Mühim Hadiseler Enstitüsü: Gezi Parkı ve Militan Çevrecilik – Sedat Gündoğdu

gezikitap

Her şey beton yığınları arasına sıkışmış son ağacı kurtarmak için başlamıştı. Kentsel yaşam alanlarının, oldu bittilerle beton yığınlarına teslim edilmesine gösterilen masum ve son derece onurlu bir tepki, polis şiddeti ya da daha doğru bir tanımlamayla sermayenin kolluk bekçiliğine hizmet eden vandalca müdahale ile tüm ülkede birikmiş bir sosyal tepkinin patlamasına neden oldu.

Dünyanın uzun süre sonra bile gülümseyerek hatırlayacağı ender olaylardan birine daha tanıklık ediyoruz. Çevre duyarlılığının bir sosyal patlamayı tetikleyeceğini inanın aklımın ucundan bile geçirmezdim. Nitekim bu düşüncede olan milyonlarca insan mevcut. Daha önceki yazılarımda mevcut çevrecilik anlayışının bu ülkede hiçbir şeyin değiştirilmesine yetmeyecek düzeyde politik ve felsefi alt yapıya sahip olduğunu yazmıştım. Bu sebeple tüm doğal alanlarımızı bir bir kaybedeceğimize dair bir karamsarlık kapsamıştı beni. Ancak son gezi parkı direnişi bendeki bu karamsarlığı ortadan kaldırdı. Kentin ve doğal çevrenin talan edilme girişimlerinde ben yaptım oldu girişimlerinde artık eskisi kadar rahat olunamayacağı kesin. En azından bu kibir ve üsten bakan anlayış yerini daha kontrollü ve iktidar dışındaki diğer paydaşların da sürece dahil edilmesi gerektiğine bırakacak. En azından gerek Sırrı Süreyya Önder’in Bülent Arınç ve Abdullah Gül ile yaptığı görüşme sonrası yaptığı açıklamalardan gerekse de iktidarın yol arkadaşı basın kuruluşlarındaki mütedeyyin kalemlerin eleştirilerinden bu anlaşılıyor. Yine protesto eden kitlenin kararlılığı bunun böyle olacağının garantisi.

 

İktidarların Çevrecilik Anlayışı

Türkiye’de tüm iktidarların çevrecilik anlayışı hemen hemen benzer vaziyette. 100-200 yıllık ağaçların kesilip yerine hatıra ormanlarıyla süslenmiş yapıların yapılması konusunda, bugüne kadar iktidar olmuş tüm siyasi oluşumlar eşit paya ve sorumluluğa sahip. Hatta öyle ki bu konuda bizlerin de sorumluluğu büyük. Çünkü biz çevreciler marjinal olarak suçlanırken bu tepkinin gösterilmemesi ve hatta bir zengin ve orta sınıf sporu haline gelen “çöp toplama ve çevreyi temiz tutma” işlerini yaparken büyük sermaye kuruluşları ve onlara talan etme hakkını veren iktidarlar, ormanları yok etmekle, denizleri kirletmekle, canlı popülasyonlarını ortadan kaldırmakla ve daha nice doğal değeri talan etmekle meşguldüler. Bunu anlamak için İstanbul’un eskiden ormanlık olan arazilerine ve denizlerimizden çıkan canlı çeşitliliği ve miktarına bakmak yeterli olacak. Ancak ortada bir fark var. Ülkede eksik de olsa çevrecilik bilinci son 10 yıldır muazzam bir yükselme trendi gösteriyor. Belki de mevcut iktidarın şanssızlığı da bundan kaynaklı. Eskiden yapılan uygulamalara karşı çıkacak bir kitle ve bilinç mevcut olmadığı için kolay olan talan anlayışı, şimdi o kadar da kolay değil. Bu yüzden eski alışkanlıklar ve anlayışlarla kent hayatına, doğal çevreye ve bireyin yaşam alanına müdahaleler için oturup düşünmek gerekecek.

