Radikal: Plaza işçileri ve Gezi protestolarında harekete geçme nedenleri – Fırat Devecioğlu

Gezi Parkı protestolarında, iş yerlerinden meydanlara çıkan beyaz yakalılar ya da plaza işçileri, memleketimizin yeni nesil orta ve üst sınıfını oluşturuyorlar.

plaza

Birçoğu bu sınıfta yer alabilmek için üniversite, staj, iş bulma, gelecek kaygısı, etraf baskısı, fırsat eşitsizliği, ezici rekabet, hızlı kapital düzenin sosyal adalet problemi gibi bin türlü bela ile uğraşmak zorunda kaldı.

Bu nedenle şimdi sahip oldukları camlı ofisleri için, etrafta olan biten ile ilgilenemeyecek ve kendi sesini duyamayacak kadar yoğun bir kariyer mücadelesine kendilerini adadılar ya da kariyer davalarına gömülmek zorunda kaldılar.

Yetişme çağları, Türkiye’de sosyal devletin birçok açıdan zayıfladığı, hızlı kapital düzenin karga tulumba yaşandığı bir döneme denk geldi. Kısacası, ilkokuldan itibaren, ‘eli ekmek tutacak’ yaşa geldiklerinde şekillenecek olan orta ve üst sınıfta ‘yer kapabilme’ yarışına girmek durumunda kaldılar.

‘ayakları üstünde durmak’ zorunda olan, ‘ne yaparsan kendine’ öğütleri ile büyüyen bir nesilden bahsediyoruz. Fırsat eşitliğinin olmadığı kaygan zeminde, devlet imkanları daralırken, gelişen özel sektörün ‘iyi okul, derece, deneyim, yabancı dil’ gibi türlü beklentilerini karşılama telaşında olan bir nesil.

Hızlı kapital düzenin sürüklediği, bu pek de adil olmayan yarış kulvarı, bugünün beyaz yakalı insanlarını ‘kariyer’ ve ‘tatlı güvenlik alanlarına’ odaklanmalarına zorluyordu.

Zamanında sessizce ‘dershaneye’ giderken, arkasından ‘apolitik’ diye itham edilen bir nesil, Gezi protestolarında, tırnakları ile kazıyarak sahip olduğu plaza ofislerinden kalkıp meydanlara döküldü.
Sosyal medyada ‘sabah 8, akşam 6 ofis, sonra meydanlar’ mesajları eşliğinde güle oynaya protestolara omuz verdiler.

Beyaz yakalılar önce plaza camlarının arkasından baktı, sonra pencereyi açıp seslendi ve nihayetinde soluğu protestoların içinde aldı.

Yeni nesil orta sınıfı oluşturan plaza işçileri, mesai sonrası ‘after work partileri’ bırakıp, meydanlarda, sokaklarda, ‘lidersiz’, ‘doktrinsiz’, mizah dolu yeni bir mücadele pratiğinin geliştirilmesine destek oldular.

Bu süreçte ilgi alanları da değişti; kariyer koçları yerini sosyologlara, gazetelerin insan kaynakları, magazin ekleri ise sağlamından Türkiye analizlerine bıraktı.

Yıllık izinlerinde dahi, bir gözü sosyal medyada ya da aklı meydanlardaki arkadaşlarında kaldı.
Bir tür keyif yarışına dönen facebook’ta, keyif anlarını paylaşma trendi, artık bir vicdan muhasebesi haline geldi.

Protestolara omuz verirken, tatlı güvenlik çemberinin (iş-ev- iyi eş) dışında riskli bir alana çıktıklarının farkındaydılar.

Peki, hayatını kariyerine ve güvenlik alanına adamış beyaz yakalılar, nasıl oldu da bin bir türlü zahmetle sahip olduklarını riske atarak ‘Gezi Ruhu’ nun bir parçası oldular?

Mesai sonrası plazalardan inip, ofislerinden çıkıp, soluğu meydanlarda almalarının sebebi neydi?
Plaza işçilerinin meydanlara döken isyan neden şimdi kendini gösteriyordu?
**** **** ****

Plaza işçilerinin kendi yaşadığı zorluklara isyanı

Orta sınıftan yer kapma kaygısının esiri olarak toplumsal konulardan uzak kalan yeni neslin, rahatsızlık duyduğu meselelerindeki artış, hatta dağ gibi birikmesi, ‘artık yeter’ noktasına adım adım yaklaşmalarını sağladı, harekete geçme potansiyellerini besledi.

Yeni orta sınıftan pay alma yarışında ‘hızlı kapital düzen zorlukları’ altında ezilen beyaz yakalılar, maddi hedeflerine ulaştıkça derinliklerinde hissettiği kendi yaşadığı bu zorluklara isyanı, empati yoksunu iktidar çevreleri karşısında ortaya çıkıyordu.

Neden şimdi?

Gezi protestolarının başlamasına ilişkin zamanlama grafiğinde, sonucunda plaza işçilerinin meydanlara dökülmesine neden olacak şekilde birden fazla unsurun aynı noktada toplandığı görülebilir.

