Radikal: “Siyasetçiler gerçeği bulandırarak halkları birbirine düşürür”

Hrant Dink Ödülü’nü alan Sırp sosyolog ve avukat Natasa Kandic, 90′larda Balkanları kan gölüne çeviren ortamı anlattı: “Siyasetçiler o dönem çok ilginç bir yöntem kullanıyordu. gerçeği eğip bükerek insanların kafasını karıştırmak.”

Pazar gecesi 5. Uluslararası Hrant Dink Ödülü’nü Cumartesi Anneleri ile paylaşan Sırp sosyolog ve avukat Natasa Kandic’ti. Kandic bence müthiş bir kadın. Balkanlarda 1991’de patlak veren savaş sırasında ve sonrasında müthiş bir sebat ve cesaret örneği göstererek savaş suçlarını belgeledi. İnsani Hukuk Merkezi’ni kurdu, tüm Balkan liderlerinin nefretine ve tehditlerine rağmen devam etti. Sayesinde Srebrenitsa Katliamı’nın en önemli kanıtı sayılan video 2005’de tüm dünyaya malum oldu. Kandic’in ayrışmak, barışmak ve yüzleşmekle ile ilgili sözleri bu coğrafyada insanlıkla ilgili kafa yoran herkesin aşina olduğu süreçleri, siyasetçi metotlarını ve acıları içeriyor. Hazır bulmuşken ona Otpor’u da sormayı ihmal etmedim. Hani şu ‘Gezi’nin ardındaki Sırp gücü’ diye lanse edilen grubu… Kandic “Evet olabilir. Otpor her yerde!” dedi ama bakın nasıl…

natasa-kandic

Hrant Dink Ödülü’nü alırken “Böyle ödüller hep Batı’dan gelir, Türkiye’den gelmesine ayrıca sevindim” dediniz, neden?
Çünkü Balkanlar, Türkiye, Ortadoğu, yani bu coğrafya insan haklarına saygı göstermek gibi bir geleneğe sahip değil. Benim yıllarca insan hakları, savaş suçlarının cezalandırılması konularında verdiğim emeğin bu coğrafyada takdir görmesi içime umut oldu. Biz bu topraklarda birbirimizi anlamaya değil ayrıştırmaya alışmışız. Hele de Balkanlar’da. Savaştan 20 yıl sonra, bugün aydınlar, sanatçılar “Çoğumuzun dili aynı, toprağı aynı, buna rağmen niye birbirimize öfke duyuyoruz” diye düşünüyorlar.

Sizce niye?
İnsanlar arasındaki ilişkileri yıkmak her zaman çok kolaydır ve politikacılar verdikleri mesajlarla bunu çok iyi becerirler. Savaş döneminde Bosnalı Müslümanlar, Sırpların gözünde çirkin düşmanlardan ibaretti. Onları aşağılar, ötelerlerdi. Çoğunlukla da “Siz Türkler…” diye cümleye başlarlardı. Halbuki savaştan önce birlikte yaşamakta hiçbir sorun yoktu. Bir anda insanlar birbirinden koptu. Ve bunlar bir anda oldu. Geriye dönüp baktığımda sebeplerden birini açıkça görebiliyorum.

Nedir?
Siyasetçilerinin mesajları. Siyasetçiler o dönemde halkları birbirine düşürmek için çok ilginç bir yöntem kullanıyordu: Gerçeği eğip bükerek insanların kafasını karıştırmak. Ve bu kafa karışıklığından bir grup insana karşı düşmanlık doğmasını beklemek.

O döneme bakarsanız, liderlerin sürekli 2. Dünya Savaşı’na gönderme yaptıklarını görürsünüz. Bir noktadan sonra sözünü ettikleri olayların tarihini de belirtmediler ve böylelikle toplumun kafasını her geçen gün karıştırdılar. Hiç unutmuyorum, bir tanıdığım büyük bir öfkeyle 300 Sırp’ın kiliselerde öldürüldüğü bir olayı anlatıyordu. “Ne zaman olmuş bu olay” dedim. “Bilmiyorum” dedi. Biraz deşince olayın 1941’de gerçekleştiğini çözdük. Halbuki biz 1991 yılındaydık. Siyasetçiler sayesinde 41’lerin öfkesi toplumun zihninde 91’lere taşınmıştı.

Bu kafa karışıklığıyla ilgili medya ne yapıyordu?
Medya da önemli bir rol oynadı. 2. Dünya Savaşı’nın söylem ve terminolojilerini servis ettiler. Artık bugün ve geçmiş arasındaki fark görünmez olmuştu. Bu nedenle ben insan hakları savunuculuğumu da hep gerçekler ve belgelenmiş olaylar üzerine kurdum.

