Sendika.org: Erkan Oğur Söyledi, Sırrı Süreyya Yazdı – Yön Radyo

Bir öngörüde bulunacağım. Demedi demeyin; Hükumet adamları sonunda Gezi Direnişi’ne sahip çıkacak!

İlk demeçleri hatırlayın, ” İlk gün orada bulunanlar masum ve haklıydılar, çevre duyarlılığı için oradaydılar ” şeklindeydi.

Daha sonra bu ” İlk gün orada olanlar”

” İlk iki gün orada olanlar ” a dönüştü.

Bunu ” İlk üç gün ” izledi. Dün akşam bir hükümet sözcüsü bu masumiyet süresini bir haftaya çıkardı. Bu el artırma hızına bakılırsa birkaç hafta içinde sürenin iki aya çıkması işten bile değil.

Eninde sonunda ehli vicdan birisi çıkıp, ” Ağalar, o masumiyet günlerinde biz bu çocukları öldürmeye kastettiğimiz için millet isyan etmiş olamaz mı ” diye soracak çünkü…

İşte o ” masumiyet ” günlerinin dördüncüsünde hedef gözetilerek atılan bir gaz bombasıyla yaralanınca hastanelik olmuştum. Ertesi gece evde dinlenirken radyoda bir türküye denk geldim. Erkan Oğur söylüyordu.

”Benim adım çam ağacı
Güzel görünüp dururum
Ağaçların seyyahıyım
Emir sarınıp dururum… ” diyordu ve sesin, sözün, ezginin tılsımı beni esir almıştı.

”Aşağı olur köklerim
Kendim fenadan saklarım
Tesbih çeker budaklarım
Şükrümü kılıp dururum

***

Beni bir dağda ezerler
Etimden derim yüzerler
Tahtama galem yazarlar
Surete girip dururum” diye devam ediyordu.

Merakla son kıtayı bekledim, acaba kim yazmıştı bu sözleri?

”Hatayi’yem oldum budak
Camilere oldum direk
Fırınlara sünge kürek
Yanıp tutuşup dururum” diye bitince öyle kaldım.

Hükumetin adına köprü yapmak için yüz binlerce çam ağacına kıydığı Yavuz’un, üzerine sefer eylediği Şah İsmail’e aitmiş sözler.

Sabahı zor ettim. Erkan Oğur’u aradım. Sözlerin gerçekten Hatayi’ye ait olup olmadığından emin olmak istedim. Oğur, Hatayi’ye yani Şah İsmail’e ait olduğunu teyit etti.

Yıllar yıllar sonra üçüncü köprü, Yavuz, Gezi, çam ağacı, zorbalık, hepsi gelmiş bir türküye sığmıştı.

Erkan Oğur’ a, ”Bugünlerin türküsü aslında bu olmalı” dedim. Güzel usta o mütevazı haliyle bu sözleri nasıl bestelediğini anlattı. Onun izniyle aklımda kaldığı kadarıyla sözü kendisine bırakıyorum.

” Çevre ile ilgili belgesel çeken bir genç bana geldi. Bu filmin sonuna bir türkü rica etti. Uzunca bir süre bir ezgi çıkaramadım. Arkadaşı arayıp ‘içime sinen bir türkü çıkmadı, seni de bekletmeyeyim’ dedim. Genç bana iki yıl da sürse bekleyeceğini söyledi. Bir gece stüdyoda çalışırken bu sözleri çıkardım ve ezgi dökülüverdi. Sabah olsun bir dinleteyim dedim. Ertesi gün gencin telefonunu aradım ama bir başkası çıktı. Genç o gece, yani ben besteyi yaparken, arabasıyla Muğla yolunda bir uçurumdan aşağı uçmuş ama arabası bir çam ağacına takılınca ölümden dönmüş”

Bugünlerde televizyonlar hükumetin şiddetine mazeret oluşturmaya gayret eden ibişlerle dolu. Onları dinlemek yerine, seslerini kısıp bu türküyü dinlemeye başlıyorum.

Biz ağzı yok, dili yok, üzerinde karıncanın, kuşun hakkı olan hiç olmazsa birkaç ağacı sizin zorba kar iştahınızdan kurtardık.

Siz, üçüncü hava alanının yerini babanızın malı sayarken, artık kuşların üstünden uçmadığı bir ülkeye beton taşımaktasınız aslında.

Siz, Yavuz köprüsüne karşı çıkmanın gomonislik ve zındıklık olduğunu haykırırken, sadece Ali İsmaillere, Ethemlere değil, yüz binlerce ağacın katiline de ferman etmektesiniz bir yandan.

Bu ağaçlar, bu kuşlar bir gün bize set olmasalar da olur. Çocuklarımıza sayeban olurlar ya bu bize yeter.

Ama siz aracınızı yavaş sürün bence, Allah korusun bir uçuruma düşerseniz, çam ağacı şüphesiz sizleri de dallarıyla tutmak isteyecektir. Onun işi odur çünkü ” Güzel görünüp durur, kendini fenadan saklar ve budaklarıyla Allahı tesbih eder” ama HES’lerle, madenlerle bağrını deştiğiniz dağlarda hiçbir çam ağacını sağ komamış olabilirsiniz.

(Yazı OT Dergisi’nde yayımlanmıştır.)

9 Eylül 2013
Kaynak; sendika.org