Gezi protestolarının, yeni orta sınıfı oluşturan plaza işçilerinin yavaş yavaş da olsa olgunluk çağını yaşadığı bir dönemde yani ‘kaygılar üstü’ düşünebildiği bir zaman aralığına denk düştüğü söyleyebiliriz.

Aynı bu dönemde plaza işçileri tarafından sosyal medya kullanımının gittikçe hayatın bir parçası haline gelecek kadar artması ve ‘Arap Baharı’ olarak tanımlanan süreçte, sosyal medyanın gençleri organize edebilme kolaylığının tecrübe edilmesi gibi meselelerin hızla yan yana gelmesi, zamanlama konusunda bize ipuçları veriyor.

Yeni nesil orta sınıfın, ‘kariyer mücadelesinde’ geldiği olgunluk zamanı, sosyal medya kullanımındaki artış ve bunun başka coğrafyalardaki organize edebilme gücüne şahit olunmasının verdiği ‘umutlu heyecan’ gibi unsurların yanı sıra, ‘neden şimdi?’ sorusuna cevap oluşturan nedenlerden biri olarak aynı bu sürece denk düşen ve yoğun yaşanan ‘temsil’ sorunundan bahsedebiliriz.

Türkiye’deki memleket sorunlarının ve düşünce dünyasının, ‘siyasal islam’ ya da ‘ulusalcılık’, gibi kutup düşünceler arasında sıkışıp kalması, dünyadan az çok haberdar olan, şehrin keyfini çıkarma, doğa, özgürlükler gibi hassasiyetleri olan plaza işçilerinin temsil sorununu beraberinde getiriyordu.

Darbe anayasaları ile korunan temsil sorunu sandıklardan umudu kesme gibi bir düşünceyi besliyordu ki, bu umudu kesme dalgası, kibirli yönetim söylem ve hareketlerinin gittikçe artması karşısında, sandığı beklemeksizin, meydanlara iten ‘bir şeyler yapma gayretini’ doğurmuştu.

Anlamsızlık, tatminsizlik duygusunun kolektif hareket ile buluşması

Şimdilerin beyaz yakalısının, bugünlere gelmesinde etkili olan, orta sınıf olma yolunda mücadelesine yönlendiren, hücrelerine kadar hissettiği gelecek kaygısının çıkardığı gürültü, ‘kendi sesini’ duyamaz olmasına ya da kendini ‘unutmasına’ neden olan kontrolü zor bir patırtıydı.

Sesine kulak vermeden ya da veremeden, kaygıları doğrultusunda ‘bir şeyleri yapmak için yapmak durumunda’ kalması, zamanla içine işleyen bir tür ‘hayattan tatminsizlik’ duygusuna neden oluyordu.
Uzunca yıllardır, motivasyonel mücadele teknikleri, başarının sırları, takım çalışması, inovasyon gibi eğitim alanlarında yoğurulan plaza işçileri, nihayetinde karşısında x ürününün daha fazla tüketimini sağlama hedefini buluyordu. Bu, büyük işlere motive eden eğitimler, kitaplar sonrasında karşısına çıkan şeyler ise ‘karton hedefler’di.

Bugün iş hayatında, yaptığı işi seveni bulmanın çok zor olduğu zamanı yaşıyoruz.

Zamanında hayranlıkla baktığı plazaları, bolca tatminsizlik duygusu ile dolduran bugünün beyaz yakalıları, mevcut hayat seçimlerinin gerçek nedeninin, yaşadığı ‘derin gelecek kaygısı’ olduğunun da farkında.

Bireyselleştikçe bağlılığı azalan beyaz yakalıların, anlam arayışına çare olarak, şirketlerin ilgili departmanlarınca geliştirilen, misyon, vizyon, inovasyon, strateji gibi allanıp süslenen uygulamalar, onlarda ancak geçici, uçucu bir motivasyonu sağlayabiliyor. Kapital düzenin hevesle istediği ‘Manhattan’a tepeden bakarken kendini hayal eden iş insanı’ profilini beslemiyor.

Bu derinlerde saklanan ‘tatminsizlik ya da anlamsızlık’ duygularının, beyaz yakalının, yakasından yapışarak meydanlara indiren ya da harekete geçmesinde hiç de hafife alınmaması gereken bir itici güç olduğunu söyleyebiliriz.

Bir anlamda, ilgi alanlarına, yeteneklerine ya da sevdiği işlere yönelmesinin önünde engeller çıkaran sistem, sevmediği işi yapan plaza işçilerine neden olurken, buradan ortaya çıkan ve artık yeni sınıfın olgunlaşması ile biriken ‘tatminsizlik’ duygusu sisteme olan ‘serzenişi’ de içeriyordu.

