Hürriyet: Adım Ali İsmail, Vatanım Dünya, Irkım İnsanlık

ali-ismail“Adım: Ali İsmail, Vatanım: Dünya, Irkım: İnsanlık, Dinim: İyilik yapmak…” Facebook sayfasında kapak yazısıymış okuduğunuz başlık. Sık sık söylermiş bunu. Geçen hafta kaybettiğimiz 19 yaşındaki Ali İsmail nasıl bir insandı? Hatay’daki evinin arka bahçesindeyiz. “Çikita Ormanı” dermiş buraya. Çektik sandalyeleri. Büyüdüğü, oynadığı çayırlıkta, incir ve portakal ağaçlarının altında onu konuştuk… Hayatındaki ve ölümündeki şiir gibi ayrıntıları dinledik.

Sebati ile Hatay’a gelme sebebimiz Antakya’da eylemcilerle, siyasetçilerle konuşmak, bir haber dosyası hazırlamaktı. Ama her yerde Ali İsmail vardı. Duvar yazılarında, sokaklarda, gazetelerde… Mevlit töreninde ailesine baş sağlığı bile dileyemedim. Bir kenarda durdum, gidemedim. Ertesi gün abisi Gürkan Korkmaz’ı çekinerek aradım. “Taziyeye gelebilir miyiz?” diye sordum. Buyur etti.

ÜÇ KATLI EVİ, ÇİKİTA ORMANI

Ekinci’ye gidiyoruz. İçim sıkışmış, arabayı yavaş sürüyorum. Sebati konuşmadan camdan dışarıyı seyrediyor. Köyüne geliyoruz. Girişte koca bir pankart: “Ali İsmail ölümsüzdür.” Bir diğeri: “Katiller hesap verecek”, sadece “Ali İsmail” bir yerde de “Che” diye yazmışlar duvarlara. Sonunda ulaşıyoruz. Derin bir nefes alarak giriyorum eve. Ali İsmail’in doğup büyüdüğü üç katlı bina… Yan tarafta amcası, kuzenlerinin evi var. Burada 18 yılını geçirmiş. Geçen yıl ayrılmış. Çok dokunaklı, olacakları hissetmiş gibi bir Twitter notu yazarak… Abisi Gürkan Korkmaz orada. Kolu kanadı kırılmış; zor konuşuyor. Anladığım kadarıyla Ali İsmail’in hayranlıkla, belki rol modeli diye baktığı biri. Bir avukat. Sakin, soğukkanlı, acısını içine gömmüş. Yaptığı açıklamalarda hep itidal çağrısı yaptı, “Başka kimse ölmesin, ne olur” dedi.

Rahat konuşabilmek için evin arka tarafına geçiyoruz. Biber, domates, kabak ekili bir bahçe… Gürkan, “Hiçbirimizin içinden gelmiyor artık bakmak. Çürüdüler” diyor. Bahçenin ucunda dut, portakal ve çam ağaçları, hemen aşağıdaysa cılız akan bir ırmak var. “Burası bizim yürüyüş yerimizdi. Ali İsmail gittikten sonra annemle çıkar her sabah bir buçuk saat yürürdük. O sabah da ben, annem, köpeğimiz yürüyecektik, üşendim. ‘Yarın gideriz’ dedim. Maalesef ertesi sabah Eskişehir’deydik.”

Gürkan kaybettiği kardeşinin köpeği Kuzey’i seviyor konuşurken. Golden Retriever. 1 yaşında. Onun ölümü hissettiğini, tüy döktüğünü, söylüyor. Öyle olur. Yadigar kalır. Hep hatırlatacağını bilerek okşuyor Gürkan, Kuzey’i. Ali İsmail olaydan sonra ilk onu aramış. “Dişim sallanıyor biraz abi” demiş. “Kan sulandırıcı ilaç içiyorsun, bekle, dişin çıkarsa kanı durduramazsın” diye uyarmış Gürkan. Sonra bildiğimiz öykü… Sabaha kadar hastanenin koridorundaki banklarda uyumuş. Polikliniğe gitmiş. “Acillik bir durumunuz kalmadı. Adli vakasınız. Karakoldan evrak getirmeden sizi tedavi edemeyiz” demişler. Yorgunlukla eve gidip uyumuş. Uyandığında dili dönmüyormuş. Hastaneye gitmiş. “Karakoldan gelecek evraklar nerede?” diye yine göndermişler. Beyin kanaması geçirmiş halde ifade vermiş. Sonunda bir avukat arkadaşları Eskişehir Devlet Hastanesi’ne götürmüş. Beyin kanaması teşhisi konmuş. Gazi Tıp Fakültesi’ne sevk edilmiş. Sonra ameliyat, 38 gün yoğun bakım ve pes edişi… Hukuki süreç ayrı bir çile. 40 gün doğru dürüst adım atılmamış. Kamera görüntüleri için “İş yeri sahibinin rızası olması durumunda getiririz” denmiş. “Rızam yok” demişler. Bizim hep izlediğimiz görüntülerde sopalı kişilerin dövdüğü kişi o değil. Başka biri. Ali İsmail’in saldırıya uğradığı görüntüler kayıp 18 dakikanın içinde ve o bölüm ortada yok.“Emniyet önce açamıyor. Otele gidiliyor, teknisyen çağırılıyor. Görüntülerin bir kısmını kopyalıyorlar. Savcılığa gittiğinde bir daha açılamıyor. Hasar görmüş. Vidalarıyla oynanmış. Kopyalanan kısım dahi yok. “Bilirkişiye gitti, o çözemedi. Jandarma Kriminal’e gitti. Oradan sonuç bekliyoruz” diye açıklıyor Gürkan. Ama bir görgü tanığı var. İfade de verdi: “Kısa şortlu birini darp ettiler. Ellerinden kaçtı. Ondan sonra pusu kurdular. Bu defa Ali İsmail’i darp ettiler”. Bu ifade eldeki görüntülerle uyuşuyor.

