Kötü bir Ankara polisiyesi – Filiz Yavuz

ODTÜ öğrencisi D.E. hayatının ilk eyleminde tanık olduğu şiddeti; arkadaşlarının, gözünün önünde nasıl dövüldüğünü anlatıyor. Otobüse bindirildiğinde kasksız gördüğü “robocop”lar için şöyle diyor: Ağızları vardı hepsinin. Hepsinin farklı bir yüzü vardı. Konuşuyorlardı. Su içiyorlardı. Çok sarsıldım ben, onların insan olduklarını görünce. Nefes alamadım, konuşamadım”

20130701-131534

“Örgütlü değilim. Okuldan arkadaşlarım Gezi Parkı için Kızılay’da eylem olduğunu söyledi. Beni de çağırdılar. Biliyordum İstanbul’da Gezi Parkı için eylem yapıldığını, ama eylemdi işte… Ben gelmeyeceğim, sınavım var yarın, dedim.”

D.E. daha önce okuldaki bir kaç eyleme şöyle bir bakmış, ama katılmamış. Gezi için düzenlenen gösterilere herkesin gittiğini görünce ise kendi deyimiyle hayatının ilk eylemine gitmeye karar vermiş. İlk gün yediği gazlar ve şahit olduğu polis şiddeti ikinci gün tekrar eyleme gitmesine neden olmuş. “Kötü bir şey yapılmıyordu ve polisin bu denli müdahale etmesi bana çok saçma geldi” diyor. İkinci gün artık eylem onun için sadece Gezi Parkı’nı savunmak değil avm’lere, imara açılan alanlara, rant uğruna yapılan kocaman bir köprüye de karşı çıkmak demekmiş. Üçüncü güne ise yine aynı motivasyonla, fakat artan polis şiddeti yüzünden daha büyük bir sinirle uyanmış; eylemcilere yardım etmek için çantasına limon, sirke, talcid, yara bandı ve sargı bezi doldurup kendini Kızılay’a atmış. Devamını şöyle anlatıyor:

“Öldürmeye gelmişlerdi” 
“Yeni gelmiştik. Yüksel Caddesi üzerinden Meşrutiyet Caddesi’ne gidecektik. Sadece yürüyorduk, bir anda gaz başladı. Böyle bir şey görmedim ben, ateş topları üstümüze üstümüze düşüyordu. Kaçmak imkansızdı. Bir büfenin yanına saklandık. Sonra polisler gelmeye başladı. İnsanları döve döve geliyorlardı. Kitleyi dağıtmaya değil öldürmeye geliyorlardı.”

Çok korktuğunu görünce büfeci onu ve iki arkadaşını içeri almış, ama peşlerinden iki polisin büfeye girmesi gecikmemiş. Coplar kalkmış ve polisler gözünün önünde iki arkadaşını öldüresiye dövmüş. Hatta birini soyup öyle dövmüş. Yetmemiş, ikisini de dışarı çıkarıp 50’ye yakın polisle birlikte yeniden dövmüş.

Gözaltı geliyorum demez
“Sesleri kesilince öldüler sandım. Çünkü polisler birbirlerine ‘öldür’ diye bağırıyorlardı. Sonra harap biçimde tekrar büfeye geldiler. Onları görünce canlandım resmen. Ama sanki bakıyor da hiç bir şey görmüyor gibiydiler. Hani düşünmeden, sadece hayatlarını kurtarmak için böcekler kaçışıyor ya işte öyle bir refleksle girdiler içeri. Birini çok fazla dövmüşlerdi, o daha iri yapılıydı, daha dikkat çekiciydi. Gözüne kestirmişlerdi onu belli ki ” diye anlatıyor. Ama eklemeden de geçemiyor, “hafif” dövülen arkadaşının bile parmağının kırıldığını…

Çantasındaki “ilk yardım” malzemeleriyle arkadaşlarına yardım etmiş ve başlamışlar polislerin gitmesini beklemeye. Fakat gitmemiş polisler. Dışarısı cehennemmiş. Yaklaşık 2 saatin sonunda fark edilerek gözaltına alınmışlar.

