Radikal: Büyük gözaltı paketi ufukta, #Direnanayasa

Polis mevzuatında önleyici gözaltı düzenlemesinin 1982 Anayasası’nın temel hak ve özgürlükler rejiminde dahi benimsenmesi mümkün değildir.

gozalti

Türkiye ’de kolluğun ceza adalet sistemi içindeki işleyişine ve bu topraklara özgü bir polis altkültüründen bahsedilip bahsedilemeyeceğine ilişkin bilgilerimiz bir hayli sınırlı. Bu durumun henüz alanın özgül bilgisine odaklanan kriminoloji ve sosyolojinin birer disiplin olarak gelişme sancıları çekmesiyle bağlantılı olduğu konusunda hiç kuşku yok. Ne var ki, Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından tutulan suç istatistiklerine erişimin polis bültenleri ile sınırlı olmasından, polis mevzuatına ilişkin çalışmaların gözlerden uzak bir biçimde ‘kotarılmasına’ kadar bir dizi göstergenin varlığı bu alana dair bilgi ve veri eksikliğinin Türkiye açısından daha yapısal sorunlara işaret ettiğini gösteriyor. Aynı nedenlerle, yaz aylarında kitlesel gösteriler sırasında yaşanan ölümlerin, yaralanmaların ve bu şiddet sarmalı ile bağlantılı olduğu izlenimini uyandıran polis intiharlarının, polisin zor ve silah kullanma yetkisinin gözden geçirilmesine neden olması gerekirken, kolluğun yetkilerinin arttırılması çabaları gündeme gelebiliyor nitekim. Barolar, üniversiteler ve insan hakları örgütlerinin dahil edilmediği, bir gazetenin haber kadrajına tesadüfen giren yeni ‘etüt’ çalışmasının merkezinde ise haberi kısmen doğrulayan İçişleri Bakanı’nın Avrupa’da da benzer uygulamaların bulunduğunu bildiren demecinden anlaşıldığı üzere önleyici gözaltı var. Özellikle toplantı ve gösteri özgürlüğüne dönük de facto engellemelere hukuki bir altyapı kazandırmanın amaçlandığına ilişkin ciddi tereddütler uyandıran bu idari tedbir, kişi özgürlüğünün kişi henüz suç işleme şüphesi altında iken, hâkim kararı olmaksızın kısıtlanmasından mütevellit. Bu haliyle, aşağıda tekrar değinileceği gibi, 1982 Anayasası’nın kişi özgürlüğü ve güvenliğini düzenleyen 19. maddesine, hiçbir idari eylem ve işlemin yargı denetiminden muaf olamayacağını belirten 125. maddesine aykırı. Dahası, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılabildiği anayasal istisna rejimi öngören iki kanunda, 2935 sayılı Olağanüstü Hal ve 1402 sayılı Sıkıyönetim kanunlarında dahi polise önleyici gözaltı yetkisi verilmiyor.

Avrupa’da önleyici gözaltı

Öncelikle belirtmek gerekir ki, pek çok Avrupa ülkesinde geniş anlamda ‘önleyici yakalama’ tedbiri, ‘kamu düzeni ve güvenliğini’ sağlamak amacıyla göçmenler, akıl hastaları, uyuşturucu bağımlıları gibi belli gruplara karşı uygulanmak üzere mevcut. Bu haliyle, önleyici gözaltı, zaten polisin hangi hallerde idari yakalama kararı alabileceğini hüküm altına alan Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu (PVSK) 13. maddede de düzenleniyor. İlgili madde usulüne aykırı şekilde ülkeye giren ya da haklarında sınır dışı etme kararı alınmış, uyuşturucu madde veya alkol bağımlısı kişilerin bulunduğu geniş bir kataloğu içeriyor. Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği’nin ‘muhafaza altına alma’ olarak belirlediği bu tedbir (md. 4) bir suç işlendiğini düşündürecek emarelerin varlığı ve zorunlu olması dolayısıyla başvurulan gözaltı işleminden (Ceza Muhakemesi Kanunu md. 91/2) önemli farklarla ayrılır. Her iki işlemde de polis tarafından kişinin özgürlüğü kısıtlanırken, ilkinde amaç genellikle kişinin ilgili kurumlara nakli iken, ikincisinde ise suç işlendiğine dönük makul şüphenin varlığı halinde cumhuriyet savcısının kararı doğrultusunda suç delillerinin elde edilmesi ve muhafazasıdır.

