Sendika.org: Kuzey Ormanları Savunması ‘3. Köprünün yapılmama ihtimalini seviyoruz’

Tarih 29 Mayıs 2013… Başbakan Erdoğan, İstanbul Sarıyer’deki bir törende, aynı gün İstanbul’un çeşitli yerlerinde yapılan “fetih” kutlamalarına atıfla “ecdadından aldığı ilhamı” anlatıyordu. Ve bu ilhamla İstanbul’a kazandırdığı “medeniyet projesi”nin temeli atıldı o gün: 3. Köprü. Erdoğan aynı törende Gezi Parkı ile ilgili de konuştu, “Ne yaparsanız yapın, biz kararı verdik” dedi. Sonraki günlerde Gezi Parkı’yla ilgili kararını verenlerin sadece kendisi olmadığını, bu karara ne pahasına, nasıl sahip çıkıldığını yaşadık, gördük.

Temeli atılan köprünün ayaklarının bulunduğu Garipçe köyü civarında, Gezi sürecinde yapılan bisikletli bir eylemle başlayan bir hareket, bugün çok sayıda forum, çevre örgütü ve demokratik kitle örgütünün emek verdiği Kuzey Ormanları Savunması’na dönüştü. “Bizler 3. Köprünün yapılmama, ormanların talan edilmeme ihtimalini seviyoruz” diyorlar. Bunun için de Gezi  mücadelesini Kuzey Ormanlarına taşımaya kararlılar.

Kuzey Ormanları Savunması’yla ormanları, köprüyü, İstanbul’un ulaşım sorununu, alternatifleri konuştuk. Her gün en az 10 bin ağaç kesiliyor diyelim, siz buyrun…

kuzeyormanlarisavunmasi

 “Kuzey Ormanları” dediğimiz şey nedir, İstanbul için ne anlama geliyor, önce onunla başlayalım. Yani siz neyi savunuyorsunuz?

“Kuzey Ormanları” dediğimiz şey Kuzey Marmara bölgesinin, yoğun yapılaşma sonucu artık sadece Karadeniz’e bakan kısmında kalan son ormanlık alanlar. İstanbul’un hemen yamacında bulunan Belgrat ormanları bu bölgenin önemli bir parçası. Bu alan bir taraftan bölgenin birçok içme suyu havzasını içinde barındıran, yarattığı ekosistemle İstanbul ve çevresinin temiz hava döngüsünü devam ettiren bir alan. İçinde hala karacalar, tilkiler, sincaplar ve kum zambakları gibi çok sayıda canlı yaşam türünün bulunduğu, yaban kuşlarının mevsimsel göç uğrak alanı olan, önemli tarım alanlarının da içinde yer aldığı doğal bir varlık. Öte yandan İstanbul halkının doğayla bütünleşme, piknik, spor faaliyetleri için yoğun olarak kullandığı bir kamusal alan.

Kuzey ormanlarının ürettiği temiz hava, kuzeyden güneye esen rüzgârlar sayesinde kentin hava ve yaşam kalitesini artırıyor. İçme suyu havzaları ise, İstanbul’un ekolojik yapısının ana bileşenleri ve İstanbul halkının temiz, ulaşılabilir su ihtiyacının başlıca güvencesi. Yani İstanbul bugün hala biraz olsun nefes alabiliyorsa, bu ormanlar sayesinde alıyor.

“Bir orman eko-sistemi başka bir bölgede insan eliyle, yapay biçimde yaratılamaz”

Bu durumda Kuzey Ormanları’nda 3. Köprü ile başlayan ağaç kıyımı ile yaşayacağımız tahribat ne olacak?

Sadece 3. Köprü ve bağlantı yollarından doğrudan etkilenecek olan bölgede en iyi tahminle 2,5 milyon ağaç ve toplamda 1453 hektarlık orman alanı tamamen yok olacak. Kaldı ki bölgeye yönelik katliam planları köprüyle de sınırlı değil. 3. Havalimanı, Kanal İstanbul, kuzeye yeni bir kent inşa etmek gibi çılgın projelerle birleştirildiğinde, bölgenin tamamının yok edileceği bir sürecin başlangıcındayız. Daha fazla egzoz gazı soluyacağız, ormanların oksijen üretme kapasitesi düşecek. İstanbul üzerindeki ısı adası etkisi katlanarak artacak, yani nefes almak birçok nedenle imkânsız hale gelecek. İçme suyu rezervleri yapılaşma baskısı altında kirlenip kullanılamayacak. Yaban hayvan türlerinin yaşam alanları bölüneceği için, varlıklarını sürdürmeleri olanaksız olacak. Daha şimdiden kesim alanlarında barınan hayvanlar civardaki yerleşim yerlerine kaçışmaya başladılar. Yani Gezi Parkı’ndaki “üç-beş ağaçla” kıyaslandığında bu alanı milyonlarca kat aşan doğal ve kamusal bir varlığımızın ve aslında İstanbul halkının nefes alma, temiz suya ulaşma gibi temel haklarının; ayrıca bu dünyayı paylaştığımız diğer canlı türlerinin yaşam hakkının tamamen yok edilmesinden söz ediyoruz.

