Sihirli bir gaz bu!

Gezi’de insanların birbirlerini nasıl tekrar sevdiklerine tanık oluyorum. Birbirimizi kırmadan nazikçe hareket etmek de yolda çarpışınca aynı anda özür dileyebilmek de mümkünmüş.

Galiba pes etmek üzereydim. Hiç sevmediğim “Buradan gitmek lazım” cümlesini duyduğumda artık eskisi kadar ateşli şekilde itiraz edemiyordum. Bıktıran haberler bitmek bilmiyordu, “Her Allah’ın günü farklı bir şey için öfkelenir olduk, yeter!” diyordum. Etrafım çoğunlukla benim gibi düşünüyordu da başkaları ne düşünüyor bilmiyordum. Sokağa her çıkışımda birbirimize daha az tahammül ettiğimizi görüyordum bir tek. Aynı apartmanda oturduğum insanların bile yanımdan geçerken selam vermediklerini.

Bunların hepsini grubumdaki müzisyen arkadaşlarımla konuştuğumuz bir gecenin ertesinde Gezi Parkı direnişi başladı. Ağaçlar (ve aslında haksızlıklar) hepimizi meydana taşıdı. Kitlelerin sokağa döküldüğü cuma günü gaz bulutları yükselirken kalabalıkta genç bir kızın ayağına bastım. “Pardon!” diye döndüğüm anda sanki ayağına basmamışım da ona çiçek vermişim gibi gülümsedi. Şaşırdım. Ama işin garibi o an biri de benim ayağıma bassa ona sarılacakmışım gibi hissediyordum.

Günler günleri kovalarken, hep beraber gazı yerken aramızdaki duvarların nasıl ortadan kalktığını, kalplerimizin nasıl yumuşadığını izledim. Maske, süt, sirke, su paylaşırken, diğer şehirlerdeki insanlarla haberleşirken karşımızdakinin bir yabancı olmadığını anlıyorduk. Kimse birbirini tanımıyordu. Ama aslında herkes birbirini biliyordu.

Tipimden belli olmaz, çok çabuk gözlerim dolar. Günlerce kendimi tuttum. Facebook ve Twitter ’da hiç ummadığım insanlar bu birlik beraberliği simgeleyen fotoğraflara, videolara bakıp ağladıklarını yazdılar. Bir çocuğun kalabalıkta telefonunu kaybedişi, bulan kişinin telefonu teslim ederken, “Annen aradı, ben açarsam telaşlanır diye açmadım” deyişi, çöplerin toplanışı, hiç taciz ya da hırsızlık olmaması, karşıya geçen vapurlar iskeleye yanaşırken herkesin birbirini alkışlaması… Kendimi tuttum. Ama sonra gaz bombalarının arka arkaya patladığı bir akşam, tam önümdeki genç adam yerdeki ekmek parçasını alıp öpüp duvarın üstüne koyduğunda… O zaman kendimi tutamadım.

Birbirimizden vazgeçmeyelim

Günlerdir insanların birbirlerini nasıl tekrar sevdiklerine tanık oluyorum. Hepimiz sadece kendimizi ya da sadece istediğimiz kişileri/şeyleri sevmeye o kadar alışmışız ki sevgimizin dizginlerini bırakınca nasıl bir mucizeyle karşılaşacağımızı fark etmemişiz. Ne çok korkmuşuz! Hiçbir konuda anlaşamasak bile bir araya gelip sesimizi yükseltebilmek de, birbirimizi kırmadan nazikçe hareket etmek de, yolda çarpışınca aynı anda özür dileyebilmek de mümkünmüş. Sanki o gazların içinden bir de sihir püskürtmüşler gibi.

Biliyorum hiçbir şey bitmedi. Bu yazıyı çarşamba gecesi yazıyorum ve yarın ya da bundan sonra ne olacağını kristal küreme bakıp söyleyemiyorum. Başka şehirlerde insanlar hâlâ direniyorlar, yaralanıyorlar, acı çekiyorlar. Hepimiz yorulduk, ölüm haberleri aldık, çok üzüldük, öfkelendik. Yine de şunu biliyorum: İstersek sevebiliyoruz. Hem de çok fazla. Birbirimize çiçek gibi davranabiliyoruz. Bu hiç geçmesin istiyorum; hatta daha da büyüsün, birbirimizden vazgeçmeyelim. Lütfen hiç vazgeçmeyelim.

İsimsiz
7 Haziran 2013
Kaynak; Ötekilerin Postası