Şiddet Öyküleri: “Oğlumun kafasındaki kurşunu saklayan, Ethem Sarısülük davasında neler yapmaz!”

mehmet-tursun

Baran Tursun 2007’de İzmir’de trafikte seyir halindeyken ‘dur’ ihtarına uymadığı gerekçesiyle, polis tarafından kafasından vurularak öldürüldü. Önce Baran’ın kafasındaki kurşun çekirdekleri gizlendi, sonra da olay hakkında trafik kazası tutanağı oluşturuldu. Baba Mehmet Tursun, tüm bu yaşananlarla ve delil karartmalarla mücadele verdikten sonra, oğlu Baran adına bir vakıf kurmaya karar verdi. Baran Tursun Vakfı, şu anda Türkiye’de polis şiddetine karşı savunuculuk faaliyeti yürüten, veri oluşturan ve şiddeti körükleyen yürürlükteki yasalara karşı lobi yapan en önemli kuruluşlardan biri. Vakfın başkanlığını da yürüten Mehmet Tursun, Türkiye’deki polis cinayetlerinin iç yüzünü, bir polisin nasıl katile dönüştüğünü, davalarda ve soruşturma süreçlerindeki entrikaları Türkiye’den Şiddet Hikayeleri’ne anlattı.

Polisin işlediği cinayetleri, oğlunuzu bir polis cinayetiyle kaybetmenizden önce de biliyor muydunuz?

Görüyordum, duyuyordum, şiddeti biliyordum ama bu boyutlara ulaşmış olduğunu Baran’ın ölümüne kadar fark etmemiştim. Eskiden de Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu (PVSK) vardı ama 2007’deki değişiklikle birlikte devlet katilleri korumaya başladı. Önce “Polisin eli kolu bağlı” diye yaygara koparttılar, sonra da silah kullanma yetkilerini artırdılar. Eskiden amirinden izin almak koşuluna bağlı silah kullanma yetkisi, polisin inisiyatifine verildi. O zamandan beri de polis cinayetleriyle uğraşıyoruz. Şu anda kimlik göstermeyen bir kişiye karşı bile polisin silah kullanma yetkisi var.

Baran Tursun davasında yaşadıklarınız, polis şiddetinin ve cezasızlığın boyutlarını tam manasıyla gösterebildi mi?

barantursunDavada polisler etkin soruşturma yapmadığı için tüm delilleri bizzat topladım, şahitlere kendim ulaştım. Oğlumu silahla vurdukları an kafasına saplanan kurşun çekirdeğini saklayıp, trafik kazası raporu düzenlediler. Baran Tursun davasında biz devleti, emniyet teşkilatını ve yargıyı suçüstü yakaladık! “Trafik kazası raporunun bu davada ne işi var?” diye sorduk ve kimse yanıt veremedi. O zaman anladım, kim bilir devlet başka davalarda neler yapmıştır! Emrah Barlak davasında kameraların önündeki cinayeti inkâr edenler diğer davalarda neler yapmaz! Polis tarafından öldürüldüğü belli olan Ali İsmail Korkmaz davasında kamera kayıtları aylarca tartışıldı. Bu devleti anlamak isteyen, güvenlik kameralarıyla donatılmış 28 karakolda işlenen cinayetlere baksın. Her nasılsa çalışmayan kameralarla dolu karakollarda işlenen cinayetler aydınlatılmadan Ali İsmail Korkmaz cinayetinde adalet yerini bulamaz. Kurumsallaşmış devlet şiddetine maruz kalırken, soruşturma ve yargılama aşamalarında entrikaları gördük. Huylu huyundan vazgeçmiyor; Baran Tursun davasındaki tüm dalavereler Ethem Sarısülük davasında da oluyor. Polisler bir araya gelip tutanak tutuyorlar, tanık ve delil üretiyorlar, olayın faili polisleri soruşturmacı yapıp delil toplatıyorlar. Ethem’i güpegündüz öldürüyorlar, savcılar yerdeki kurşunlar yerine taşları sayıyorlar.

Polis infazlarını, silah kullanma yetkisinin getirdiği ölümleri anlatamadığınız kişiler Gezi olaylarından sonra sizi daha iyi anlıyorlar mı?

