KaosGL: Gezi Direnişi’nin Muhafazakârlarda Yarattığı Sendrom – Erdal Partog

Muhafazakârlığın siyasi literatürde ortaya çıkmasına vesile olan şey bildiğiniz gibi Fransız Devrimi olmuştur. Bu devrim muhafazakârlar için kabul edilemezdir. Çünkü yüzyıllardır devam eden gelenek bir anda Fransız Devrimi ile yok olmuştur. Bir başka anlamda devrim insan doğasına yapılan insan eliyle bir müdahale olduğu için muhafazakârlar kendi siyasi çizgilerini devrime karşı olmak üzerinden kurgulamıştır. Bu aynı zamanda devrimin özgürlük ve eşitlik ilkesine de mesafeli olmak anlamına gelmektedir.

gezi

Muhafazakârlar için siyaset insan deneyiminin yüzyıllardır biriktirdiği geleneksel kurumların ötesinde bir şey değildir. İlk günahtan beri insanlar kendileri için en iyi şeyi deneme yanılma yolu ile bulmuş ve buldukları bu şeyleri de kurumsallaştırmışlardır. Aile, din ve gelenek muhafazakârlar için kurumsallaşan ana yapılar olmuştur.

Modern anlamda muhafazakârlar için bu çizgi tabii E. Burke tarafından teorik bir zemine oturtulmaya çalışılmıştır. E. Burke, Fransız Devrimini acımasızca eleştirmiş, Fransız Devrimini dinin kamusal alanda görünmez olmasına neden olduğu için kıyasıya eleştirmiştir.

Fransız Devrimi muhafazakârların bilindik değerlerini zayıflatınca devrim fikri muhafazakârlar için bir düşmana dönüşmüştür. Bu tarihsel düşmanlığın günümüzde de hala sürdürülmesi kaçınılmaz olmuştur. Ancak bu algının bütün muhafazakâr kesimler için geçerli olduğunu düşünmek de kestirme bir yol olacaktır.

Fakat 1917 Ekim Devrimi ve her yerde yükselen sosyalist devrim dalgası muhafazakâr kesimleri daha da korkutmuş devrim fobisi muhafazakârlar için yeniden depreşmiştir. Bu tarihsel gelişme Kıta Avrupa muhafazakârlığının sosyalizme karşı liberalizme doğru savrulmasına neden olmuştur. Bu durum ister istemez batılı muhafazakârları görece demokrasi fikrine daha da yaklaştırmış, kendilerini demokratik bir devlet modeli içinde tanımlamak daha kolay olmuştur.

Bu anlamda batılı muhafazakârlar için devrim eşittir sosyalizm, sosyalizm eşittir sol olarak anlaşılmış, sol yasadışı ilan edilmiştir. Soğuk savaş döneminin bitmesiyle muhafazakârlar, meydanın kendilerine ve liberallere kalmasından dolayı sevinmiş, birçok muhafazakâr hükümet en parlak dönemini bu yıllarda yaşamıştır.

Bütün bunlar batıda olurken Türkiye’de muhafazakârlık cumhuriyet inkılâplarının militarizmle birlikte yarattığı baskı karşında istediği gibi hareket edememiştir. Zaten kendisini İslamcılık ve Osmanlıcılık gibi daha eski olan fikir akımlarından da tamamen ayrıştıramamıştır. Ancak modern muhafazakâr cumhuriyet içinde sinik de olsa yerlerini korumuşlardır.

Cumhuriyet ideolojisinin elitleri olan Kemalistlerin aynı dönemlerde bir Ekim Devrimi fobisine muhafazakârlar gibi tutulmaları iki kesimi muhafazalık temelinde daha da birbirine yaklaştırmıştır. Liberalizme ve Sosyalizme olan bu uzaklık ancak ikinci dünya savaşına kadar devam edebilmiştir. Cumhuriyet ideolojinin özellikle ikinci dünya savaşından sonra sosyalizme karşı liberal bir çizgiye kayması AKP tipi muhafazakârlığın cumhuriyet içinde sinik de olsa kendine yer açmasına neden olmuştur.