Gezi Parkı protestolarında beyaz yakalıların meydanlara dökülmesini, küçük bir kolektif hareket ile (Gezi’de nöbet tutan az sayıda gruba müdahale karşında toplanılmaya başlanılması) meydanlarda buluşmaya çoktan hazır ‘tatminsizlik’ ve biriken ‘bireyi törpüleyen sisteme isyanın’ bir araya gelmesinin güçlü bir örneği olarak değerlendirebiliriz.

Bireysel alanı koruma refleksi

Plazalardan inip, meydanlara çıkartan bir diğer itici unsur da ‘bireysel alanı koruma zamanının artık geldiği düşüncesi, kendi sahip olduklarını koruma refleksi’ diyebiliriz.

‘pay kapma’ yarışını önde bitirip, hayalindeki ‘maddi’ hayata yavaşça ulaşan beyaz yakalılar, özgürlüklerini yaşamak istedikleri orta sınıflarının yeni olgunluk zamanlarında, bireysel alanlarına yönelik bir tür ‘saldırı’ hissetmesi, bunu koruma adına ‘savunmaya’ geçmelerine neden olduğu görülüyordu.

Tam da yoğun hayat mücadelesi sonrası, maddi hedeflerini özgürce yerine getirmeye başlamış yeni orta sınıfın, hevesini kursağında bırakan kibirli devlet baba yaklaşımları karşısında sahip olduklarını koruma isteği, hazırda devlet müdahalesi ile ‘aksiyona’ dönüşmüş Gezi Parkı alanlarını gözlerine kestirmelerine neden oluyordu.

Bireysel alanında özgürce yaşamak istediklerinin karşısına, ‘empati yoksunu’ bir iradenin dikiliyor olmasının, beyaz yakalının kariyer mücadelesinden özgürlük mücadelesine geçişini aralayan bir kapı oluğunu söyleyebiliriz.

Semboller dünyası ve görünür olma

Gezi olaylarında, kalabalığın artması meşruluğu besliyor, protestoların parçası olmak artık güvenli ve mutluluk verici bir hal alıyordu.

Gezi parkı, bir diğer yanı ile bireyi ‘görünür’ kılan, kendini ifade etmede ‘işe yarayan’ bir platform olarak kendini göstermeye başlaması, sembollere ve kendini görünür kılan şeylere sahip çıkma refleksine sahip beyaz yakalı yeni orta sınıfça sahiplenilmesini körüklüyordu.

Yeni nesil, şehir merkezlerindeki ‘yarış kültürü’ nün var ettiği semboller dünyasında yerini almaya çalışan bir orta sınıftı. Sanal ihtiyaçlar üreten, bu ihtiyaçlar karşılanmaz ise ‘yaşayamayacakmış’ gibi hissettiren bugünün kapital düzeninde, bir şeyleri ispatlama, görünür, konuşulur olma gibi beklentiler, en kısa yoldan ‘semboller dünyasına’ sığınarak ulaşılabiliyordu.

Bu noktada, yeni neslin, başta küçük kolektif bir hareket karşısında hızla harekete geçmesinde Gezi Parkı’nın kendilerini ‘görünür kılma’ işlevselliğinin önemi karşımıza çıkıyor.

Hızlı, sanal ihtiyaç üreten, karmaşık, çok uyarıcılı yaşadığımız bu çağda, sosyal medya, marka satın alma gibi kısa yoldan kendini anlatma düzeneklerine önceden bu yana ilgisi olan yeni nesil, aslında Gezi Parkı’na da bildiği gibi davranıyordu. Onu bir başkaları gözünde, daha az zahmetle, görünmek istediği gibi gösteren bir düzene sahip çıkıyordu. Bunun tek bir şekli kaydı vardı. O da plazalardan inip meydanlara yürümek ve onlar da bunu yapıyorlardı.

Taksim etkisi

Taksim, gençlerin, en rahat bir araya geldiği, farklılıklarına dokunulmadan hareket edebildiği, belki de düşünce dünyasında bir tür ‘son kale’ çağrışımı yapan, ‘sonuna kadar’ kendisini ve orada bıraktığı anıları korumaya hevesli olunan, tarihi dokusu ile ilham kaynağı olan bir yer.

Ana akım medya yer vermese de, Taksim’deki birçok şeyde olduğu gibi herkesin kendi balkonundan görebildiği insanlara yapılan vicdandan yoksun ilk müdahalenin yerinin Taksim olması, ‘mağdur insanı ve Taksim’i (evini)’ koruma duygusu, artık yerinde tutulamaz harekete geçme coşkusuna neden olan önemli unsurlardan biriydi.

İktidarın tutumuna karşıtlık gibi çok genel bir ortak paydada bir araya geliniyor olması, ‘sicil korkusu’ ile büyüyen plaza işçilerinin, herhangi bir örgütün içinde var olmama iç rahatlığına neden oluyordu.
Bu bir yandan sayıca çokluğu diğer yandan plaza işçilerinin olası ‘piyon olma’ korkularını da aşmalarını sağlıyordu.

Fırat Devecioğlu
26 Ağustos 2013
Kaynak;radikal.com.tr