İktidarın Gezi’de de söylediği bir şey vardı, “Ağaçları kesmiyoruz, taşıyoruz…”

Bu alanda yaratılacak tahribat, kesilen ağaçların başka yere dikilmesiyle telafi edilemez. Çünkü birincisi dikilmesi söz konusu olan şey fidandır ve bunların ağaç-orman halini alması yüzlerce yıl alır. İkincisi ormanlar tüm bitki örtüsü, canlı ve cansız, yer altı ve yer üstü varlıklarıyla birlikte bir eko-sistemdir, yani kendi içinde bütünlüklü bir yaşam sistemidir. Aynı özellikleri taşıyan bir orman eko-sistemi başka bir bölgede insan eliyle, yapay biçimde yaratılamaz. Bu şekilde oluşturulmaya çalışılan bir alanda bugün Belgrat ormanlarında var olan onlarca canlı türü yaşamayabilir.

“3. Köprü bir ulaşım değil, bir emlak ve rant projesidir”

İktidar, 3. Köprüyü bir ulaşım projesi olarak önümüze koydu. İstanbul’un ulaşım ihtiyacı için bu gerekli mi gerçekten?

Bizler, 3. Köprü Yerine Yaşam Platformu döneminden bu yana aynı sloganı tekrarlıyoruz. “3. Köprü bir ulaşım değil, bir emlak ve rant projesidir”. Tabii bu ülkenin çevresi ve kentleri rantı, yani kelime anlamıyla havadan kazanılan parayı kalkınma açısından vazgeçilmez sayan bir Çevre ve Şehircilik Bakanına emanet! Nitekim 3. Köprünün de İstanbul’un kuzeyinde yıllarca sürecek bir inşaat faaliyeti yaratacağı ve yaklaşık 350 milyar dolarlık bir pazarın oluşacağı biliniyor. Bu durumun sermaye ve iktidar açısından en çekici tarafı sıfır değerden 350 milyar dolarlık bir pazara ulaşılıyor olması. Arkasında yatan “ulaşım politikası” zihniyeti, bu ülkenin bütün sağ iktidarlarının savunduğu; 1950’lerdeki Marshall planı ile dayatılan emperyalist karayoluna bağımlılık politikalarının devamıdır. Yani esasen özel araç sahipliğini ve karayoluna bağımlı ulaşımı körüklemeyi amaçlıyor. Bunun ulaşım ihtiyacını çözmekle bir ilişkisinin olmadığı bilimsel raporlarla kanıtlanmış durumda.

İki köprü: Sosyal dokuda sınıfsal parçalanma ve kamusal orman alanlarının özelleştirilmesi

Peki buna halihazırda var olan iki köprü üzerinden bakalım. “Boğaz’ın gerdanlığı” iki köprü, İstanbul’a ne getirdi ne götürdü?

Evet, önceki köprüler bu bakımdan yeterli veri sunuyor. 1. Köprüde, 1973-1974 arası köprüden geçen taşıt sayısı yüzde 200 artmış, ama taşınan yolcu sayısı sadece yüzde 4 artmış. Aynısı 2. Köprü için de geçerli. 2. Köprü ile boğazdan geçen taşıt sayısı yüzde 1180 artarken, yolcu sayısındaki artış sadece yüzde 170. Özel otomobil sahipliği ise 1970-90 arasında yüzde 230 kat artmış. Aynı dönemde toplu taşımacılık gerilemiş, deniz taşımacılığı ise yüzde 2 ile yerinde saymış. Yani köprüler insan değil araç taşıyor; bir başka deyişle her köprü aslında yeni bir trafik yoğunluğu yaratıyor.

Ayrıca köprülerden önce yapılaşma oranı tüm İstanbul için üçte bir iken, şimdi tersine dönmüş üçte ikiye ulaşmış. Buna bağlı olarak ormanlık alanlar azalmış. 1975’ten bu yana sürece baktığımız zaman en büyük göç ve yapılaşmanın 2. Köprü sonrasında meydana geldiğini görüyoruz. Sultanbeyli, Gaziosmanpaşa, Çekmeköy gibi köprü bağlantılarıyla beslenen, düşük ücretli işçilerin oturduğu yerleşim alanlarında çok büyük bir nüfus artışı ve yapılaşma yoğunluğu ortaya çıktı. Ulaşım bağlantılarının özel araç sahipliğini özendirmesi nedeniyle de, ormanlık alanların yağmalanmasına yol açan Acarkent, Zekeriyaköy gibi kapalı lüks konut sitesi alanları, ormanlık alana yasadışı biçimde kurulan Koç Üniversitesi gibi oluşumlar yaygınlaştı. Yani kentin sosyal dokusundaki sınıfsal parçalanma ve kamusal orman alanlarının fiilen özelleştirilmesi eğilimi belirginleşti.

