Sendika.org: “Organik” demokrasi ve “hassas” vatandaşlar – Özgür Babaoğulları

Şükürler olsun, ‘’biyoloji’’ meselesinde açılımların devamı geldi: Doğal müdahale.  Tabir, bizzat İçişleri Bakanı’nın: “İstanbul’da tekrar kanunsuz gösteriler için arayışlar, zorlamalar var. Polisimiz de buna izin vermiyor, bu gayet doğal.’’ Muammer Güler devamındaysa şunları söylüyor:

Oralarda biz toplantı gösteri ve yürüyüşlerine izin veremeyiz, vermeyiz. Orada toplantı ve gösteri yürüyüşü yapmadan Gezi Parkını diledikleri gibi kullanabilirler. Çadır kurdurmayız. Kanunsuz toplantı ve gösteri yürüyüşü olursa TOMA’sıyla da polisiyle her türlü araç ve gereçle tabii ki oradayız. Şu anda İstanbul’da tekrar kanunsuz gösteri için arayışlar, zorlamalar var. Polisimiz de buna izin vermiyor. Gayet doğal.”

Böylece milli demokrasimiz yeni bir kutsal üçlemeye kavuştu: Tamamı fresh ‘’müdahaleler, biber gazları ve ölümler’’…

Zulmün hakikatine karşı hayretin bittiği nokta, faşizmin tecelli-gâhıdır . Kötülüğün sıradanlaşıp hukukun meşruiyeti teğet geçtiği böylesi bir körlüğün nişânesi de katranlaşan vicdanlar ve gardıroba asılan kişiliklerdir. Huzur-ı makamında merhum Dink’in tehdit edildiği ve bu meselenin soruşturmasının dahi olmadığı gibi, makam sahibinin Bakan yapıldığı bir ülkede Gezi’deki -tabiri câizse- ‘’üç-beş’’ gaz fişeğine hayret etmek zor. Nürnberg Yargılamalarında Berlin SS bölge şefinin savcı yapılması neyse, Muammer Güler’in bakanlığı benzer manaya gelir çünkü. Ve bu şef Gezi ‘deki zorbalık için ferman vermeye devam ediyor.  Her şeyden evvel, böylesi bir muktedîrin sözünün ‘’güvenirliğine’’ inanmak mümkün müdür?

Mümkün değil de, bunun evveli de var. Daha geçenlerde andığımız Madımak Katliamı’nda, dönemin iktidar zevatı hep bir ağızdan ‘’tahrik’’ demişlerdi. Tansu Çiller’i birçokları ‘’nefretle’’ ansa da garip ‘’dürüstlükle’’ konuşurdu hiç değilse: ‘’Çok şükür, otel dışındaki halkımız zarar görmemiştir!’’ Küçük bir not: Aralarında Cengiz Çandar, Nazlı Ilıcak ve Fehmi Koru’nun olduğunu bugünün ‘’cevval demokratları’’ ve ‘’darbe karşıtları’’ ise o günlerde Aziz Nesin’e pek içerlemişlerdi: ‘’Halkın inancını küçümsüyor!’’ Kasımpaşalı yiğit Başbakan’ımızın performansı da fena değil. Bizzat kendi semti Kasımpaşa’da yapılan bir muhalif eylemde pompalı tüfekle sağa sola ateş eden ‘’pehlivan’’a  mahallemde racon kestirmem edasıyla “ vatandaş kendini savunuyor’’ demişti.   Taksim’deki protestoda etrafa salyalar akıtarak saldıran palalı ‘’pehlivanı’’ da önce AA yöneticilerinden Mustafa Ekici savundu: “Palalı adamlar göstericilerin çıldırttığı bir esnaf; parasını bile alamadan müşterileri kaçtı”. Muktedirin maaşlı PR memuruna destek Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’dan gecikmedi : “…Birileri gösteri yaparken, birilerinin ekmeğine, aşına mani oluyorlar. O insanların çekleri, senetleri var…’’  Saldırganın babasının bile ‘’…ne olursa olsun, yaptığı kabul edilemez; özür diliyorum…’’ dediği bir yerde bunlarda utanma hak getire. Savunmaları da karakterlerine uygun: Demokratik hak, meşruiyet ve hukuk hak getirip ‘’çek-senet tahsildarlığına’’ soyunuyorlar ki üzerlerine cuk diye oturmakta. Yüzbinlerce vergi mükellefi emekli yurttaşın ödediği standart ‘’ticari vergilere’’ ek olarak bir de SGK destek primi adı altında düpedüz haraç kesen mafyatik şark tüccarı zihniyetinin ‘’geçim derdi’’nden yakınması bana hep toplu tecavüz ayininde dans edip el şıklatan sapıkların hanımlarına olan ahlak düşkünlüğünü hatırlatıyor.

