Sendika.org: İstanbul Barosu ‘Siyasi iktidar toplumu tehdit etmektedir’

İstanbul Barosu, halka yönelik artan polis terörü ve hukuksuzluklarla ilgili olarak bir açıklama yayımladı.

İstannbul Barosu, Tayyip Erdoğan’ın hedef göstermeleriyle şiddeti artan polis saldırı ve terörüyle ilgili olarak bir açıklama yayımladı, “Siyasi iktidar toplumu tehdit etmekte, en temel demokratik hakları terörize etmektedir” dedi.

Açıklamanın tam metni şöyle:

Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da, yurttaşlara yönelik olarak, demokratik bir rejimde asla görülemeyecek, ancak totaliter rejimlerde görülebilecek bir polis “saldırısı” ve “terörü” gerçekleşmiştir.

Başbakan’ın Ankara Mitinginde yaptığı açıklamada,  “Polis Gezi Parkı’nı boşaltmayı bilir” şeklindeki sözleri, güvenlik güçleri tarafından açık emir, talimat ve yönlendirme olarak nitelenmiştir. Bunun üzerine Gezi Parkına ancak İsrail’in müdahaleleri ile kıyaslanabilecek, hatta onu dahi geride bırakacak bir “saldırı” gerçekleştirilmiştir. Bu saldırı, barışçıl biçimde anayasal – demokratik haklarını kullanan halka; erkek, kadın, çocuk, genç, yaşlı demeden uygulanmıştır. Öyle ki, bu saldırı sırasında ve sonrasında, savaşlarda dahi yapılamayacak şekilde, revire dönüştürülmüş kapalı mekânlara gaz bombaları atılmış, yaralıların sağlığı hiçe sayılmış, rastgele, hukuksuz yakalama ve gözaltılar gerçekleşmiş, görüntülerle de sabit olduğu üzere sokaktaki bazı yurttaşlar resmi ve sivil polislerce acımasızca darp edilmiş, görülmemiş bir şiddet uygulanmıştır. Eklemek gerekir ki, hukuka ve kanuna aykırı fiilleri gerçekleştiren polis memurlarının belirlenmesi ve gerekli başvuruların yapılabilmesine olanak sağlayacak numaraların giysi ve kasklarda gizlenmesi, kanuna aykırı ve suç olduğu gibi, bu davranış bir yandan ilgili kişilerin suç kastını ve bilincini göstermekte, diğer yandan da tüm polis teşkilatını zan altında bırakmaktadır. Bu hukuksuzluklar ne yazık ki devam etmektedir.

Gerçekten daha önce ayrıntıları ile açıkladığımız üzere, insan sağlığını tehdit eden biber gazı ve tazyikli su kullanılmasında kanuni hiçbir şarta uyulmamaktadır. Zira, biber gazı herkesin etkilenebileceği şekilde kullanıldığı gibi, yakından ve hedef gözetilerek atılan gaz fişeklerinin bir mermiye dönüşebildiği görülmektedir. Bu şekilde, yurttaşların can güvenliği ve vücut bütünlüğü kasten tehlikeye atılmaktadır.

Bütün bu hukuksuz uygulamalar ve şiddet, başta Başbakan olmak üzere, siyasi iktidarın söylemlerinden ilham ve cesaret almaktadır. Türkiye’nin demokrasi çıtası, hukuk düzeni, Başbakanın günlük ya da anlık tahammül algılarına esirdir. Demokratik hakların kullanımı karşısında “vahşete” varan bir uygulama, “güvenlik” adı altında yürütülmekte, temel hak ve özgürlükler kullanılamaz hale getirilmektedir.

Bu koşullar altında, yaşanan bütün gelişmelerden, bu arada yurttaşların can güvenliği ve vücut bütünlüklerine gelecek her zarardan, bizzat siyasi iktidar sorumludur. Başbakan “benim polisim” söylemi ile bu şiddete ortak olmakta, “devletin” polisi olması gereken güvenlik güçlerini iktidarı eliyle teslim almaktadır. Polis, sadece kanuna ve vicdanına göre hareket etmelidir. Ne yazık ki Başbakan, “benim polisim”, “benim valim”, “benim memurum”, gibi söylemlerle devletin tüm kişi ve kurumlarını, kendine bağlı olarak görmek gibi bir düşünce içindedir. Oysa demokrasilerde kişi ve kurumlar sadece hukuka bağlı ve devletin emrindedir. Görev ve yetkileri de kanunlarla belirlenmiş olup, yargının denetimi altındadır.

En tehlikelisi ise, Başbakan’ın ve bazı bakanların yargıya yönelik verdikleri talimatlardır. Nitekim Başbakan, önceki gün, yargıya açık mesaj göndermekten çekinmemiştir. İfadesi aynen şöyledir: “Ben yargıdan da üzerine düşeni yapmasını bekliyorum. Bu mesajın nereye gittiği bellidir.”

Evet mesajın nereye gittiği bellidir !