Mücadelemize sırt çeviren, polis infazlarının altında çeşitli sebepler arayıp ölümleri haklı bulanlar, “Yahu, polis ‘dur’ demiş Baran Tursun durmamış. O da dursaymış!” diyenler Gezi olaylarında devletin bombalarına, kurşunlarına hedef oldular. Gezi sürecinde sokağa inenlerin yüzde 99’u, “Polis dur deyince durulmalıdır. Aksi takdirde müdahale haklıdır” diyenlerden oluşuyor. Sokaklarda açtığımız stantlara tepki gösterenler artık söyleyeceklerimizi dinlemeye geliyorlar. Polis şiddeti olaylarına ilgi göstermeyen basın kuruluşları artık bu olayları daha fazla gizleyemiyor.

Gezi olayları sırasında polis tarafından öldürülen kişiler sembolleştiler ve toplum onları sahiplendi. Arkasında siyasal farklılıklar veya nefret unsurları bulunmayan cinayetlerde de aynı desteği buluyor musunuz?

Yunanistan’da polis 15 yaşındaki Alexis’i öldürdüğünde tüm sendikalar polis şiddetine karşı genel greve gitti. Atina Polis Sendikası, “Polisin görevi öldürmek değil yaşatmaktır” diye açıklama yaptı. Türkiye’de ise 134 kişi öldürüldü ama pek çok sivil toplum kuruluşundan bir kınama bile gelmedi. Dernekler, partiler ve sendikalar çetele tutmaktan, ölüleri saymaktan ötesini yapmıyorlar. Politik yönü ağır basan cinayetler yaşandığında bazen hareketleniyorlar. Yaşam hakkı savunuculuğu yaparken adam kayırıyorlar yani. Ülkücülerin saldırısı sırasında polis tarafından öldürülen Şerzan Kurt davasındaki destek, Ankara’da dur ihtarına uymadığı için öldürülen Cem Aygün’ün, İstanbul’da karakolda ölü bulunan Osman Aslı’nın davalarında yoktu.

Polis tarafından öldürülen vatandaşların aileleri Baran Tursun Vakfı’ndan hangi biçimlerde destek alıyorlar? Aileler geçmiş davalarda yaşanılanları duyduğunda şaşırmıyorlar mı?

Kendi kentlerinde destek bulamayanlar İzmir’e gelip bize başvuruyorlar. Hukuki destek vermeye, davaları takip etmeye, ailelerin maddi sorunlarına çözüm bulmaya çalışıyoruz. Oğlumun davasından ve diğer polis infazlarındaki hukuki süreçlerden edindiğim tecrübeleri merak ediyorlar. Örneğin İzmir’de güpegündüz öldürülen Emrah Barlak davasında aileyle birlikte tek tek belge ve delil topladık. Oğlumun davası sırasında ve sonrasında hakkımda 15’ten fazla dava açıldığı için, aileye polislere karşı nasıl davranmaları gerektiğini anlattık. Polisin olayı çarpıtmasına izin vermedik ve bizim ortaya koyduğumuz bulgular, katil polisi ve emniyeti savunma yapamayacak hale getirdi. Aile, “Sizle tanışmasak belge ve delilleri toplayamazdık, ‘İnsanım’ diyen sizin öfke ve kararlılığınıza karşı duramaz” dedi. Dava hala sürüyor…

emrah-barlak-cinayet-anı

Vakfa devlet kurumlarından baskı geliyor mu?

Baskıları en aza indirebilmek için prensip gereği bağış kabul etmiyorduk. Müfettişler geldiğinde de vakfa kendi hibe ettiğimiz mal varlıklarını gösterip denetimleri sorunsuz aşıyorduk. Ancak Temmuz ayında bir ihtarname geldi ve gelen bağışları kabul etmemenin suç olduğunu söylediler. Bağış almadığımız için bizi ihbar etmişler yani. İstiyorlar ki, birileri bize bağış yapsın, o bağışlanan para üzerinden devlet bize hesap sorabilsin… Yine de asıl baskılar kişisel yolla yapılıyor. Oğlumun davası sürdüğü sırada eşimle parkta otururken bir kişi yanımıza gelip eşime, “Abla, Baran’ın kanını yerde bırakmayın” dedi. Eşim de, “Yerde bırakır mıyım, o polisin gözünü oyacağım!” diye cevap verdi. Meğer o kişi polismiş; hemen tutanak tutup eşim hakkında şikâyette bulundular ve eşim mahkemede ceza aldı. Bir devlet kurumu ailenin başına böyle çorap örer mi, acılı bir ailenin duygularıyla böyle oynar mı? Aileleri sindirmek için böyle şeyler polis tarafından tezgâhlanıyor; amaç işinizi gücünüzü bırakıp mahkemelerde sürünmeniz.