“İhale muslukları kendi elinin altında değildi”

Durum böyle iken iktidar neden bu kadar ısrarcı? Hele de Tayyip Erdoğan’ın Belediye Başkanıyken “3. Köprü cinayettir” açıklaması varken. Fikrini değiştiren şey nedir?

Belki o zaman belediye başkanı olarak, o dönemin iktidarının bir rant planı olan köprü projesine karşı bu yaklaşımı savunmaktan siyasal bir medet ummuş olabilir. Çünkü o dönemde henüz ihale muslukları kendi elinin altında değildi. Ama Gezi direnişinin başlamasından 2 gün önce,  29 Mayıs’ta büyük orman kıyımını tantanalı bir törenle başlattı ve 19 yaşındaki kardeşlerimize kıyanlar, aynı süreçte milyonlarca ağaca da kıydılar. İktidarın ısrarının nedenini bakan Bayraktar çok sarih biçimde izah etti: Rant olmadan kalkınma olmazmış! Bilime, halka, İstanbullulara rağmen, onlara kulaklarını tıkamanın ve bilimdışı, hukuk dışı projelerde ısrarın nedeni de aynı: Rant. Aynı biçimde kuzeyde köprüden de öte tahribata yol açacak olan 3. Havalimanı projesi de Türkiye tarihinin en büyük rant projesi. Az buz rant da değil, 35 milyar dolar. Ne tesadüftür ki havalimanı da İstanbul Avrupa yakası elektrik dağıtımı özelleştirmesini alan, alır almaz da 500 taşeron işçiyi kapının önüne koyan Limak-Cengiz-Kolin grubuna yaptırılıyor. Yap-satçılıktan öte bir kalkınma ufku olmayan AKP iktidarı İstanbul’un kuzeyini bu gruba adeta armağan etmiş. Aynı grup biliyorsunuz yandaş medya alanında da öne çıkmış durumda.

kuzeyorman

“Yol kenarında domates, biber satan kadınlar kışın temizlikçi olarak çalışıyor”

Rant meselesini konuşuyorken… Köprünün Sarıyer ayağında köylerin tarım alanlarının da imara açıldığı biliniyor. Bunun projelerle ilişkisi ne?

Biz geçen hafta sonu Sarıyer, Göktürk ve Beykoz’daki köylere bir gezi yaptık; sözünü ettiğiniz imar izni iki katına çıkartılan Sarıyer-Gümüşdere köyü de dahil. Gümüşdere ciddi bir tarım alanı, çoğu tapusu olmayan ve devlete yıllardır ecrimisil denilen “işgaliye kirası” ödeyen ciddi bir Pomak köylü nüfus barındırıyor. Son dönemde bu bölge ciddi bir yapılaşma ve lüks konut alanı baskısı altında. Doğal olarak şimdi yeni projelerle birlikte bölgedeki spekülatif hareketler olağanüstü artmış durumda. Sarıyer’in önceden tarımsal üretimden kopup imara açılan bölgelerinde yaşananlar Gümüşdere gibi yerler açısından da örnek teşkil ediyor. Buralarda topraklarını satan köylülerin bir kısmı, imara açılmanın yarattığı yüksek rantı paylaşmış. Ama önemli bir görünmez nüfus var, tarımsal üretim ve hayvancılık imkanları ellerinden alınınca, çevredeki lüks konut sitelerinde gündelik temizlik işçiliği, bahçe sulama, özel güvenlik işlerinde çalışan. Yani aklınızda olsun, yol kenarında domates, biber satan kadınların büyük bir bölümü, kışın temizlikçi olarak çalışıyor.

Ama bir yandan da İstanbul’un göz ardı edilemeyecek ulaşım problemi var. Bu ihtiyaç için alternatif ne olur peki?

Elbette İstanbulluların ulaşım sorunu gerçekten de çözülmesi gereken temel bir sorun. Sürekli söyledik, yine söylüyoruz: “Köprü değil, toplu ulaşım”. Şu anda köprülerde yaşanan bunaltıcı trafiğin nedeni toplu taşımacılığın zayıflığıdır. Bakın toplu taşım araçları yolcuların yüzde 63’ünü taşıyor ama köprü trafiğindeki payları yüzde 10. Özel araçlarsa trafiğin yüzde 90’ını oluşturuyor ama yolcuların yüzde 37’sini taşıyor. Özel araç sahipliği ve karayoluna bağımlılıktaki bu gidişatın sürmesi halinde İstanbul’a 3 değil, 7 köprü yapılması gerekecek. Oldu olacak boğazın üstüne beton döküp kurtulalım.