Başbakan, tutuklama taleplerini reddeden yargıyı hedef almakta, nasıl karar verilmesi gerektiği hususunda emir ve talimat vermektedir. Anayasanın 138.maddesine göre;“…hiçbir organ, makam, merci veya kişi yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz.” Aksine davranış, TCK’nun 277.maddesindeki suçu oluşturur. Başbakan açıkça suç işlemektedir. Beklentimiz yargının bu tür “mesaj”ları almaması, iade etmesi, sadece kanuna, hukuka ve vicdana göre karar vermesidir. Yargı “birilerinin” değil, halkın, milletin, hakkın yargısı olmalıdır. İstanbul Barosu, bağımsız ve tarafsız hareket eden yargının da güvencesidir.

Gelinen aşamada yakalama, gözaltı ve soruşturmaların bir tehdit ve gözdağına dönüştüğü de görülmektedir.

Bu vesileyle önümüzdeki süreçle ilgili bazı kaygılarımızı da paylaşmak istiyoruz. Bunlardan ilki, milyonlarca kişinin şüpheli duruma getirilebileceği, keyfiliğe açık toplu soruşturmalara bağlı yeni bir “cadı avı” girişimidir.  Bunun bir ilk adımı bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve elkoyma ile ilgili CMK’nun134.maddesinin, cep telefonlarına uyarlanmak suretiyle kararlar oluşturulması ve bu kapsamda uygulama yapılmasıdır. Böyle bir uygulama kanuna ve ceza hukuku ilkelerine aykırıdır. Zira, sadece bilgisayarlar için öngörülmüş olan madde, bu şekilde hak ve özgürlükler aleyhine genişletilemez. Buradaki amaç, hukuka aykırı olarak sosyal medyayı denetim altına almak, kullanımı ile ilgili olarak kişilerde tereddüt ve kaygı yaratmaktır. Bu da demokratik bir ülkede olamayacak, ancak totaliter rejimlerde rastlanabilecek bir uygulamadır. Toplum hukuk eliyle tehdit edilerek baskı altına alınmak istenilmektedir. Temel hak ve özgürlükler tehdit altındadır.

İkinci kaygımız, kanuni şartları bir yana bırakılarak bazı yurttaşlara, terör ve organize suç isnatlarının yapılmasıdır. Oysa bir fiilin Terörle Mücadele Kanunu (TMK) kapsamına girebilmesi için, Kanunun 1.maddesine göre 3 temel şart gerekmektedir:

*Kişinin bir terör örgütüne mensup olması;

*Cumhuriyetin temel niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirme, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozma, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürme, devlet otoritesini zaafa uğratma veya yıkma veya ele geçirme şeklinde bir amacın varlığı;

*Cebir, şiddet, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden birinin kullanılması.

Bu üç şartı bir arada taşımayan fiiller hukuken terör eylemi olarak değerlendirilemez. Şu halde, demokratik protesto hakkını kullanan, şiddete başvurmayan yurttaşların “terörist” olarak nitelenmesi doğru olmadığı gibi, kabule göre dahi her kanunsuz fiilin terör eylemi olarak kabul edilmesi de mümkün değildir. Hukukun eğilip bükülerek amaca uygun bir biçimde, adeta bir “silah” gibi kullanılması hak ve özgürlükler bakımından büyük bir tehlikedir. Bu açıdan tüm yetkilileri sadece hukuka ve adalete göre davranmaya davet ediyoruz.

Bu arada, Başbakan’ın kitleleri kışkırtan, birbiriyle karşı karşıya getirebilecek söylemlerinin, yaygın olmasa da ne yazık ki “zehirli” meyvelerini vermeye başladığını, eli sopalı yahut sopasız bir takım kişilerin yurttaşlara ve bazı kurumlara saldırdığını kaygı ile izlemekteyiz. Emniyetin asıl görevi bu saldırılara engel olmak ve failleri yakalamaktır. Milletimizin her zamanki gibi sağduyu ile hareket edeceğine, yaşanan ortamın hassasiyetinin özenle gözeterek bu gibi tahriklere kapılmayacağına inancımız tamdır.

Yaşanan bütün hukuksuzluklar Baromuzca izlenerek, gerekli tüm hukuki girişimlerde bulunulmakta, yurttaşlara gerekli hukuki hizmet ve yardım yapılmaktadır. İstanbul Barosu, halkın hak arama özgürlüğünün ve savunmanın temsilcileri konumunda bulunan avukatların meslek örgütü ve bir hukuk kurumu olarak taşıdığı sorumlulukla, halkının yanında ve hizmetindedir ve olmaya da devam edecektir.

İstanbul Barosu olarak, başta siyasi iktidar olmak üzere tüm yetkilileri kışkırtıcı beyanlardan, tehditlerden, meydan okumalardan sakınarak sorumlu davranmaya,  hukuka aykırı tutum ve davranışlara, yurttaşlara yönelik şiddete son vermeye, halkın taleplerini ve duyarlılıklarını dikkate almaya davet ediyoruz.

Kamuoyuna saygı ile duyurulur.

İSTANBUL BAROSU BAŞKANLIĞI

18 Haziran 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; sendika.org