Yeni Özgür Politika: OCCUPY GEZİ ‘Kentin ruhu ülkeyi ayaklandırırken’ – Sırrı Süreyya Önder

#Occupygezi eylemleriyle başlayan bu süreç, günümüzde değiştirilemeyecek olan tek hakikatin sokak olduğunu, Kürt halkının defalarca kanıtladığı üzere Batı’daki Türkiyeliler’e yeniden kanıtlamış oldu. Şimdi tüm dünyada #ChangeBrazil sloganıyla yayılan eyleme de el veren bu ayaklanmayı doğru okumanın yolu, dünyayı yönetenlerin neoliberal iradelerini anlamaktan geçiyor.

sirrisureyyaonder

AKP Hükümeti ve belediyeleri temel stratejilerini çok uzun süredir neoliberalizm üstüne kurmuş durumdalar. Kentin çeşitli alanlarında yapılan ‘kentsel dönüşüm’ çalışmalarıyla günbegün artan ve soylulaştırma adı altında ‘yoksulu kentten sürme’ ve markalarca ‘işgal edilmiş’ bir kent yaratmadan ibaret olan bu çalışmalar Tarlabaşı’nda, Emek’te, Sulukule’de, İzmir’de Buca’da ve Türkiye’nin birçok yerinde devam ediyor.

90’larda Türkiye’ye geldiğinde Imagine’i söylemekten imtina eden Joan Baez, Türkiye’deki direnişe destek olarak Imagine’i seslendiriyor. Bir ruh tekrar ayağa kalkarken, Türkiye’deki legal muhalefetin tamamı, farkında oldukları ama gücünü geçmişte ölçmekte zorluk çektikleri sokak muhalefetinin 90’lı gençler ile tekrar zirveye ulaşmasını tecrübe ederken, güven tazeliyorlar. Elbette biz de mücadelenin destekçileri, içinde olanlar olarak bu genç kuşağın hareketliliğinden öğreniyoruz.
Dikine değil, yatay biçimde süren karar verme süreçleriyle, herkesin katılımcılığıyla kendini öne çıkaran bu ‘direniş komünleri’ parkın polis tarafından işgalinden sonra dahi karar verme süreçlerini demokratiklikten uzaklaştırmıyor, ‘çokluk’ diyebileceğimiz farklılıklara rağmen bir aradalığı öne çıkaran bu seküler hareket, başlangıçtaki ‘ağaç’ mesajını kendi iradesiyle aşarak, barışçıl ve yaratıcı eylemlerle Türkiye için ‘yeni koşullar’ yaratıyor.

Bu koşulları doğru okumanın yolu; bu insanları doğru okumaktan geçiyor. Aile baskısından önce Başbakan baskısına karşı kendini korumak zorunda kalmış bu kuşak için ‘orta sınıf ailelerin adrenalin arayan çocukları’ yakıştırmasını yapmak ve direnişi depolitize etmek, her anlamda bizim zararımıza olur. Keza, Başbakan Erdoğan’ın kürsüsündeki söylemin politik olduğunu söylemek çok güç. Politik anlamda kontrolü yitirmiş bir liderin bu kadar açık biçimde ülkesini ‘kaosa’ sürüklemesi mi daha politik bir tutumdur, yoksa parklarda forumlar kurarak Kürtlüğü, kadınlığı, ekolojiyi, eşcinselliği tartışan gençler mi?

Bu eylemin en önemli yanı; örgütlü siyasetle örgütsüzlüğü böylesine eşitleyici bir ortamda bir araya getirmesi oldu. Her ne kadar #flamasızgezi gibi söylemler ortaya çıkmış olsa da özellikle polis şiddetinin arttığı anlarda flamalılar ve flamasızların aynı saflarda ve farkları gözetmeksizin elde ettikleri tecrübenin bir çatışma tecrübesi olmanın çok ötesine geçtiği ortadadır.

90’larda doğan çocuklar genel ve yerel seçimlerde ‘oy potasına’ girmeden ya da henüz girmişken Türkiye’nin siyasal iktidarına mesaj verebilecek kadar nasıl güçlendiler? Aslında bu Kürt hareketinin yıllardır özellikle de gençliğin kararlı mücadelesiyle sürdürdüğü sokak hareketinin artık legal ve meclisteki siyasetin karşılayamadığı ihtiyaçlarının, Türkiye’nin batısındaki kitleler açısından da karşılanamaz olmasından ileri geliyor.

Elbette bu ‘gecikmiş bir isyan’; ama öfkenin takvimi de ajandası da olmadığından, ortaya çıkışının ‘spontaneliği’ ayrıca hayranlık uyandırıyor. Başbakan’ı ve danışmanlarını tebrik etmek lazım; keza yıllarca sürecek bir ajitatif propagandanın yapamayacağını, bir kenti kalbinden bıçaklamanın yanı sıra gençliğin haysiyetini alay konusu yaparak başarabildiler.

