Radikal: Genç Werther’i barikatta gördüm – Barış Acar

Şimdi direnişten çekilmiş her karede, izlediğim her videoda Werther’i görüyorsam Bayülgen bana kızmasın. Kitaptan sokağa teslim edilmiş Werther, hepimizin olduğunca Bayülgen’in de ümidi gibi geliyor bana.

gencwerther

Kendisi farkında ya da değil, ama biz Okan Bayülgen’le Gece Kuşu’dan beri mektuplaşıyoruz. Gece Kuşu’nun arsız çocuğu olarak ters ters konuşmaya başladığında bizim kuşağımız ana akım medyada ilk kez bir ses bulduğunu hissetmişti çünkü. “Görünür”ün dünyasına bakan ama seyircinin alığına oynamayı reddeden bir tavrın ilk temsilcisiydi. Geceleri uyuyamayan, kentin çarpık sokaklarında yaşam bulamayan, ama televizyondaki envai türden rezilliğe de katlanamayan sıkılmış bir kuşaktandık. Pekçoğumuz, Marksist damarımızın ağırlığına rağmen, Ece Ayhan meşrebince bir de küfür savursa diye geçirirdi içinden.

Okan Bayülgen programdan programa atladıkça bizim de sokurdanmalarımız arttı, mektuplarımızın üslubu sertleşti. Bir adım daha atsa gösterinin fiyakasını bozacaktı belki ama o inatla bir takım saçma adam ve kadınlarla vakit öldürmeyi yeğliyordu. Televizyon Çocuğu’nda, Zaga’da, NTV programlarında tam da “İşte, bu!” dediğimiz yerde bir yolunu bulup “Ama o kadar da değil”e getiriyordu lafı. İktidardan nefret etse de onu en iyi temsil eden ümitsiz bir protagonistin trajik kaderini yaşıyordu sanki. Zaman zaman ayyuka çıkan sıkılmışlık hali, kendini öldürmeye yazgılı olduğunu bile düşündürüyordu. Oyunculuğu, fotoğrafçılığı, kamera arkasında kendine bir göz arayışı on dokuzuncu yüzyıldan kalma anarşist bir prens havası katıyordu portresine.

İşte bu yüzden, tam da yıkıntıların arasında kayboldu derken Gezi’de Genç Werther’i okumaya başladığında Bayülgen kendi tarihinde yeni bir dönemeç yarattı. Bu jest, gündelik yaşamın içinden doğmuş ve bu yüzden yaratıcısını dahi korkuya düşürmüş Werther’i yeniden yerine iade ediyordu çünkü. Genç Werther aşkı uğruna sokağa çıkıyor ve yüksek sesle mektuplarını okuyordu.

Werther’in edebiyat tarihindeki önemi, sıklıkla öne sürüldüğü gibi, Goethe’nin ağdalı cümlelerinden, aydınlanma idallerinin yüceliğinden, akıldan, yükselen burjuvazinin taleplerinin canlılığından falan gelmiyordu. Voltaire’de, Rousseau’da bu dil çoktan kurulmuş ve en şaşalı biçimiyle temsil edilmişti zaten. Eleştirmenleri telaşlandıran, uzun yıllar Goethe’nin peşinde bir hayalet gibi dolaşan Werther’in gücü, onun kuramsal değil yaşayan bir karakter olmasından geliyordu. Genç Goethe’nin yaşantısının bire bir içinden gelmesi, tanıklıklarının dökümü olması ve aynı biçimde yayımlandıktan sonra da yaşama geri dönmesiydi edebiyat tarihi açısından ürkütücü olan. Goethe’nin kendisi aşk acısı çekiyor, yakınındaki arkadaşı intihar ediyordu. Daha Werther yazılır yazılmaz da birileri çıkıp onun yaşadığı gibi yaşamaya çalışıyor, daha doğrusu kendi yaşamlarında kaybettikleri izleği Werther’de buluyorlar, onunla özdeşleşerek sokaklarda dolaşıyorlar, hatta onun gibi ölümü seçecek kadar ileri gidiyorlardı. Yaratıcısına rağmen Werther’in sokağa çıkmasıydı onu edebiyat tarihinin en tedirgin edici figürüne dönüştüren.

Gezi Direnişi’nin hepimizin belleğinde unutulmayacak izler bırakan karelerini yaratan insanların, yaşama arzusunun ölümü göze alacak kadar peşinden gidilmesi anlamında, Genç Werther’in tutkularının bir yansıması olmadığını kim öne sürebilir?

Bu yüzden Bayülgen, belki de sokakları dolduran binlerce insan gibi, çok da farkında olmadan, sadece “yaşama arzusu”yla Werther’in dilini Gezi’ye taşıdığında hem kendisi hem Direniş için önemli bir kırılma gerçekleştirdi. Genç Werther yeniden sokağa çıktı. Üç-beş tane ağacın altında büyük ormanların kokusunu duyarak kalabalığa karıştı. O günden sonra Bayülgen geri çekilse de ben her gün Genç Werther’i direnişte barikatlarda gördüm. Hem de bir değil bir çok kez. Hem de bir değil birçok kılıkta. Hem de sadece Taksim’de değil, Güvenpark’ta, Gündoğdu’da, Armutlu’da, Eskişehir’de, Diyarbakır’da, Gaziantep’te, Samsun’da…

Marmara İletişim Fakültesi’nde yaptığı ve İHA’ya ve takipçilerine bol malzeme sağlayan konuşmasında, İktidar mücadelesi sandıkta yapılır. Sen iktidar mücadelesi yapmak için sokağa çıkarsan adam sana gaz değil kurşun da sıkar” derken Bayülgen, belki de aynen Goethe’nin yaptığı gibi, Werther’i kendi elleriyle saldığı sokaktan geri çekmeye çalışıyordu. Ancak Werther’in ruhu çoktan Ethem Sarısülük’e, Abdullah Cömert’e, Mehmet Ayvalıtaş’a, Mustafa Sarı’ya, Medeni Yıldırım’a, Ali İsmail Korkmaz’a geçmişti. Bütün iktidarların bal gibi bildiği ve türlü hileyle gizlemeye çalıştığı, siyaset yapmanın bir mekânı yeniden düzenlemek olduğunu Genç Wertherler çok iyi biliyordu. Türkiye tarihinde çok uzun zamandır ilk kez istençlerini böylesine ortaklaştırarak bir sokak inşasına kalkıştılar. Kirli politikalarıyla iktidar peşine düşenlerin “sandık”ına karşı bedenleriyle içinde yaşadıkları sokağı seçtiler. Yaşamak için sokaktaydılar. Yaşamak için barikatlardaydılar. Yaşamak için kendilerine bomba atanların gözlerine baktılar. Bu, medyası bedeni olanların kendi mektuplarını okuma biçimiydi.

Şimdi direnişten çekilmiş her karede, izlediğim her videoda Werther’i görüyorsam Bayülgen bana kızmasın. Kitaptan sokağa teslim edilmiş Werther, hepimizin olduğunca Bayülgen’in de ümidi gibi geliyor bana. Her şeye karşın ben onun mektuplarını takibe devam edeceğim. Bu da benim ona son mektubum olsun.

Sağlıcakla…

Barış Acar
23 Temmuz 2013
Kaynak; radikal.com.tr