Muhalefet: Cengiz Bozkurt’la Direniş Üzerine

Redaksiyon Dergisi’nin Cengiz Bozkurt’la (Erdal Bakkal) yaptığı söyleşi…

cengiz-bozkurt

Gezi Parkı direnişinden başlayalım. Türkiye’de siyasetin en tıkandığı zamanda böyle bir şeyin olacağını tahmin eder miydiniz?
Ederdik  ama ne zaman ve nerde hangi sebeble olacağını bilemezdik. Zaten böyle patlamalarda bu tür tıkanıklık zamanlarında olur. Etrafımdaki bir çok karamsar insana umut aşılamışlığım vardır. İnsanlar sırtlarını yaslayacakları hiç bir kurum kalmadığında ve vicdanları çok rahatsız olduğunda ani bir refleksle sokağa çıkarlar ve bir de bakarlar ki yalnız değillermiş. Gezi’de de biraz böyle oldu. Bir ODTÜ’lü olarak tarihin hiç bir döneminde hiç bir iktidara kendini yedirmeyen okulumun hocası, öğrencisi ve rektörüyle yakın zamanda inatçı ve onurlu duruşunun her şeyin bittiği halet-i ruhiyesini her zamanki gibi ters yüz ettiğini belirtmeden edemeyeceğim. Katkısı büyüktür.

Siz de Gezi Parkı direnişinde yer aldınız. Ne hissettiniz? 
Protestocuların profillerindeki çeşitlilik ve zenginlik karşısında ağzım açık kaldı. Bağımsız gençlerin kendilerini kısa zamanda örgütleme ve mobilize etme yeteneklerine şaşırmamak imkansızdı. Benim de içinden geldiğim sosyalist sol hareketler ve yapılar gösterilerin yaratıcı, yenilikçi, cazibeli ve en kötü zamanlarda son derece etkili olan mizahın vurucu gücünü kendilerini sosyal medya üzerinden örgütleyen bireysel eylemcilere ve taraftar gruplarına bıraktılar maalesef. Kendimizi kandırmayalım tam tersi öz-eleştiri yapalım. Komünal hayatın test edildiği Gezi, bu yaşam biçimini teoride yıllardır tartışan bize bile dersler veren, orijinalliği tavan yapmış bir mekana dönüştü. Hatta sloganların içeriğinden, atılış melodilerine kadar her şey değişti. Yıllardır benim de çok şikayetçi olduğum üzerine ölü toprağı atılmış gibi mecalsizleşmiş klasik sol slogan atma melodisi yerini ritmi inişli çıkışlı başka melodilere bıraktı. Sloganlardaki ironi, zeka ve duygu yükü bizim linier Marxist bünyemizi altüst etti. Asfalta kocaman yazılmış ‘ANNE MERAK ETME BİZ EN ARKALARDAYIZ’ gibi..

Sanatın iktidara karşı duruşu nasıl olmalı? Bu etkileşim nasıl olmalı sizce?
İktidarla sanatın çekişmesi nerdeyse iki bin yıllık belki daha da uzun bir mevzudur. Tarih sanatı ve sanatçıyı hizaya getirmeye çalışan erk sahiplerini değil, onlara ve her şeye karşı direnen vicdanlarını rehber almış sanat insanlarını yazar zaten. Gerisini kimse hatırlamaz. Bu böyle devam eder..

Direnişte birçok sanatçı barikatın en önündeydi. Sanatçıların bu tavrını nasıl yorumluyorsunuz?
Bunun bir önem arzetmediğini düşünüyorum. Devlet ve Şehir Tiyatroları’na karşı yapılmaya çalışılanlar, Emek sineması eylemleri tabi ki duyarlı oyuncuları bir noktaya doğru çekmişti. Bu konuda bazı  kafaların magazin hayatının ağır tahribine maruz kaldığını düşünüyorum. Tüm vesayetlerin bittiği, insanların öz güçlerinin farkına vardığı bir dönemde sanki bir ‘ÜNLÜLER’ vesayeti arandığına tanık oldum. Hatta ÖDP’nin  standında bizim ablalardan bir tanesiyle gecenin üçünde epey hararetli tartışmaya bile tutuştuk. Israrla bana ‘diğer ünlüler nerde, niye gelmiyorlar’ diye soruyordu. Ben de ne gerek var, etrafına bir bak, Dolmabahçe’ye doğru in bir bak, buranın kahramanları, ünlüleri bu gençler, iki tane daha  tanınmış insan gelse ne değişecek, çocukların başarısını gölgelememek lazım, rol çalmamak lazım’ diyordum. Sanırsın dünyanın her yerinde devrimleri zaten dizi oyuncuları filan yapmış. Şaşkınlıkla baktı bana, ben de ona..Tabi ki o ablanın orda görmek istediği klavye aktivisti, pozcu, kendini kanaat önderi sanan, kimse böyle bir şey istememişken arabuluculuğa soyunan, hiç bir şeyi doğru okuyamamış, her yerde ağır abi, ağır abla muamelesi görmeyi arzulayan ünlüleri ben de gayet iyi biliyorum. Bu süreçte en ağır tokadı onlar, fiziken hiç orada sıradan bir nefer gibi bulunamayan ama hep içindeymiş ve duruma hakimmiş gibi yapıp, kendilerini sözcü ilan edenler yedi zaten. Ne İsa’ya ne Musa’ya yarabildiler. Çoğu da bunalımda şu anda zaten. Eylemlerin başından beri istikrarlı bir şekilde destek verip, adları bir şekilde basında öne çıkan oyuncu arkadaşlarımızda hem kendileri hem aileleri ağır bedeller ödedi, hedef haline getirildiler, işlerinden kovuldular.

Bu direniş sonrasında sanatçıların mücadelelerini ortaklaştırabilecekleri bir örgütlenmeye gitme ihtimali var mı?
Sanatçılardan kasıt burada oyuncularsa toz duman dağılınca ortada yine damgalı oyuncular kalıyorlar. Gezi döneminde işten çıkarılmalardan küfre, tacizden ölüm tehditlerine kadar her şeye maruz kaldı oyuncu arkadaşlarımız. Şu anda zaten örgütlü bir yapımız, sendikamız var. Kamera arkasında çalışan arkadaşlarımızda Sine-Sen’de örgütlü, onlarla birlikteyiz. Diğer sanat yapılarıyla da zaten hem mesleki hem siyasi ortak mücadele veriliyor.

Peki Erdal Bakkal bu direnişe ne derdi?
Erdal Bakkal eylemin her yerinde vardı. Benim göremediklerimi arkadaşlarım çekip bana gönderdiler. ‘Esnafa Destek Ol, Vurma Kırma, Zarar Verme’ afişinde Erdal Bakkal fotoğrafı, asfalta yazılmış ‘ Ne Sağcıyım Ne Solcu Bakkalım Ben Bakkal’, ‘Bize Gaz Denmedi Arkadaş, Gaz Dense Biz Gelmezdik’ afişinde.. ‘Faiz Lobisini Bulduk’ afişinde sırıtan Erdal Bakkal karikatürü.. Ağaçların üstünde ‘Bu Ağaçları Kesenin Annesi Babası Ölsün, Hadi Bakalım Ben Söyledim Söyliyceğimi’ afişinden, ‘Çay Gezi Parkı’nda İçilir’ pankartına kadar yoğun bir şekilde Erdal Bakkal mevcudiyeti vardı.

23 Ağustos 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; muhalefet.org