İtaatsiz: Gezi Parkı ve milliyetçi hassasiyetler – Numan Bey

“Kürtler son 30 yıldır meydanlardayken, siz neredeydiniz?”

geziparki

“Taksim’de duran adamların hepsi Roboski’de susan adamlar”

Gezi direnişi başladığında ve yaygınlaşmaya başladığı süreçte “Kürtler son 30 yıldır meydanlardayken, siz neredeydiniz?” diye soranlar, Kürt insanlarıyla Türk insanlarını tek bir özne olarak görme hatasına düştüklerini kavrayamıyorlar. Korkarım bu milliyetçi iklimde kavramaktan da belki ilelebet uzak olacaklar.

Artısı var: Taksim’de duran adamların Roboski’de susan adamlar olduğunu öne sürüyorlar

Genel ve yaygın bir bakış açısının ifadesi olan bu sözler ve söz sahiplerinin çizdiği kavrayış, kendi içerisinde birçok problemi barındırıyor.

Toplumsal mücadeleyi görmek ve tahlil etmekten uzak olan bu yaklaşımın en belirgin hatası meseleyi Kürtler ve Türkler olarak gören bir mücadele hattına indirgemesidir. Gezi Parkı’nın belki de en spesifik özelliği; farklı ve çok zıt politik duruşlara sahip siyasal hareket ve partilerin aynı alanda bulunmayı – ufak tefek arızalar olmasına rağmen – başarmasıydı. Yani orada BDP ve TGB, Anti-kapitalist Müslümanlar ve Anarşistlerin de bulunması başka bir şeyler olduğunun işaretleriydi. Parkta bulunan ve gece gündüz o alanda kalıcı olarak çadır kuran insanların az denemeyecek bir kısmı siyasal hareketler ve Taksim Dayanışmasını oluşturan gruplardan bağımsız olarak, kendi özgür iradeleriyle oraya gelmiş ve yerleşmişlerdi. Gezi Parkı’nda Kürtler de, ulusalcılar da, diğer siyasal gruplar da, LGBT bireyler de, ayrıca tek tek bireyler de vardı.

“Kürtler son 30 yıldır meydanlardayken, siz neredeydiniz?” gibi bir sorunun muhatabı, Türkler olarak şeytanlaştırılan ne oradaki sol gruplardır ne de bu sorunun muhatabı vardır.

Bu sorunun sorulmasını meşru kılan zihniyet ya da teorik arka plana bakmakta yarar var:

Bu cümleyi söyleyen özne;

1) Her toplumsal durumu öznelere indirger

2) Bu öznelerden hareketle ikili zıtlıklar kurar

3) Zıtlıkları karşılıklı homojen toplumsal öznelerin mücadele alanı olarak kurar ve her bir özneyi mevcut düzenin zihniyeti gibi temsil edilebilir statik nesnelere indirger

4) Temsi edilen bu toplumsal öznelere etik değerler atfederek, ezen-ezilen gibi bir durumu sabitleyerek sürekli kılar.

Sonuçta ortaya çıkan şudur:

Türkler gibi içinde Kürtler hariç herkesin adlandırıldığı, işçisi, köylüsü, gay’i, lezbiyeni, feministi, solcusu, komünisti ve anarşisti de kapsayan bir kategori içerisinde tuttuğu insanları şeytanlaştırır.

Ezen-ezilen karşıtlığını değişmez öznelerle sabitlemek toplumu anlamak ve tanımlamak için kaba ve ilkel bir durumun ifadesidir. Hiçbir kimlik özneler üstünde ezilen olarak sürekli bir kalıcılığa sahip olamaz ve ezilen, her durum, şart ve anda değişir. Milliyetçi hassasiyetten kaynaklanan sözleri sarf ederlerken Türkiye’nin solcusunu, devrimcisini ve yıllardır verdikleri mücadeleyi görmezden gelir ve milliyetçiliklerini tek ezilen kesimin Kürt kimliğine sahip olan ve bunda ısrar eden kesimler olduğunu söylerler. Dahası Kürt kimliği altında olan ve farklı kimliklerinden dolayı baskı ve eziyet gören kesimleri görmemezlikten gelirler.

Milliyetçi hassasiyetler ve oluşturdukları dil, hakikati görmenin önünde bir perde olarak durur. Ta ki ulviyet addettikleri birisi ya da birilerinin durdukları yerin yanlış olduğunu söyleyene kadar.

Kürtlerin devletle mücadelesi gözlerini o kadar kör etmiştir ki; “Siz Türkler” dediği insanların yıllardır Kürt hareketine destek vermekten başka bir şey yapmayıp, kötürüm olduğunu dahi görmek istemezler.

Bu o kadar kör bir değerlendirmedir ki; cezaevleri tarihi ve mücadelesinde 12 Eylül ve sonrasında onurla duran ve asla devlete teslim olmamış, hemen hemen tek direnişin olduğu cezaevleri Metris ve İstanbul cezaevlerini görmezden gelirler. Yenilgi edebiyatı yapmaktansa, direniş örneği olan, devrimcilerin insanlık onurunu her şart altında ölümüne savundukları örnekleri görmezden gelen bir kuşağın, bugün “Türkler biz mücadele ederken neredeydiler” demesi, bize 12 Eylül öncesi mücadeleleri hatırlamaya teşvik etmiştir.

Türkiye solu elbette Kemalist etkilere sahip bir soldur. Bu etki Kürt hareketlerinin hepsinde de vardır. Ancak devlete karşı mücadelesinde, en azından 1970’lerde ve 12 Eylül’ün cezaevlerinde en zor zamanlarda mücadele eden insanlara ve Türklük gibi bir kavramdan arınmış, kendini devrimci mücadelenin hiçbir aşamasında Türk olarak tanımlamayan, aksine hicab duyan insanlara karşı daha dikkatli bir dil kullanılması dürüstlüğün gereğidir.

Gezi Parkı direnişleri ise sola ve solculuğa bağlanacak bir şey değil. Aksine gerçek bir toplumsal mücadele biçiminin hayata geçtiği, belki de Türkiye’deki ilk örnektir. Benzer örnekleri Kürt bölgelerinde ve Kürdistan’ın her bölgesinde görmek hiç de şaşırtıcı olmayacaktır. Rast gele!

Not: Bu yazı yazıldıktan sonra Lice’de karakol kurulmasını istemeyen insanlara karşı devlet zulmünün bir başka örneğine şahit olduk. Bu süreçte Gezi olaylarına destek veren önemli miktarda kişi ve kuruluş Kürtlere karşı hasmane tutumlarını ifşa etti. Milliyetçiliğin ve milliyetçiliğin neden olduğu yobazlığın açık bir örneği olarak bunun da kayda düşmesi gerekmektedir.

Ancak Gezi Parkı’ndan mahalle parklarına yansıyan forumların olaya anından tepki gösterip sokakları kaplaması ve bu insanların sabahlara kadar protesto gösterilerinde bulunmaları, Kürtlük hassasiyetleri gözlerini kapamış olan insanları bir nebze de olsa düşündürmelidir.

Numan Bey
29 Haziran 2013
Kaynak; itaatsiz.org