Jiyan: Osman Akınhay ”Toplumsal hareketlerin asıl taşıyıcıları her zaman kalabalıklardır”

Agora Kitaplığı’nın kurucusu ve editörü Osman Akınhay’la Gezi’yi, Agora’nın Gezi Direnişi Broşürleri’ni ve broşürler arasında yer alan kendi kitabını konuştuk…

osmanakınhay

Gezi direnişiyle ilgili birçok kitap çıktı. Bunların büyük kısmının  sosyal medyada yazılanlardan oluşan derlemeler, yahut kronolojik bir olaylar dizisinin yazıya geçirilişi olduğunu gördük. Agora’dan çıkan kitapların tüm bu diğer kitaplardan farkı var mı? Varsa nedir?

Gezi direnişiyle ilgili çok sayıda kitabın  çıkması olağan ve tabii ki iyi. İçlerinde ‘istismar’  kokusu duyduran kitaplar bulunduğunu da biliyoruz. Piyasaya ilk çıkan ve en çok baskıyı yapan kitabın, ömrü boyunca ‘müesses nizam’ içinden konuşmuş Emre Kongar imzalı olması da manidar. Bunlar olacak; oluyor da. Fakat kötünün yanında iyi kitaplar da çıkıyor. Bilhassa bazı dergilerin derlemeleri çok iyiydi.Ekspres, Toplumsal Praksis gibi. Biz de ilk başta, direnişin ilk haftasında derleme bir kitap düşünmüştük. İşin doğrusu, isyanın nefesinin bu kadar uzun olacağını kimse öngöremiyordu; fakat günler geçip de isyan durulmak bilmeyince, bir kitap çalışması için gerekli ‘mesafe’yi yakalamak da mümkün olmuyordu. O arada, Anatoliat telif ajansından Noam Chomsky’nin Occupy kitabının çevirisinin yayın hakkını aldık. Kitabı çevirirken aklıma gelen bu ‘broşürler’ fikriyle birlikte çeşitli temaslar kurmaya başladım. İlk elde, Türkiye’deki direniş hakkında ardı ardına makaleler yazmaya başlamış Tarık Ali’yle ve daha sonra, Avrupa’daki ve dünyadaki isyanların yanı sıra Türkiye ve Yunanistan’la ilgili olarak bir makale yayınlamış Slavoj Zizek’le temaslarımız olumlu geçince, derhal görüşlerinin derinliğini beğendiğimiz yerli yazarlarla görüşmeler yaptık ve bu broşürler serisini hayata geçirdik. Bu seride, öncelikle hem Türkiye’deki hem de dünya ve Avrupa’yla Ortadoğu/Kuzey Afrika’daki isyan hareketlerine dair ‘analitik’ değerlendirmelerin yapılmasını, mümkün olduğu ölçüde geçmişi de kapsayan ‘teorik mülahazalar’ın bulunmasını gözettik. Cihan Tuğal, Foti Benlisoy ve Ahmet E. Tonak’ın Türkiye’deki gelişmeleri gün gün takip edip, sıcağı sıcağına yazıya dönüştürdükleri makaleleri yayınlamak da bu bakımdan önemli oldu. Sonuçta bizim serimizden kitapları okuyan okurun gözünde, bir perspektifin ve geleceğe dair ufkun canlı tutulmasına katkı yapmak can alıcıydı. Bundan sonra birkaç yazar arkadaşımızdan başka kitaplar da bekliyoruz; umarız gelir. Ayrıca, Chomsky’nin kitabının yeni basım zamanı gelince, özgün kitaptaki eklemelerle genişletilmiş bir versiyon yayınlayacağız.

Gezi broşürlerinin arasında sizin de bir çalışmanız var, adı da bir  isyanın halesi. Öncelikle isimden başlayalım. Gezi’ye biri direniş  dedi, diğeri uyanış, siz de sanıyorum ki isyan demeyi tercih  ediyorsunuz. Bu üç tanım arasındaki fark nedir sizce? Bu  adlandırmaların arkasında bir niyet aramalı mıyız?