Zalimin hakikati, gerçeküstü metaforlar ve simgeler üzerine kuruludur. Böylece zulüm gibi ‘’negatif’’ anlam yüklü bir fiil, gerçeküstü varoluşsal imgeler yoluyla sıradanlaşır. Sarih bir akla ne denli absürt görünürse görünsün, iktidar propagandası kendini  ‘’hassasiyetler’’ üzerinden zehirli bir şehvetle var eder.  Şefimiz, tam da bu noktada tüm otoriter devlet simsarlarının sığındığı eski bir tekerrüre yaslanmakta: Kanun!  Düzen’in temel ‘’belirleyen’’ olduğu muhafazakar ve paternalist bir toplumsal şablonda ‘’kanun’’, yazılı ve töresel tüm biçimleriyle asli değerdir.  Fillerin hükmü  ‘’toplumsal meşruiyet’’e göre değil; meşruiyetin hükmü ‘’kanun’’ yani yasaya/töreye göredir. Peki ya kanunun meşruiyeti? Gelişimini az çok tamamlamış parlamenter bir demokraside ‘’denge’’ üzerine kurulu bir güçler terazisinde ‘’demokratik prensipler’’ normalde bu meşruiyete yön verir ki böylesi bir yön tayininin arkasında basbayağı uzunca ve sancılı bedeller ödenerek kazınmış bir tarih yatar. Bir avuç ahmağı bir kenarda tutarsak cinsel şiddeti kolay kolay kimsenin ‘’tahrik’’le anamayacağı gelişkin Batı toplumlarına karşın; toplu ve organize tecavüz ayinlerinde ‘’rıza parametresi’’ arayan muhteşem(?) bir toplumsal ahlakı düşünelim. Mikro ve makro faşizmin tüm veçheleriyle kendini var ettiği Türkiye’de şefimizin ‘’kanunu’’ tecavüzün ‘’rıza ahlakının’’ sosyal meşruiyetine yaslanır! Merkezinde insan onurunun ve eşitliğinin olmadığı bu ‘’töresel’’ keyfiyet için demokrasi;  cinselliği erkeklik organının boyutu ve şehvetinden ibaret gören narsist bir erkek prototipinden farklı değildir. Yaslandığı mezhepçi, şoven ve paternalist değerler skalasının temsili ‘’vatandaş’’sa, erkekliğine kelebek konsa incinecek ‘’duyarlı’’ vatandaştan başkası değildir.  Ellerindeki ‘’pala ve satırlar’’sa ‘’erken uyarı sistemleri’’ gelişkince vatandaşlarımızın her daim ev ve iş yerlerinden eksik etmedikleri organik ‘’ürünler’’.

Cemaat ve imamın böylesine ‘’uzlaştığı’’ töresel raconda, ilginçtir ‘’camiye ayakkabıyla girmek’’; kutsi bir mekana tecavüzden ‘’çok’’, raconu gelişi güzel bozmak manasına gelir! Zira ‘’cami’’-kelime anlamına tezat- , aslında herkesin hatta tüm müslümanların değil; ayak boyları tescillenip onaylanmışların mekanıdır sadece!  Onca karmaşanın içinde kendini camiye  zor atan ehl-i mazluma feveran etmek, Allah’ın evine ‘’pasaport soran’’ bir şirk-bazlık değilse n’ola acep? Nitekim Efendi’nin baş fetvacısı Diyanet İşleri Başkanı lafı hiç eveleyip gevelemeden konuştu:

…İçinde her türlü şiddeti barındıran bir kalkışma hareketinde bir camiyi üs olarak, karargâh olarak kullanabilir miyiz, kullanamaz mıyız? Kamuoyu daha çok içki içildi mi içilmedi mi tartışması yaptı. Ama bence daha çok üstünde durulması gereken nokta burası. Biz bunu kabul edemeyiz Rapordan anlaşıldığı kadarıyla önceden oraya getirilen tıbbi malzemeler ve diğer malzemeler bunu gösteriyor. O camide namaz kılan cemaat olarak, vatandaş olarak kabul edemeyiz…’’

Tecavüz edilen binlerce kadında, resmen katledilen taşeron ve güvencesiz işçilerde, savaş zayiatı bile görülmeyen Roboski katliamında ve daha sayılamayacak nice toplumsal trajedide ağzının kenarıyla konuşmaktan imtina eden fetva makamı için ‘’insan yaşamı ve onuru’’ elbette töreden/kanundan ve dolayısıyla ‘’racon’’dan değerli değildir.

Yeri gelmişken söyleyelim: Demokrasiyi, evrensel vicdan ve prensipler ile sarih bir akla yaslanan ilkeler bütünlüğü olarak değil de arkaik erkek egosu, saplantı, zihin ve yozlaşmış inançlarının cilası olarak araçsallaştıran siyasal bir ahlakın yat Allah kalk ‘’darbe’’den şikayet etmesi tam bir yüzsüzlük örneği. Üstelik, tam 11 yıldır darbenin hem kurumlarının hem de yasalarının üzerinden iktidarlarını halen var etmeleriyse tam bir Türk tipi hiper sağ pespayeliktir.  Aklın ve erdemli olan her şeyin ters-yüz edildiği böylesi bir nizamın ihtiyacı olan tek şey vicdanların katranlaşıp kötülüğün organikleşmesi yani doğallaşmasıdır; zira hangi ‘’köle tüccarı’’ yaptığı işin rezilce bir pespayelik olduğunu iddia eder ki? İşte bu kafanın arzu ettiği vatandaş ‘’tipi’’yse,  kedi yellenmesinden bile incinecek narin bir erkekliğe sahip olup havsalası katıksız biçimde şaşırmış ‘’tahrik özneleri’’dir. İnsan onuru ve aklını ‘’erkekliğinin’’ ve ‘’kaslarının’’ boyundan ibaret gören bu makbul ‘’tahrik tipolojisi’’ için nedensellik ilkesi uzay-zaman düzleminde henüz var olmamış mistik bir örüntüden ötesi değildir.  Doğallığın ‘’katranlaşması’’ denebilecek bu ‘’hassas’’ oluşta demokrasinin ‘’organikleşmesi’’nin manası için Lice’deki ‘’esrar tarlalarına’’(!) bakmanız kafidir. İki defa haritadan silinmek istenmiş Lice için ‘’karakol’’ sembolü yaralı bir vicdanın acı hatırası değil de olsa olsa ‘’esrar rantı’’ imiş. Anladınız siz onu!

Özgür Babaoğlu
9 Temmuz 2013
Kaynak; sendika.org