İrtibatta olduğunuz kişiler arasında polisler, polis aileleri de var mı?

Emniyet içindeki şüpheli ölümleri de araştırıyoruz. İntihar ettiği ileri sürülen polislerin aileleri bizle irtibata geçtiler. Devlet karakollardaki, askerdeki ve emniyetteki şüpheli ölümleri “intihar” olarak açıklıyor. Ancak işin gerçeği çoğu zaman farklı oluyor. Yani yalnız bizler değil, polisler de PVSK’nın mağduru oluyorlar. Kimse, “Ben en iyisi polis olayım da birilerini öldüreyim” demez. Amirler silahları polislere teslim ediyorlar, “Dilediğince kullan, sana bir şey olmaz” diyorlar. Başbakan infaz yapan polislere sahip çıkıp sırtlarını sıvazlıyor. Onlar da bu güvenle silahlarına sarılıyorlar. Namluyu belki kendi görev arkadaşlarına da çeviriyorlar.

Emniyet teşkilatına katılan bir vatandaşın, infaz yapabilen bir polis memuruna nasıl dönüştüğünü de araştırıyor musunuz?

Bu konuyla ilgili Emniyet-Sen ile ortak bir konferans düzenleyeceğiz ve “Bir polis neden katil olur?” sorusu üzerinde duracağız. O polislerin aileleri de perişan; bir polis kızı görüşmemizde, “Babam sabah polis olarak göreve gitti, akşam elini kelepçeleyip katil olarak cezaevine attılar. Babam katil olmak için polis olmadı” dedi. Bir yandan çocuklarımız toprağın altına gitti, bir yandan katiller de huzur bulamıyorlar. PVSK hem bizi, hem katilleri hem de ailelerini zor durumda bırakıyor.

Polisler cinayet işlemek noktasında nasıl bu kadar rahat davranabiliyorlar?

Polis okullarında polisin cinayet işleyip beraat ettiği davalar örnek gösteriliyor. Cezasızlığı genç polis adaylarına özendiriyorlar. Polisin silah kullandığı için ceza almayacağına ilişkin bütün Yargıtay hükümlerini öğrencilere ezberlettiriyorlar. Öğrenciler, “Vay anasına, ben demek ki istediğim gibi silah kullanabileceğim” diyorlar. Daha okuldayken devlet polise katil olmanın eğitimini veriyor. Polis cinayetlerinde farklı olaylarda farklı kişilere ait ifade tutanaklarını karşınıza koyun, isimleri kapatın, hangi ifade hangi olayı anlatıyor anlayamazsınız. Demek ki bu laflar önceden ezberletilmiş. Okullarda katil olmak teşvik edilirken, polislere hasbelkader katil olurlarsa ne yapacakları da öğretiliyor. Sivas’taki, Ankara’daki, İstanbul’daki katillerin ifadeleri nasıl bu kadar aynı olur? Şablon şu: “Havaya ateş ettim, duvardan sekti, elim kaydı, dengem bozuldu. Ben görevimi yaptım!” Demek ki polisin görevi adam öldürmek…

Gezi olaylarında canı yanan, evlatlarını kaybeden ailelerle birlikte hareket edecek misiniz?

Abdullah Cömert’in, Ethem Sarısülük’ün, Ali İsmail Korkmaz’ın aileleri bir yıl sonra yalnız kalsalar bile, dünya durdukça biz polis şiddetini unutmayacağız ve ailelerin yanında olmaya devam edeceğiz. 134 canı, bağrı yanmış, yıkılmış aile Gezi olaylarında yaşamını yitirenlerin aileleriyle dayanışacak. “Bayrağını almış sokağa çıkmıştı. Dur ihtarına uymadı. Eyleme katılmıştı” gibi bahaneleri kabul etmiyoruz. Biz yaşadık ve biliyoruz; bu öfkenin karşısında hiçbir vali ve emniyet müdürü duramaz. Polis silah kullandığı için son 6 yılda 134 kişi yaşamını yitirdi. Baran Tursun Vakfı, ailelerin öfkesinin örgütlenmesi için kuruldu. Devleti de, hükümeti de, şiddeti de biz aileler titreteceğiz. 130 ailenin öfkesine hiçbir vali ve emniyet müdürü direnemez.

Doğu Eroğlu
7 Ekim 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; siddethikayeleri.com