacağını belirtti. Peki konuşabileceğim başka birisini çağırabilir miydi? Fazla beklentiye girmemem konusunda uyardı ve gitti. Biraz sonra döndü. Yanındaki Uludağ Üniversitesi’nde Veterinerlik Fakültesi’nde okuyordu, adı Berk’ti. Yüzü hafif solgundu, sesi de.

“Okulum Bursa’da ama kalp rahatsızlığım nedeniyle Ankara’da ailemin yanındayım, tedavi görüyorum. Erdoğan’ın baskıcı tavırlarını kabul etmiyorum. Bu direnişle beraber onun da değişebileceğini umuyorum, bekliyorum. En azından bundan sonra konuşurken iki defa düşünür. Hiçbir siyasi partinin taraftarı değilim. Bir dönem CHP gençlik kollarında çalıştım. Tam hayal kırıklığıydı. Kılıçdaroğlu’ndan umudumu kesince partiden ayrıldım. Şimdi bağımsızım.”

Biz konuşurken elinde bira kutusuyla Burak adında bir genç daha geldi yanımıza. Karşımıza, yere çöktü. Hemen söze girdi:

“Asıl söylenmesi gereken şeyler konuşulmuyor. Ben okuyamadım, şimdi çok kötü koşullarda çalışıyorum. Asgari ücretin en az 1.200 lira olmasını istiyorum. Adamlar emeklilik yaşını 65’e çıkardılar. Bu Türkiye koşullarında halkla alay etmektir. Direnişe katılan kitlenin çevreye, esnafın mallarına zarar vermesini yanlış buluyorum. Biz de şiddet istemiyoruz. Ama polisin tavrı son derece katı ve acımasızca.”

O sırada yanımdaki Berk’i birisi çağırdı. Ondan boşalan yere Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okuyan Arman geçti. “Üç günden bu yana uykusuzum hocam” diye başladı sözlerine.

“Ne devrimciyim, ne de reformist, ben öfkeliyim, sadece öfkeliyim. Erdoğan’a inat, çapulcu olmadığımı göstermek için buradayım. Hiçbir siyasi partinin destekçisi değilim. Kendimi aşağılanmış hissettiğim için direnişe destek veriyorum. Astım hastası sevgilim ve bu işlerle hayatı boyunca hiç ilgilenmemiş olan ablam bile Kızılay’daki eylemlere benle beraber katıldılar, biber gazı yediler. Polisin tutumu son derece sert. Açıkçası korkuyorum. Kızılay’daki çatışmalarda ön saflarda yer alan ODTÜ öğrencilerine hayranım. Onların cesareti, direnişi hepimiz için çok önemli. Kızılay’daki polis saldırısında köşeye sıkıştırıldım. Beni kurtaranlar ODTÜ grubu oldu. Bu aramızdaki dayanışmanın bir yansıması. Onlar polise karşı mücadele verirlerken biz arka safta, yaralananlara yardımcı oluyoruz, revire dönüştürdüğümüz yerlere taşıyoruz. Yani herkes elinden geleni yapıyor. Çok farklı dünya görüşlerinden insanlar bu eylemlerde bir araya geldiler. Atatürk’ün yapamadığını Erdoğan yaptı, birleştirdi bizi. Örneğin Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyenlerle asla aynı görüşte değilim. Asker falan değilim ben. Yeryüzünün çocukları hiç kimsenin askeri değildir.”

Yusuf, Berk, Burak, Arman derken söyleşiye katılan son kişi Koray’dı. ODTÜ’den atılmıştı, işsizdi. En öfkelileri de oydu.

“Biliyor musunuz, Kürtlere yapılanların ne anlama geldiğini burada, 10 gün içersinde daha iyi anladım. Kürt siyasetiyle hiç ilgilenmedim ama polisin yaptıklarından sonra şöyle düşündüm: Eğer biz 10 günde bu yapılanlardan bıktıysak, ya Güneydoğudakiler? Biliyor musunuz, polisler Kuğulu’ya TOMA’larla girdiklerinde beni de Kürt kardeşlerim kurtardılar. Ezilecektim neredeyse. Diğer arkadaşlarım gibi hiçbir siyasi partinin destekçisi değilim. Burada farklı görüşlerden insanlarla beraber olmanın heyecanını yaşıyorum. Bana kimse bir şey yakıştırmaya kalkmasın, ben halkım. Halkım için buradayım. Polis çok acımasız. Ama bu acımasızlık hepimizi 3 günde yeraltı savaşçısı yaptı.”

Kuğulu’daki çadırlarda direnişlerini sürdüren eylemcilerin öne çıkan ortak noktalarını vurgulamakta fayda var.

Özgürlüğüne bu kadar düşkün bir topluluk görmedim. Özgürlük beklentisi genç olmanın, ondan kaynaklanan heyecanın doğal bir sonucu gibi algılansa da, Erdoğan’ın kullandığı dilin gençleri olumsuz yönde etkilediği çok açık.

Tarihimizin bu en kapsamlı, en sert sivil itaatsizlik eylemini gerçekleştirenlerden uzun siyasi analizler, öneriler, çözümler bekleyenler boşuna umutlanmasınlar. Gençlerin böyle yaklaşımları yok. Baskı altına alınmalarını, aşağılanmalarını, hayatlarına müdahale edilmesini istemediklerini köşeli sözlerle anlatıyorlar. Gerisi sanki bugünün sorunu değil. Ya da zamanı gelince o sorunlarla da uğraşırız havasındalar.

Solun farklı renkleri başta olmak üzere radikal diyebileceğimiz oluşumları fazla ciddiye almıyorlar.

Direnişin nasıl bir noktaya kaydığı, kayabileceği konusu onları pek ilgilendirmiyor. Şimdi birlik zamanı, bunu yaşıyoruz diyorlar. Yani “Neler oluyor bize?” sorusu gençler için bu sürecin sorunları arasında görünmüyor.

Polisin uyguladığı şiddet ve biber gazı tümünde kalıcı izler bırakmış durumda.

Oturdukları yerden eylemlere bakarak devrim şarkıları söyleyenlerle, bu gençleri vandal, terörist ilan edenler galiba fena halde yanılıyorlar. Kuğulu Park’taki direnişçilerin hepsinin yüreği tertemiz. Başta vandallık olmak üzere her olumsuzlukta arkadaşlarını uyarıyorlar. Devrim de umurlarında değil. Çünkü hayatın gündelik akışı sürerken, karşılaştıkları engelleri aşmak direnişçiler için çok daha fazla önemli.

Son sözleri şu: Siviliz, ülkemizi, bayrağımızı, halkımızı seviyoruz ama baskıyı kabullenmeyi, itaat etmeyi kimse bizden beklemesin.

Benim de son sözüm şu: Direnişçiler bambaşka bir dil kullanıyorlar. Bu dili çözen ve anlayan, onları ve ülkeyi kazanır.

Ferhan Şaylıman
10 Haziran 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; gazetecileronline.com