Mısır’da alternatif “Türkiye modelleri” ve Gezi – Foti Benlisoy

misir

Mısır’da Mübarek sonrası yeni anayasal düzen konusunda Türkiye’den esin verici bir model olarak ilk bahseden orduydu. Mısır ordusu ve ona yakın kesimler kendi siyasal ve ekonomik imtiyazlarını korumak ve kollamak adına en iyisinin (Türkiye misali) silahlı kuvvetlere geniş yetkiler tanıyan bir anayasal düzen olduğunun farkındaydı. Askerin demokratik kurumların sınırlarını tayin eden, “oyunun” kurallarını perde gerisinden belirleyen özel bir konumda olmasını vazeden bu model elbette Mısır ordusuna ziyadesiyle çekici gelmekteydi.  “Devrimci” bir jargon kullansa da bu cenah açısından (bizdeki yaygın tabirle) “vesayet kurumlarının” oluşturulması, devrimin selameti (kendi imtiyazlarının ve dolayısıyla rejimin temel niteliklerinin devamlılığı diye okuyun) açısından temel önemdeydi.

Sonra Müslüman Kardeşler kendi meşrebine uygun bir “Türkiye modeli”ni öne çıkarmaya başladı. Bu”modelin” temel motifi elbette AKP ve onun iktisadi ve siyasi “başarılarıydı”. Küresel siyasal mimarinin “hassasiyetlerine” ve neoliberal itikada riayetkâr, İslami tonu belirgin bir muhafazakâr-kısıtlı demokrasi modeli olarak AKP Türkiyesi İhvan liderliğine belli ki pek cazip geliyordu. Dünya muktedirlerince sitayişle anılıp pazarlanan bir “başarı öyküsü” olarak AKP Türkiyesi, neden Mısır’da yinelenmesindi ki? AKP ile Mısır’daki Hürriyet ve Adalet Partisi arasında en iyi “can ciğer kuzu sarması” tabiriyle tanımlanabilecek özel ve samimi ilişkiler, tam da bu bağlamda anlaşılabilir. Ancak haksızlık etmeyelim: Müslüman Kardeşler de en az ordu kadar kendi “Türkiye modelini” devrimci süsü bol bir ambalajla tedavüle sokuyordu. (Hesham Sallam’ın bu konudaki kapsamlı analizi için bkz.http://www.jadaliyya.com/pages/index/12517/obsessed-with-turkish-models-in-egypt)

Türkiye’nin siyasal tartışmalarda bu iki cenahça kendi meşreplerine uygun bir biçimde bir “model” olarak kullanılması elbette baştan itibaren hayra alamet değildi. Devrimin açığa çıkardığı radikal mücadele enerjisini soğurmak, “evliyi evine köylüyü köyüne” göndererek devrimi alelacele sonlandırmak, yani devrim defterini kapatmak için birbiriyle yarışıp zaman zaman uzlaşan bu iki cenah açısından Türkiye örnek ve ilham alınacak alınabilecek bir “istikrar” modeliydi. Bu iki model versiyonunun zaman zaman birbiriyle çatışması, karşı karşıya gelmesi bizleri yanıltmamalı. Ordu da Müslüman Kardeşler de ve elbette eski rejimin artıkları da şu veya bu yolla devrimin “ekmek, hürriyet, sosyal adalet” taleplerinin akamete uğraması, iki küsür yıldır devam ede muazzam radikalizasyon dalgasının bastırılması hususunda ittifak halindeler. Yani şu ya da bu biçimde devrimin karşısındalar. Küresel ve bölgesel muktedirlerin arzusu, “demokrasiye” geçilecekse bunun elbette belli bir intizam dahilinde gerçekleşmesi, hatta böyle bir geçişin mümkün mertebe “yukarıdan” idare edilmesi. Hiçbir şey değişmesin diye değişimden bahsediyor, “yasalar çerçevesinde” kontrollü demokratikleşme çağrısında bulunuyorlardı, bulunmaya da devam ediyorlar. Amaç ayaklanmaların açığa çıkardığı toplumsal enerjiyi soğurmak, kitlesel seferberliği “normalleşme” adı altında nihayete erdirmek.