AKP muhafazakârlığı Kemalist muhafazakârlıkla olan ortaklığını zaman zaman çekişmesini ancak soğuk savaş döneminin bitmesi ve sosyalist ülkelerin bir tehdit olmaktan çıkması ile bozmuştur. Bir anlamda AKP muhafazakârlığı soğuk savaş döneminin ardından daha fazla liberalleşen Türkiye ekonomisinin imkânları ile kendine yer edinebilmiş demokratik yollarla iktidara gelebilmişlerdir. Menderes dönemi Türkiye’sinin görece zayıf devlet ekonomisi ile yönetilmesi muhafazakâr bir burjuva kesiminin oluşmasına imkân vermediği için aynı zamanda bu kesimlerin direnecekleri maddi ve manevi güçleri olmadığı için Menderes dönemi Kemalizm’in militarizmi tarafından kesintiye uğratılmıştır.

Bu anlamda AKP tipi muhafazakârlık da batı muhafazalığı gibi devrimden (Kemalist militarist muhafazakârlıktan) çekmiş kendi tarihselliğini de Kemalizm üzerinden devrim fobisine dönüştürmüştür. Bu fobi bir siyasi gelenek olarak günümüze kadar güçlenerek gelebilmiştir.

Ancak AKP tipi muhafazalığının özellikle doksanlı yılların ortalarından itibaren güçlenmesi kendi ayakları üzerinde durmaya çalışması soğuk savaş yıllarında sosyalizme karşı artık Kemalist tipi bir muhafazakârlığa emperyalizmin ihtiyacı kalmamasından dolayı iyice güçlenmiştir. Emperyalizmin eski ortağı olan Kemalist militarist rejim boşa çıkmış, onun yerine AKP tipi muhafazakârlık günümüz koşullarına uygun olarak iktidara gelmiştir.

Yerel seçimlerde Refah ve Fazilet ile başlayan yükseliş genel seçimlerde AKP ile zafere dönüşmüştür. Son üç dönemdir AKP tipi muhafazakârlık tek başına iktidara gelen tek parti olarak tarihe geçmiştir. AKP’nin son on yılda tek başına siyasi iktidarı yürütmesi ve kendilerini açıkça muhafazakâr bir parti olarak tanımlamaları aynı zamanda seçimleri meşru bir demokratik zemin olarak tarif etmeleri, AKP tipi muhafazakârlar için oldukça önemli bir adım sayılmıştır. Sinizmden açık sistem içi kalma politikası AKP tipi muhafazakârlığın eskiye göre daha fazla demokrasi içinde kaldığı biçiminde yorumlanmıştır.

Bu yenilik muhafazakârların bir stratejisi olmaktan çok uluslar arası siyasi stratejinin değişmesinden kaynaklanmıştır. AKP tipi muhafazakârlığın bu stratejik değişimin bir parçası olduğunu kabul etsek bu değişimin aynı zamanda bu kesimler tarafından da adım adım zorlandığını da görmemiz gerekir. Günümüz muhafazakârlığının artık sinik olması için hiçbir neden kalmamıştır. Ancak bu kabul muhafazakârların batılı anlamda demokrasiyi hepten kabul ettikleri anlamına da gelmemelidir. Bugün batılı muhafazakâr partiler de benzer düşüncelere sahipler. Sıkılıkla demokrasiye şüphe ile bakmak ve geleneğin, dinin ve ailenin demokrasinden daha önemli olduğu vurgusunu yapmak muhafazakârlar için hala reel politikanın öncelleri olarak önemini korumaktadır.

İşte devrim ya da ihtilal fikrine karşı muhafazakârların kendi konumlarını sabitlemeleri bu tarihsel miras ve gelenek üzerine kurulmuştur. Bu anlamda Gezi Direnişi’nin muhafazakâr bir hükümet olan AKP tarafından bu kadar çok yıpratılmaya çalışılması bu tarihsel devrim fobisinden ve uluslar arası stratejiden kaynaklanmaktadır. Siyasi anlamda AKP iktidarının bu kadar hırçın olmasını bu şekilde okumak daha anlamlıdır.

Ancak bu durum ister istemez muhafazakar hükümetleri daha fazla devletçi ve daha fazla otoriter kılmıştır. Bu otoriterleşme genel olarak bütün muhafazakâr dalganın da en zayıf yanını oluşturmuştur. Çünkü her toplumsal muhalefet tepkisi darbeye davet çıkaracak diye okunmaya başlayınca bu tepkileri bastırmak için daha fazla devlet baskısı uygulamak kaçınılmaz olmuştur. Muhafazakâr düşünce ve duyguların güncel sorunlara dair algısı sezgicilik üzerinden geliştiği için de demokrasi fikri bu korkunun gerisine düşebilmiştir.