Gezi’nin nasıl nitelendirileceği önemli; burada ‘niyet’ten ziyade ‘bakış’ söz konusu. Gezi, birçok bakımdan Türkiye açısından ilkleri getirdi. Bir kere, Cumhuriyet tarihinin ilk en kitlesel kendiliğinden ayaklanmasıydı ve çıkışında kentin merkezinde, kadınların ve gençlerin, bugünkü aktif genç kuşağın bir itirazı, başkaldırısı olarak başladı. Sonra, süreç içinde bu dinamiğin yayıldığını, çeşitli talepleri barındırdığını, hem siyasal hem de toplumsal muhalefeti kapsadığını, ayrıca özellikle beyaz yakalı çalışanları, güvencesiz kesimleri hareketlendirdiğini gördük. Aslında bugün itibariyle, Taksim merkezin kısmen polis denetimi altına alınmasının da etkisiyle, bu itirazın İstanbul’da Gazi Mahallesi ve Okmeydanı, Ankara’da Dikmen ve Tuzluçayır, Antakya’da Armutlu’da süreklilik kazanması daha sıhhatli görünüyor. Tüm bunları göz önüne aldığımızda, ‘Gezi direnişi’ bir sembol tanımlama gibi duruyor ve ortak bir kaynağı gösteriyor, fakat siyasal/teorik bakımdan bunun daha ötesinde bir dinamiği açığa çıkardığı kesin. Mesela Korkut Boratav’ın Gezi’den hareketle ‘olgunlaşmış bir siyasal başkaldırı’ tespiti yapması hep akılda tutulmalı. Eğer bu itiraz sürecekse, ki öyle görünüyor, yine hem katılan kesimler olarak hem de meseleler ve talepler olarak, çoklu faktörlerin bir ‘alaşımı’ olmaya devam edeceğini söyleyebiliriz.

Sizce Gezi Lenin’in bahsettiği o tarihi sıçramalardan biri mi ve biz Türkiye’deki sol olarak Gezi’den ne çıkarmalıydık ve ne çıkardık?

Gezi’den herkes ders ve sonuç çıkarıyor zaten; iktidar kanadı da muhalefet kesimleri de. Bu açıdan, hakikaten bir ‘milat’. Ve ilkin, sol’un değişik kollarının Gezi’yi nasıl kavradıklarından ziyade ve daha önemlisi, isyanın öznesini meydana getiren ‘örgütsüz bireyler’de hem deneyim olarak hem hayat ve dünya görüşü olarak nasıl dönüşümlerin yaşandığı. Çünkü biliyoruz, başlangıçlarda ve dönüm noktalarında bir siyasal hareket olarak sola belirleyici roller düşse de, toplumsal hareketlerin asıl taşıyıcıları her zaman ‘kalabalıklar’dır. Ve benim kitabımı bitirirken vurguladığım, Gezi’nin tüm bileşenlerinden daha ötede bir yerde duran ‘isyanın halesi’nin diri tutulmasının kritik değeri de burada yatıyor. Şu ana kadarki gözlemlerin, bu ‘hale’nin henüz solmadığı yönünde.
 
Forumlar çok da alışık olmadığımız bir karşılaşma kültürü yarattı.  Sizce bu mevcut sol örgütlenmelerin siyasi kültürlerinde de değişim  yaratabilir mi?

 