Netice itibariyle sorun, Mısır devriminin bir şekilde bastırılması riskiyle karşı karşıya bulunması değil, bu devrimci sürecin bu riske karşı ayakta kalma şansının ne olduğu. Aslında Mısır devrimi dikkate değer bir hususiyeti nedeniyle böyle bir risk karşısında özellikle “savunmasız” görünüyor. Devrim süreci büyük bir toplumsal seferberliği gündeme getirmekle birlikte devlet iktidarını zorlayacak, sıkıştıracak, ona bir alternatif teşkil edebilecek paralel kamusal otorite organları (ileride bir “ikili iktidar” durumunun nüvelerini teşkil edebilecek organlar) oluşturamadı, oluşturduğu kadarı da hayli zayıf kaldı. Evet devrimci süreç aşağıdan gelişen devasa bir radikalizasyon dalgasıydı ve bu dalga çok sayıda yerel komitenin, bağımsız sendikanın, inisiyatiflerin gelişimine olanak tanıdı. Ancak bunlar mevcut devlet mekanizmasını geçici bir süre paralize edebilse de onun bütün kurum ve kurallarıyla toparlanmasının önüne geçebilecek kuvvette değildi. John Rees’in yakın zamanlı bir yazısında hatırlattığı gibi Mısır devriminin elinde İngiliz devrimindeki “yeni model ordu”, Fransız devrimindeki ulusal meclis, ya da başka devrimci durumlardaki Sovyet ya da konsey tipi, mevcut kurumsal siyasi mimariyi alternatif demokratik organlar oluşmuş değil. Bu eksiklik, bu derinlik ve kapsamdaki bir devrimci süreç açısından oldukça özgün bir durum yaratıyor.

Böylece, yani devrimin yeni iktidar araç ve yapılarının oluşmadığı koşullarda, halk hareketlerinin muazzam prestij ve toplumsal meşruiyetine rağmen yürürlükteki rejim yapıları büyük ölçüde ayakta kalabiliyor. Dahası, Mısır’daki devrimci sürecin bu zaafı, yani mevcut devlet aparatını sarsacak alternatif organlar inşasındaki eksikliği nedeniyle devrimci kitleler asıl niyetleri devrimi sönümlendirmek, yani “normalleşmek” olan liderliklerin peşinde sürüklenebiliyor. Bir dönem “kurtarıcı” ordu oluyor bir başka dönemse Müslüman Kardeşler (yarın belki Baradey tipi liberal figürler olacak). Oysa Mısır halkını kurtarıcılardan ancak kendisinin kurtaracağı açık. Neyse ki bu “kurtarıcıların” müdahalelerine rağmen kitle hareketi azim ve kararlılığından bir şey kaybetmiyor, mevcut devlet mekanizmalarına alternatif ve paralel mekanizmalar oluşturamasa da sokağı, sokak siyasetini terketmiyor. “Kurtarıcılar” hadlerini aştıklarında onlara okkalı bir şamar savuruyor. Bu durum (yani bu kararsız, şekilsiz, nevi şahsına münhasır “ikili iktidar” durumu) ne kadar devam edebilir belirsiz. Ancak şu kesin: karşı devrimci bir restorasyon ya da reaksiyonu mümkün olmaktan çıkaracak yegâne şey devrimci sürecin derinleşmesi, kitle mobilizasyonunun sürmesi, sokağın düzen üzerindeki baskıyı sürekli kılması ve halkın bu baskıyı kalıcılaştıracak alternatif siyasal odaklar inşa etmesi olduğu açık.

Bitirirken “model” tartışmasına geri dönelim. Alternatif “Türkiye modelleri” arasındaki kapışmadan çıkacak “kurtarıcıların” kendilerinden başkasına hayrı olmayacak; bu belli. Ancak haziran ayında Türkiye bir başka modelin kapısını araladı, Gezi direnişi dünyadaki başka direnişlere “abilik” değil de kardeşlik, yol arkadaşlığı, yarenlik edecek bir başka “Türkiye modelinin” nüvelerini yarattı. Tahrir’in verdiği ilham nihayet Taksim’e ulaştı. Taksim Tahrir’in kardeşi, “barikat kardeşi” oldu. Olunca da mevcut ve müstakbel müstebitlerin “model ülke Türkiye” muhabbeti son bulmuş oldu. Eminiz ki bu daha başlangıç.

Foti Benlisoy
3 Temmuz 2013
Kaynak; fotibenlisoy.tumblr.com