Protestoların kazanımlarını aslında ilerleyen günlerde daha açık ve net bir şekilde göreceğiz. Tabiat kanunu tasarısı olarak adlandırılan talan yasasının mecliste görüşülmesinin ertelenmesi bunun ilk işaretlerinden. Nükleer santraller, HES’ler ve daha nice çevre düşmanı yapıların yapılmasına dair karar süreçlerinin işleyiş biçimi de bu kazanımların gerçekten de birer kazanım olup olmadığı konusunda bize fikir verecek.

 

Militan Çevreciliğin Yükselişi

İktidarların eski alışkanlarından bahsetmişken direniş gösteren kitlenin de eski alışkanlıklarından bahsetmekte fayda var. Öncelikle protestonun çekirdeği olan İstanbul’u saymazsak, ülkenin diğer bölgelerindeki protestolarda, işin seyri yaşam tarzı mücadelesine ve iktidar karşıtlığına dönüşmüş vaziyette. Bunda, kitleleri mobilize eden bilincin kodlarındaki çeşitli hassasiyetler ve eski alışkanlıklar yatmıyor değil. Ayrıca iktidar karşıtlığı gibi gayet doğal bir düşüncenin iktidarın politikalarına yönelik olmak yerine iktidarın sosyal köklerine yönelmesi tehlikesi bu haklı direnişe vurulabilecek en ağır darbedir. Bu konuda gerek Ulasalcı kitle gerekse de bir kısım muhafazakâr medya oldukça hararetli bir şekilde çaba gösteriyor. Bunun önüne geçmenin en uygun yolu, her şehrin, eylemi kendi bölgesindeki doğal çevre ve yaşam alanlarına olan müdahalelere angaje etmesi olacaktır. Ancak bir taşla 10 kuş birden vurma alışkanlığımızı düşünecek olursak bu durumu sağlamak pek de öyle kolay olmayacak gibi. İşte bu noktada militan çevreciliğin zuhur ettiği kitlelerin önderliği belirleyici olacaktır. Çevre duyarlılığıyla başlayan bir hareketin özüne uygun sürmesi, diğer meselelerde de iktidarın başına buyrukluğuna dur diyebilecektir. Çünkü militan çevrecilik ırkçılığı, ayrımcılığı ve ötekileştirmeciliği reddeder. Kendine doğanın yapısını örnek alması her farklılığın bir zenginlik olarak algılanmasına ve o şekilde korunmasına hizmet etmesini sağlar. Bu konuda ALF ve Sea Shepherd eylemselliği iyi bir yol gösterici olabilir.

 

Tabiat Kanunu Yasa Tasarısı

Toplumsal muhalefetin ilk meyvelerini toplamaya başlıyoruz gibi. Üstün kamu yararı adı altında şekillendirilen maddeleriyle tam bir talan yasası olan tabiat kanunu yasa tasarısının şimdilik gündeme alınmasından vazgeçildi. Bir sonraki girişimde Gezi Parkı’nın değiştirdiği toplumsal algılar ve refleksler üstün kamu yararının paraya ve sermayeye hizmet eden değil de daha fazla doğaya hizmet edecek şekilde değiştirilmesine de önayak olacak. Nitekim mücadele asıl anlamıyla birlikte yükseltilebilirse ancak bu geçerli olacak. Aksi takdirde gezi parkında kurtulan ağaçların yakın akrabaları ve zincirinin diğer halkaları olan sulak alanlar, ormanlar ve her türlü doğa koruma alanı yok edilmekle yüz yüze kalmış olacak. Bu da gezideki yükselen toplumsal muhalefetin anlamını yitirmesine neden olacak. Bu sebeple doğanın ve çevrenin askeri –illa asker olma sevdası taşıyanlar için- olmak bu mücadelenin kazanımlarla taçlandırılmasına vesile olacak.

Gezi parkı eylemselliği birçok şeyin kurtuluşu için bir vaha olarak karşımızda duruyor. Bunu gerçeğe dönüştürecek olan ise amacından sapmamış bir kararlılığın ve azmin gelişmesiyle olacaktır. Unutmayalım ki çevre olmadan insan olmaz ancak insan olmadan çevre gayet güzel var olabilir. Bu bağlamda her doğal değeri Gezi Parkı’na ve taksime verilen değer ile taçlandırmak asli görevimiz.

Sedat Gündoğdu
8 Haziran 2013
Kaynak; muhimhadiseler.org