Nitekim Mısır’da yaşanan askeri darbenin AKP tipi muhafazakârları haklı olarak daha da korkutmuştur. Tipik bir dış düşman algısı Kemalist muhafazakarlar gibi AKP tipi muhafazakarlar için de hemen devreye girmiştir. Muhafazaların bu ürkekliği muhafazakâr düşüncenin demokrasiye olan inançlarının zayıflıklarındandır. Ancak AKP, Türkiye deneyiminden yola çıkarak demokrasinin nimetlerinden faydalanmış, özgür seçimle iş başına gelmenin tadını çıkaran bir parti olduğundan Mursi hükümetini, demokratik seçim sistemini açık bir dille savunmaktan çekinmemişlerdir.

Tabii ki muhafazakârların bu siyasi tercihlerinin kendilerince haklı nedenleri olsa da her toplumsal muhalefeti devrim olacak ya da darbeye sebebiyet verecek diye en acımasız biçimde bastırmaya çalışma refleksini de demokrasi ile bağdaştırmak zordur.

Bir zamanlar cumhuriyet elitleri Ekim Devrimi’nden ya da İslam Devrimi’nden korktukları için sosyalist ya da dindar muhalefeti her defasında yasa dışı ilan etmiş farklı toplumsal kesimleri acımasızca bastırmışlardır. Nitekim gün olup devran dönüp iktidara gelen AKP tipi muhafazakâr iktidar da kendi tarihsel korkularını siyasete dahil edince her türlü muhalefeti darbecilik ya da devrim yapmaya teşebbüsle suçlayabilmiştir. Demokrasi deneyimi hem pratik hem de teorik olarak zayıf olan AKP muhafazalığı, geçmişte sıkça eleştirdiği iktidarların konumuna rahatça düşebilmiştir.

Bu anlamda bütün solcuları devrim yanlısı ya da darbe yanlısı bütün dindarları da şeriat yanlısı olarak gören iki tarz siyasetin ana gövdesini muhafazakârlık oluşturmuştur. AKP muhafazakârlığı ile Kemalist muhafazakârlık liberalizmi de yanına alarak özgürlükçü solun büyümesine engel olmuş özgürlükçü solu Ortodoks solun kucağına itmiştir. Her iki tarzdaki muhafazakar siyaset anlayışı demokrasinin değil kendi geleneklerinin mirasçılığını demokrasiden üstün görmüştür. Özellikle Kemalist muhafazakarlık tarihsel olarak demokrasinin araçlarını sık sık askıya alabilmiştir. AKP tipi muhafazakârlığın deneyimi henüz yeni olsa da bu tarz muhafazakârlığın da Kemalist muhafazakârlık gibi benzer bir yolu izleyip izlemeyeceği merak konusudur.

Ancak her iki tarz muhafazakârlık için gözlemlenebilen bazı gerçekler gün gibi ortadır. Bu tarz siyasi anlayışlar iktidara karşı yapılan her barışçıl gösteriyi suçlu ilan etmeyi çekinmeden yapmıştır. Çekinmeden bu kesimleri derin devletin uzantıları ile ilişkilendirmiştir.

Nitekim Gezi Direnişi de AKP tipi muhafazakârlığın Kemalist muhafazakârlıktan farklı olmadığını göstermiştir. Her iki tarz siyasette de siyasetçiler ve sivil vatandaşlar iktidarlar tarafından suçlanmıştır. Menderes asılmış Ethem Sarısülük polis tarafından sokak ortasına öldürülmüştür.

Gezi Direnişi AKP tipi muhafazakârların tamamen dışında kaldığı, Kemalist ve Ulusalcı muhafazakâr kesimin sinik bir şekilde kısmen de Gezi Direnişi içinde kaldığı bir demokrasi testine dönüşmüştü.

Kemalist ve Ulusalcı kesimlerin ya da Ortodoks sosyalist muhafazakârların Gezi Direnişi’nde bilerek sinik kalıp halkı bir devrime yöneltmek için fırsat kolladığını iddia edebiliriz. Ancak bu iddianın gerçekleşmediğini Gezi Direnişi’nin bütününe baktığımıza açıkça görebiliriz. Bunun nedeni ise Gezi Direnişi’ne katılan geniş kesimlerin toplumsal muhalefeti açık ve şeffaf bir şekilde yürütmüş olmalardır. Bu anlamda Gezi Direnişi genel anlamda Türkiye siyasetinde yeni bir siyaset algısını yaratma potansiyeline de sahip olmuştur.