Yani “ulaşımda alternatif nedir” dediğiniz zaman toplu taşımacılığa, deniz ulaşımına, raylı sistemlere dayalı alternatiflerin yanı sıra rant mantığına değil, ülkenin tamamının çıkarlarını ve doğayı gözeten dengeli bir kalkınma mantığına da ihtiyaç duyarsınız. Böyle bir mantıkla hareket edildiğinde, toplu ulaşım, toplu ulaşıma ayrıcalıklı şerit uygulaması gibi uygulamalar, deniz ulaşımı, raylı sistem, yakalar arasındaki nüfus ve istihdam dengesinin sağlanması gibi çok sayıda alternatif mümkündür. Londra’da 400 km olan metro hattı İstanbul’da 62 km. ayrıca içinden deniz geçen bir kentte deniz ulaşımının payının sadece yüzde 2 olması nasıl açıklanabilir? Sarıyer gibi deniz kenarı semtlerde bile deniz ulaşımı imkansız hale getirilmiş durumda; eski iskeleleri de otel olarak satmaya çalışıyorlar.

“Uzaylılar gördü orman kıyımını bakan hala göremedi”

Köprü çalışmalarında şu anda durum ne?

uydudan-kuzeyormaniKesim bölgeleri içler açısı durumda. Her gün en az 10 bin ağaç kesiliyor. Yol yapım bölgelerinde çok geniş alanları kesip biçmişler. Öyle ormanda yol açılan tahribat uzaydan bile görünebilen bir hale geldi. Uzaylılar gördü orman kıyımını bakan hala göremedi. O kadar çok ağaç kesiyorlar ki kestikleri ağaçları toprağa gömüyorlar. Köprü ayaklarının yükseldiği Garipçe, Poyrazköy bölgelerindeki cennet gibi birçok koy artık yok. Kelleşme Sarıyer’den açıkça görünüyor. Göktürk bölgesindeki kesim alanlarında hayvanları bile kepçelere takıp öldürüyorlar. Keza Alemdağ tarafındaki ormanlar da yok ediliyor. Bu konudaki çok sayıda belgeleme çalışmasının yanı sıra biz de Kuzey Ormanları Savunması olarak bir video klip hazırladık. Durum oradan da izlenebilir.

Bir de yanlış güzergahta çalışma yapılması meselesi var. Yanlış güzergahta çalışıldığı, bu nedenle de binlerce ağacın kesildiği gündeme geldi. Mesele neydi, nasıl bir yanlışlıktı bu?

Birincisi, bu kadar önem verdiklerini söyledikleri bir projeyi bile ne kadar bilim dışı biçimlerde yaptıklarını söyleyebiliriz. Ama deminden beri söylediğimiz nedenlerle bunun bir yanlışlık olmaması, tersine bölgeyi imara açmanın hazırlığı olması da mümkün. Ayrıca projeyi yapan şirketin kamulaştırma bedellerini düşürmek için güzergahı kamuya ait bölgelerden geçirmiş olması da mümkün. Karayolları Genel Müdürlüğü henüz net bir açıklama yapıp bu işin hesabını vermiş değil. Bizim Kuzey Ormanları Savunması olarak bu konuda yaptığımız suç duyurusuna da savcılık takipsizlik kararı verdi. Ama olan binlerce ağaca oldu.

“Bu bir gidiş sürecinin, kitlesel gidişin başlangıcı”

Hafta sonu Riva’da kampınız var. Neler olacak?

Hafta sonu Riva’da oldukça kitlesel bir kamp etkinliği düzenliyoruz. Çağrı metnimizde de belirttiğimiz gibi, ormanları savunmak, orman katliamını durdurmak için ormana gidiyoruz. Bu bir gidiş sürecinin, kitlesel gidişin başlangıcı. Belki hepimiz şimdiye kadar eğlenmek için ormana gittik, belki de hiç gitmedik, belki de İstanbul’un kuzeyinde bir orman olduğunu bile bilmiyoruz. Ama şimdi neşemizi ve öfkemizi hep beraber ormana taşıdığımız, yan yana duruşumuzu güçlendirip mücadelemizin geleceğine dair kararlar alacağımız bir etkinlik düzenliyoruz. Kampta cumartesi günü atölyeler, panel ve konser gibi etkinliklerimiz olacak; Pazar sabahı tüm katılımcılarla bir Kuzey Ormanları Savunması forumu düzenleyip tartışmalarımızı karara dönüştüreceğiz. Dönüş yolunda civardaki kesim alanlarından birini ziyaret ederek, simgesel bir fidan dikme ve basın açıklaması gerçekleştireceğiz. Herkesi ormanı savunmaya ormana bekleriz.

5 Eylül 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; sendika.org