İlla ki yaratması gerekir. İki açıdan: Birincisi, forumların çok çabuk bir zaman diliminde ‘benimsenmesi’, Gezi’de açığa çıkan enerjideki, düzen içi partiler ve siyasetten umudun ve beklentilerin tümden kesilmiş olmasının bir yansıması. Çok sayıda insan, kendini ifade edemediği düzen partilerinde ya da hatta sol/sosyalist partilerden başka bir zeminde, düşüncelerini, arzularını, taleplerini dile getirebilme ‘imkân’ını gördü bu forumlarda. Söz alanları da almayanları da. O bakımdan, doğrudan siyasal kürsü işlevini de gördü/görüyor forumlar. Naçizane fikrim o ki, solun bütün bu süreçten çıkarması gereken en önemli ders, 21. yüzyılın isyanlarındaki bazı ortak karakteristiklerin üzerinde düşünülmesinin, teorik avadanlığımızın yenilenmesinin şart olduğu. Henüz lafzen dahi ‘sosyalizm’ perspektifini gündemine almamış, ‘itiraz’ aşamasında duran, fakat mevcut sistemin numaralarının ‘yutulmadığını’ da açığa vuran bir hareketle karşı karşıyayız. En önemlisi, özne pozisyonunda geçen yüzyılın ‘sanayi proletaryası’nın ayrıcalıklı yerinin gözden geçirilmeye muhtaç olduğunu vurgulamak lazım. Artık ‘güvencesiz, kadrosuz’ çalışanlar, esnek istihdam rejiminin emekçilerinin daha ön plana çıktığı bir evreye girmiş gibi görünüyoruz. Örgütlenme ve siyaset yapma tarzını da buna göre ‘ayarlamak’ şart olacak. Sol partiler en yoğun enerjiyi bu tahlillere hasretmeliler.

Bazı yazarlar ve sosyal bilimciler Indignados ya da Occupy için  gösterdikleri heyecanı Gezi için göstermediler. Bunu neye  bağlıyorsunuz? İsyan seçmek elimizde midir?

 

İsyan seçmek tabii ki elimizde değil. Zaten bu isyanı hiçbirimiz yapmadık. Kimimiz katıldık ya da kimimiz seyrettik, o ayrı. Hele bizim kuşak için, hayatlarımızı temize çeken bir ‘seyir’ oldu. Her tarihsel dönemin başkaldırıları, o devrin toplumsal/siyasal koşulları çerçevesinde meydana geliyor. 1926’daki genel grev İngiltere’nin siyasal tarihinde mühim bir çentikti; Avrupa’nın ‘68’inde Fransa’daki milyonluk grevler apayrı bir kıymetteydi; yine 1960’larda İstanbul ağırlıklı grevler Türkiye’nin siyasal tarihini değiştirdi. Fakat 2013’te genel grev çağrıları sonuçsuz kaldı. ABD’de, Avrupa’nın güney kuşağında, Tunus, Mısır ve Bahreyn’deki isyanlarda sokağa çıkanların bileşimi, eski tür eylem ve grevlerin çekirdeğinden farklı oldu. Dolayısıyla, aradan zaman geçtikçe üstlenilecek en ‘serinkanlı’ görev, her şeyden önce isyana katılanların sosyal bileşimini, onları sokağa iten temel sebep ve dürtüleri isabetli bir şekilde saptayarak analize tabi tutmakta yatıyor.

Erdoğan’ın etrafında her gün yeni bir cephe açılıyor ve hükümet her  geçen gün daha öfkeli adımlar atıyor. Hem Gezi’den ortaya çıkan hareketin geleceği hem de AKP’nin geleceğine ilişkin düşünceleriniz  neler?

Güncel gelişmelerin nasıl seyir alacağını  bilemeyiz; tarihte yeterince parlayıp sönen hareket örnekleri olduğu gibi, sonradan alevlenip devrimlere yürüyen hareket örnekleri de mevcut. Kabaca görebildiğimiz, Gezi’deki ‘itiraz’ın yönetenler açısından bir ‘sınır’ı işaret ettiği. İktidar kanadı tabii ki bu ‘sınıra dayanma’ olgusunu dikkate almayıp, bildiği yoldan ilerleyebilir. Fakat, AKP’nin kendi iktidarı ve yönetimi açısından, yandaş tabanı dışındaki kesimler nezdinde ‘rıza üretme’ kapasitesinin tıkandığı da aşikar. Türkiye’nin güncel siyasal koşulları, Suriye ve Ortadoğu’dan küresel kapitalizmdeki dalgalanmalara, kendi ekonomik ‘başarı’ serüveninin çökme ihtimalinden ülke içi muhalefetin yükselmesi durumuna kadar çok çeşitli etkenlere bağlı olduğundan, mevcut durumun ‘vidaların daha sıkılması’yla bir müddet daha devam edeceğini, fakat sonra ‘esastan kırılmalar’ın yaşanacağını düşünüyorum.

Sarphan Uzunoğlu
13 Ekim 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; jiyan.org