Henüz suç işlememiş fakat suç işleyeceği şüphesi altındaki kişiler bakımından önleyici gözaltı Avrupa’da tarihsel olarak faşist rejimlerde (örneğin, Nazi iktidarı döneminde temerküz kamplarında ‘tutulma’), olağanüstü hal veya askeri ceza mevzuatı içinde mümkün olabilmiştir. En tartışmalı haliyle önleyici gözaltı, İrlanda’da İngiltere’nin IRA’ya karşı ilan ettiği ve olağanüstü mahkemeleri dahi haiz (Diplock Courts) istisna rejimi dahilinde yaygın bir biçimde başvurduğu ve Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’nun da 1976 yılında işkence yasağı çerçevesinde değerlendirdiği süresiz gözaltı uygulaması olarak ortaya çıkmıştır. Kuzey İrlanda ile ilgili barış görüşmelerine başlanması ile birlikte 11 Eylül sonrası terörle mücadele yöntemlerini çok tartışmalı bir zeminde devam ettiren İngiltere’de, ev hapsinden kişinin belli yerlere gitmesinin sınırlandırılmasına kadar muhtelif yükümlülükler içeren önleyici kararların ve önleyici gözaltı tedbirinin düzenlendiği doğrudur. Fakat terör mevzuatının söz konusu hükümleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin birden fazla hükmüne aykırı olduğu İngiltere’de sıklıkla dile getirildiği gibi, ancak istisnaen uygulanmaktadır. Dolayısıyla, İngiliz örneği bakımından suimisalin emsal olamayacağının hatırlanması gerekir.

Almanya örneği

Kıta Avrupası hukukunda bizim de çok yakından takip ettiğimiz ayrıksı bir örnek, bu bağlamda Alman hukukudur. Almanya’da federe devletlerin polis mevzuatı çerçevesinde işlenmesi muhakkak bir suça veya idari para cezasına tabi kabahatin önlenmesi için zorunlu olması durumunda, işlemin hukuka uygunluğu hâkim tarafından gecikmeksizin karar verilmesi şartı ile önleyici gözaltıya başvurulabilir. Fakat hâkim kararı olmadan yakalamaya ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde başvurulabileceğini hüküm altına alan 1982 Anayasası’ndan (md. 19/4) farklı olarak, Alman Anayasası’nın 104/2. maddesi açıkça polise yakalama işlemini müteakip günün bitimine kadar gözaltında tutma yetkisi vermiştir. Almanya’da çok sınırlı hallerde başvurulan, kamuoyunda önleyici gözaltı bahsinde kimi atıflarla tartışılan AİHM’nin Ostendorf/Almanya kararına dayanak olan bu hüküm, ancak buna imkân tanıyan bir anayasal çerçeve içinde uygulama alanı bulmuştur. Nitekim bizim anayasamızdaki hükmün bu tür bir düzenlemeye imkân tanımayacağını da burada vurgulamak zorunludur. Alman hukukunda polise tanınan yetkilere rağmen, uygulamada polisin keyfi tutumunun önemli ölçüde sınırlandırıldığı da eklenmelidir. Örneğin, Alman Anayasa Mahkemesi, 2011 yılında bireysel başvuru üzerine verdiği bir kararda gözaltına alınan başvurucunun fotoğraflarının çekilebilmesi için akşam 20.30’dan 01.30’a kadar bekletilmesini anayasa ihlali olarak değerlendirmiştir (Bundesverfassungsgericht, 8.3.2011).

Türkiye’de ise yargıda temel hak ve özgürlüklerle ilgili böyle bir hassasiyetin olduğunu söylemek güçtür. Aksine, işkence ve kötü muamele ile ilgili etkin soruşturma yapılmaması nedeniyle Türkiye aleyhine AİHM kararlarının da gösterdiği ve yargı üzerine yapılan kimi çalışmalarda dile getirildiği üzere yargıda zihniyet kalıpları da zaman zaman etkin soruşturma ve adil yargılanmanın ‘es geçilmesine’ neden olabilmektedir. Böyle bir denetimden ve müdafi tayini gibi temel haklardan mahrum bir önleyici gözaltı uygulamasının, özellikle son zamanlarda yoğunlaşan keyfi gözaltı ve kötü muamele iddiaları dikkate alındığında, yol açabileceği sonuçların vahametini şimdiden öngörmek mümkün. Öte taraftan, ‘şüpheliden’ delile gidilmesinin, yine son zamanlarda sık sık polis fezlekelerinde gördüğümüz delillerin deniz gözlüğü, toz maskeleri ve baretler olduğu da hatırlandığında, kural haline gelmesinin de yargılama sürecinde telafisi mümkün olmayan sonuçları olabilecektir ki, böyle bir düzenleme anayasa 38/5 ve 6 ile Ceza Muhakemesi Kanunu’ndaki yasak delillerle ilgili hükümlerin zımnen ilgası anlamına gelecektir. Halihazırda, pozitif hukuk, PVSK Ek Mad. 3 ve 7 çerçevesinde polise haberleşme özgürlüğü ve özel hayata saygı hakkı ile bağdaşması esasen mümkün olmayan anayasallığı tartışmalı geniş kapsamlı önleyici kolluk yetkisi tanıyor. Bu tartışmalı yetkilerin dışında, ayrıca, polis mevzuatında önleyici gözaltı düzenlemesinin 1982 Anayasası’nın temel hak ve özgürlükler rejiminde dahi benimsenmesi mümkün değildir.

Öznur Sevdiren
17 Ekim 2013
Kaynak: radikal.com.tr