Kent ‘alansal’ olarak eylemlere ev sahipliği yaparken Haydarpaşa Garı başta olmak üzere İstanbul’daki yok edilen tüm kamusal alanlara dair uyanış günden güne daha da yükselmeye başlıyor. İnsanlar, ‘Belediye çalışıyor’ cümlesinin altında aslında ‘Sizden bir alanınızı daha çalıyoruz’ sloganı olduğunun farkına vardılar. Üstüne belediyelerin şeritli ip çektiği tüm alanların kendi alanları olduğunun farkına vardılar ve hem kentle hem ülke ile ilgili sözlerini 4 yılda bir söylemekten fazlasına ihtiyaç duyduklarını dile getirme ihtiyacı güdüyorlar.

Bu demokratik özerklik başta olmak üzere, aşağıdan siyasetlerin kendilerini yeniden var edişidir. Popüler kültür, yeni medya ve devrimci siyaset, 30 yıldır kendi için aradığı yolda son sürat ilerliyor. Yol engebesiz değil, elbette direnişin başından bu yana hayatını kaybeden insanları anmadan geçemeyiz. Ethem Sarısülük’ün cenazesine yönelik saldırı kentlerin ne yasımız, ne mutluluğumuz için artık bize bırakılmadığının en açık kanıtı değil mi?

Kent isyanlarının Türkiye içinde bu kadar hızlı yayılması, elbette isyanın farklı bölgelerde ortaya çıkardığı farklı dinamiklerle de sonuçlanıyor. Seküler dinamikler politik anlamda özellikle 90 kuşağı Türkler için ilk ‘karşılaşmaları’nı yaşıyorlar. Kafalarındaki politik Kürt imajının üstündeki Hürriyet ya da Sabah gazetesi logosunun yerini üstünde yalnızca direnişin, ağaçların ve mücadelenin hatırasını taşıyan bir ruh alıyor.

Tarihleri birçoğu için Kürtler’i dinlememekle geçenlerin çocukları bugün Kürtler’le birlikte konuşmayı, Kürtler’le birlikte dinlemeyi barikatta öğreniyorlar. ‘Mustafa Keser’in Askerleriyiz’ sloganı da, hareketin polis ve jandarma müdahaleleri ve nihayet AKP’nin asker çağrısı ile kendinden başka bir şeye güvenmemesi gerektiğinin bir simgesi olarak akıllara kazınıyor.

Sokaktaki gençlerin tek dostu, örgütlü olarak siyasetini sokaktan koparmamış olan ‘flamalılar’ ve onları evlerde bekleyen anne babaları. Bu ayaklanmanın güzel yanı, o gençlerin sanıldığı gibi lümpen bir ulusalcılığın yükselişi değil, toplumsal dayanışma ve barış için yeni bir dinamik olarak da ortaya çıkabilecek olması. AKP Hükümeti Roboskî söyleminden Roboskîli ailelere verdiği cezalara dek savaşı bir dil ve hatta ‘din’ olarak benimsemekten vazgeçmedikçe, barikat AKP’nin karşısında duran güçlerin büyük kısmı için ‘birleştirici’ bir nitelik taşıyor.

Bu ayaklanma elbette mizaha dayanıyor; ama bir o kadar da bugüne dek hiç dinlenmemiş bir akla, gençlerin aklına dayanıyor. Kürt hareketi alanlarında kendi gençlerine güvenmeyi öğreneli, gençler de Kürt mücadelesini taşımayı öğreneli çok oluyor. Türkiye’nin batısında büyüyen bu seküler harekete hem tecrübe bakımından hem de otoriterliğe ve zulme karşı mazlumu korumak konusundaki prensiplerimizi korumak bakımından sahip çıkmamız, tarihsel bir gereklilik konumunda.

Kenti keşfetmek kadar, yeni kuşaklar için yeni bir siyaseti bizden bağımsız bir şekilde keşfetme deneyimi de olan bu işgal hareketi, akıllarımızı işgal etmiş olan önyargı ve şüphelerin yerini devrimci, ileriyi işaret eden ve Kürtlerin Kürt, gençlerin genç, kadınların kadın, Ermenilerin Ermeni, Alevilerin de Alevi olabileceği bir toplumu yaratmak bakımından karşımıza çıkan en mühim fırsat olarak önümüzde yükseliyor.

AKP’nin oynadığı polis ve asker kartları ve her anlamıyla iktidarın demokratik tükenmişliğinin ve milliyetçi oylara can havliyle sarıldığının kanıtı. İktidarın ‘statükonun dokunulmazlığı’ ve ‘bayrağa’ bu denli sarılmaya başlaması Türkiye tarihindeki ‘kaybeden iktidarlar’ için hastalık semptomları olsaydı, sanıyorum ki bu listede yer alırdı. Bu şartlarda bu kent hareketinin birinci aşamada başarıya ulaştığını görmeli, yolun bundan sonrasının daha zor ve daha hata kaldırmaz olduğunu kabullenip, ‘gençlerin isyanını’ politik akıl ve güçle destekleyerek, yeni bir ortak akla demokratik bir şekilde ulaşmalıyız.

Sırrı Süreyya Önder
23 Haziran 2013
Kaynak; yeniozgurpolitika.org