Özellikle Ergenekon davası kararlarının ardından Kemalist ve Ulusalcı cenahın gezi ruhunu çağırma teşebbüsü gezinin çoğunluğunu oluşturan kesimler tarafından karşılık bulmamıştır. Bu karşılık bulmama AKP iktidarının büyük oyunu boşa çıkarma hamlesinin sonucu değil Gezi Direnişi’nde yer alan genişçe bir kesimin demokrasiye olan bağlılıklarından kaynaklanmıştır. AKP muhafazakârlığı devrim ve darbe fobisi ile öylesine meşgul ki bu gerçekliği yeterince okuyamamış kendini muhafazakârlığın zaafı olan otoriterliğe doğru sürüklemiştir.

Her ne kadar AKP muhafazakârlığının geziye dair fobisi hat safhada olsa da Gezi Direnişi adından da anlaşılacağı üzere bir kent hareketi olarak literatüre geçmiştir. Kent adaleti olarak toplumun hafızasına yerleşmiştir. Muhafazakâr AKP hükümeti biz olmasaydık darbe olurdu söylemlerini halka servis etse de bu görüşün halk nezdinde bir değeri kalmamıştır.

Bundan dolayı Gezi Direnişi muhafazakâr iktidarın paranoyası olarak varlığını sürdürmektedir. Bugün AKP iktidarının bu paranoyaya dayanarak hem ulusal hem de uluslar arası siyaseti sürdürmesi mümkün görünmemektedir. Çünkü bu paranoya hep ardında daha fazla güvenliği daha fazla baskıyı getirecektir. Muhafazakarlığın en büyük çelişkisi de bu paradigmada yatmaktadır.

Bu anlamda Gezi Direnişi’nin bu muhafazakârlığın ürettiği çelişkiden yeni bir siyaseti çıkarması, bu kitlenin ne kadar yaratıcı ne kadar kolektivist olduğu ile doğru orantılı olacaktır. Bundan dolayı Gezi Direnişi devrimci solun devrim olsun da nasıl olursa olsun takıntısına ya da Kemalist ve Ulusalcı kanadın darbe severliğine ve AKP tipi muhafazakârların tarihsel bilincine yerleşen zayıf demokrasi algısına karşı yeni bir nefestir.

Yaratıcı ve özgürlükçü solun bu nefes alma alanını daha fazla genişletebilmesi için Ortodoks sosyalist, Kemalist ve ulusalcı muhafazalıkla olan evliliğini sona erdirmelidir. Diğer taraftan yaratıcı ve özgürlükçü solun daha fazla yaşamın içinden halka alternatif üretmekten de uzak durmamalıdır.

Ancak bu yeni siyaset tarzının bu topraklarda yeşermesine karşı da muhafazakâr cephenin hemen harekete geçeceği de bir tarihsel gerçektir. Çünkü yaratıcı ve özgürlükçü solu zayıflatmak isteyecek siyasi muhalifler geçmişte olduğu gibi yaratıcı ve özgürlükçü solu şiddete ya da daha radikal düşüncelere sevk etmek için elinden geleni yapacaklardır. AKP muhafazakârlığının, Kemalist ve Ulusalcı muhafazakârlığın ve Sosyalist muhafazakârlığın ortak paydası olan muhafazakârlık özgürlükçü sola karşı birleşmekten çekinmeyecektir.

Geldiğimiz süreçte AKP muhafazakârlığının diğer muhafazalık biçimlerinde olduğu gibi bir devrim fobisini içselleştirdiği oldukça açıktır. Buna AKP sendromu de diyebiliriz. Ancak geriye dönüp baktığımızda AKP içinde İslam devrimini savunanların, CHP ve ulusalcı tayfa içinde askeri devrimi, sosyalist tayfa içinde halk ya da askeri devrimi savunanların olması muhafazakârlığın kendi içinde çelişkisi bol olan bir siyaset tarzı olduğunu da bize göstermektedir. Bu çelişkileri yeni bir siyasetin ipuçları olarak saymak gerekir.

Erdal Partog
5 Eylül 2013
Kaynak; kaosgl.org