İnkârı kıran video kaydı 

Siz elinize ulaşan Srebrenitsa Katliamı’yla ilgili bir videoyu yayınladınız. Sırp askerlerinin Bosnalı Müslümanları nasıl katlettiğini gösteren en önemli kanıttı. Halkın tepkisi ne olmuştu bu videoya?
Şok ve sarsılma. Çünkü daha önce Bosnalı Müslümanları hiç böyle görmemişlerdi. Sırp askerler de onların bilgileriyle örtüşmüyordu. Üniformalı ve agresif adamlar, “Hayatımı bağışla” bile diyemeyen sessiz Bosnalıları öldürüyordu. Toplum bunu tam olması gerektiği karşıladı, suçlulara öfke duydu. O vakte kadar bu vahşeti anlatmaya çalıştığımda kimse bana inanmıyordu. Yetkililer tarafından ‘hain’ bulunuyordum. Video bu inkarın kırılmasına sebep oldu. Videodaki askerler Scorpions adlı gruba mensuptu. Hepsi yargılandı, bazılarının 5 yıl gibi düşük cezalar almasına halk büyük tepki gösterdi. Ben toplumun böyle tepki vermesine çok sevindim. Halkların böyle büyük vahşetlerden sonra barışması için yüzleşmesi gerek. O yüzden de belgelemek çok önemli. Türkiye için de.

Kürt sorunu ve Ermeni sorunu için mi söylüyorsunuz?
Evet. Toplumlar ancak kurbanları tanıdığında, ismini cismini bildiğinde vahşetlere inanabiliyor. Türkiye’deki sivil toplum örgütlerinin kayıp mezarları ve kayıp kişilerin isimlerini kayıt altına alıp belgelediğini öğrendiğimde çok memnun oldum. Biz de post-Yugoslavya ülkelerinden sivil toplum örgütleri olarak toplanıp kayıpları kayda geçirmeye karar verdik 4 yıl önce. Sadece Bosna savaşında 96 bin kişinin öldüğünü tespit ettik, hepsinin hikâyelerini olmasa da artık isimlerini biliyoruz. Kosova’daki 13 bin, Hırvatistan’daki 20 bin kurbanın isimlerini sıralayabiliyoruz.

Ancak bu adımları attıktan sonra siyasetçiler üzerinde baskı kurabilirsiniz. Çünkü artık kimsenin inkâr edemeyeceği koskoca bir gerçek vardır. Kurbanlar ete kemiğe bürünmüştür. Uluslararası basın ya da yabancı sivil toplum örgütleri bir ülkeye ne kadar baskı yapabilir ki?
Bunu yapacak olan o memleketin insanları, aktivistleridir. Artık Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmek gibi bir hevesi kalmadığını görüyorum, o nedenle bizim durumumuzda olduğu gibi AB’nin “Yüzleşin” baskısının bir karşılığı olmayacaktır. Hrant Dink Ödülü gecesi bana ümit verdi. Türkiye’deki insan hakları örgütlerinin sandığım gibi depresif, içe kapanık olmadığını gördüm. İktidarın baskısından da korkar bir halleri yoktu.

‘Korkarak olmaz’ 

Siz devletin hiç sevmeyeceği şekilde konuşuyor, kirli işleri açığa çıkarıyorsunuz. Aldığınız tehditlere rağmen nasıl devam ediyorsunuz? 
Siyasetçilerin benden nefret ettiğini biliyorum ama korkan insanların insan hakları aktivisti olması mümkün değil. Liderler yıllarca beni hapse tıktırmakla, ofisimi kapatmakla tehdit ettiler. Bir çok aydın dostuma da bunu yaptılar. İnanın ben umursamadım çünkü elimde belgelere dayanan gerçekler vardı. Bana kalırsa büyük bir güç.

Geziciler Otporcu mu?

Gezi direnişinin ardında Miloseviç’in devrilmesinde etkili olan Sırp direnişçi grup Otpor’un olduğu söylentisi yayılmıştı. Siz ne diyorsunuz?
Olabilir. Gezi’deki gençlerin bir çok eyleminin tipik Otpor özellikleri taşıdığını gördüm. Nedir onlar: Gülen, şarkı söyleyen, şiddetten uzak gençler. Ama bu fiziki ya da organik bir bağ olduğunu göstermez. Otpor barışçıl eylemlerin ve direnişin çok iyi ve etkili örneklerini sundu. Lideri Srdja Popovic bir çok uluslararası ödül kazanmış, dünyanın belli başlı üniversitelerinde barışçıl direnişi anlatan konferanslar vermiş bir aktivisttir. Otpor da bugün artık bir direniş fikridir. Bu coğrafyadaki bu tür deneyimlerin paylaşılması çok doğal ve güzeldir. Bunun için illa Otpor’un devreye girmesi gerekmiyor, zaten yöntemleri biliniyor, herşey açık. Örneğin biz birkaç yıl önce Otpor’un bir kitabını yayınladık. Bence kitabın en komik tarafı Otpor gençlerinin gözaltı hikâyeleri ve polisin onlara Otpor adlı ‘terörist örgüte’ üye olup olmadığını soran saçma sözleriydi.

Ezgi Başaran
17 Eylül 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; radikal.com.tr