Konuşmaya başladığımızdan beri ilk kez bunu anlatırken gülüyor D.E.: “Büfede bizi polisler ilk gördüklerinde içlerinden biri bizi arkadaşlarına göstererek ‘Şu tiplere bak şu tiplere! Hiç normal insana benziyorlar mı?’ dedi. Bunun duvar yazısı olmasını çok istiyorum.”

Sonrası iki gün önceki habere konu olan “taciz yolu”. Ondan sonra anlamlandıramadığı, kendisiyle oyun oynandığını düşündüğü Atatürk Bulvarı’ndaki havuzun kenarından yürütülmesi ve havuza düşmesi geliyor. Ayaklarının gözaltı süresi boyunca ıslak kalmasına ve mantar olmasına ise var daha.

“Onlar da insanmış!”
Otobüse bindirilmeden “Bu mu devrim yapacak?”, “Bu mu Mustafa Kemal’in askeri?” diyen polislerin gülüşmeleri eşliğinde polis koridorundan geçirilmiş. Otobüse bindirildiğinde içeriye 6 tane çevik kuvvet polisi girmiş. Devamını D.E. anlatsın:

“Kaskları yoktu. T-shirt ve pantolonluydular sadece. Ağızları vardı hepsinin. Hepsinin farklı bir yüzü vardı, çok acayipti. ‘Robocop’ iken hepsi aynı gibi gözüküyordu oysa. Hiç birinin ayırt edici özelliği yoktu, zaten numaralarını da kapatmışlardı. Oysa şimdi konuşuyorlardı. Su içiyorlardı. Çok sarsıldım ben, onların insan olduklarını görünce. Nefes alamadım, konuşamadım.”

D.E. ile birlikte gözaltına alınan sayıları 500’ün üzerindeki eylemci, şube-emniyet-adli tıp üçgeninde geçen 36 saat sonra salıverilmiş. D.E. bu 36 saat boyunca hiç bir çevik polisiyle konuşmamış. Bir şey uzattıklarında almamış. Sorularına cevap vermemiş. “Vermedi, ama (yaşadıklarımdan sonra) Emniyet bize yemek verseydi de yemezdim” diyor. Sabah, Ankara Barosu simit göndermiş, onu yemişler. Baro ve Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) üyesi avukatların kendilerine çok yardımcı olduğunu da eklemeden geçmiyor.

Gözaltından sonra rüyalarında kendini, yüzlerini çok net hatırladığı ve asla unutmak istemediği o iki çevik kuvvet polisinden yaşadıklarının hesabını sorarken görmüş hep. Uyandığında ise “Kahretsin yine rüya!” demiş. Oysa önceden polisten pek hazzetmemesine rağmen asla zarar görmelerini istemezmiş. “Hümanistim ben çünkü” diyor ve devam ediyor: “Şimdi ise dilimde hep beddua var.”

Direnmeye devam
Salıverildiği gün her şeyden korkmuş D.E.. Dışarı çıkmak istememiş. Olayın üzerinden bir hafta geçtiğinde bile hala ne okula ne de Kızılay’a tek başına gidebiliyormuş. Fakat “Geçecek biliyorum” diyor ve devam ediyor: “Geçecek ve ben eylemlere destek vermeye devam edeceğim. 4 insan öldü, fiziksel ve psikolojik olarak çok fazla kişi yaralandı, benim yanımda arkadaşlarım öldüresiye dövüldü, bir sürü bedel ödendi. Böyle kalmamalı. O yüzden herkes direnmeye devam etsin ve kimseyi hiç bir şey yıldırmasın.”

D.E.ye teşekkür ediyorum, eklemek istediği bir şeyin olup olmadığını soruyorum. “Var” diyor: “İnsanlar bakın işte Diyarbakır’da bunlar oluyor, Kürtlere bunlar yapılıyodu, diyor. Biz hep duyuyorduk, ama tahayyül edemiyorduk. Şimdi onu da gördük, yaşadık. Böyle bir farkındalığın oluşmasından da memnunum.”

Filiz Yavuz
1 Temmuz 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; filizyavuz.wordpress.com/