Bir öykü anlatıyor abisi: “Biri sana kötülük yapsa ne yaparsın?” diye sormuşlar. Herkes “İyilik yaparım” demiş. İkinci defa, aynı… Üçüncü defa sorduklarında “iyilik yaparım” diyenler azalmış. Dördüncüde herkes “Ben de kötülük yaparım” demiş. Hazreti Ali ise “10 kez bile olsa iyilik yaparım” diye konuşmuş. “Neden?” diye sormuşlar. “Onun kötülük yapması onun kötü olduğunu… Benim iyilik yapmam benim iyi olduğumu gösterir. Birinin sürekli kötülük yapması beni kötü yapmaya yetmez, ben iyi biriyimdir” diye açıklamış. “Biz bu hikâyelerle ve hadislerle büyüdük. Hatay, Antakya çocuklarıyız. Bakın Mehmet’in (Ayvalıtaş) babasının adı Ali, Abdullah’ın (Cömert) babasının adı da Ali Ethem… Bizimki Ali İsmail… ‘Alevilik Ali’yi sevmekse ben en büyük Aleviyim’ diyor Başbakan…”

“En yakın arkadaşı kimdi?” diye soruyorum. “Emrah. Çağırayım mı?” Can dostunun kaybını yaşamış, bu acıyla büyümüş ama yakışan bir duruşla uğurlama çabası görüyorum Emrah’ta. Büyük bir sevgi ve saygı duyuyor ona. Biraz uzakta Özbuğday Lisesi’ne gitmişler beraber. “Ben de aynı üniversiteyi kazandım. Ben gidemedim onu uğurladım” diyor. “Hep yararlı bir şeyler yapma çabasındaydı. ‘Toplum İçin Gençlik’ diye bir grup kurduk. Engelli kardeşlerimiz için mavi kapak toplardık, huzur evine giderdik. Bizi örgütlerdi, toplardı. Yaşlılarla konuşurduk. Kitap okurdu. Bir şeyler anlatırdı, dinlerdik. Hep fotoğraf çektirirdik. Fotoğraf çekmeye çok meraklıydı. Bir de film hastasıydı…” En sevdiği filmi soruyorum. “V for Vendetta” diyor. Odasında afişi varmış. Hay Allahım! Bir de ‘Olağan Şüpheliler’in fanatiğiymiş. Pink Floyd, Metallica dinlermiş. Türklerden ise Haluk Levent’i. Hasta Fenerliymiş. Fenerbahçe yenilince pazartesileri uğraşmasınlar diye servise binmezmiş. Hep başka bir dünya aramış sanki. Litvanya’ya, Romanya’ya, Samandağ’a doğal hayat kamplarına gitmiş. Elektrik, telefon kullanmadan günlerce yaşamaya…

Emrah anlatıyor: “Servis şoförü Nizam Abi kaza geçirdi, yoğun bakımda kaldı yaz boyunca. Okullar açıldığında annesi “Hadi seni servise yazdıralım” deyince “Yok, ben servisle gitmek için Nizam Abi’yi bekleyeceğim. Ona yapamam” dedi. O çıkana kadar da dolmuşla gitti, geldi. Çok vefalıydı. Lise 4 boyunca servise binmedi.” Eğlenceli hikayelere dalıyoruz. Daha yeni, bir gece hep beraber votkayı, tekilayı, rakıyı karıştırmışlar bir akşam. “Ben iyiyim çevrem kötü. İşte bu arkadaşlarım beni böyle yaptı anne” deyip durmuş. Kıkır kıkır gülüyorlar şimdi bile. Saçıyla başıyla oynamayı severmiş. “Takılmayın böyle şeylere” dermiş. Gürkan “Babamla tatlı tatlı atışırlardı” diyor. Sert çıkmazmış babası. Tıraş oyunca “Oh ne güzel olmuş yüzün gözün açılmış” diye belli edermiş. Babasına bir oyun oynamış bir gün. Eski bir fotoğrafını bulup çıkarmış. Baba Şahap Korkmaz, fotoğrafta genç ve saçları uzun… “Bak baba ne güzelmiş saçların…” Babası, “E biz gençtik o zaman” deyince “A ah, tıpkı benim gibi” diye noktayı koymuş. “Sevgilisi var mıydı?” sorumu kuzeni İsmail yanıtlıyor. “ Yoktu ama hoşlandığı biri vardı. ‘Sınav dönemi başlasın kıza açılacağım’ diyordu. O dönemlerde bilmiyorum neden, daha cesaretini tam toplayamamıştı herhalde. Okuldan biriydi.”

Anne acısı en korkunç acı. Ama ağlayan bir baba bana çok dokunur. Gardı düşer, yeniden çocuk olmuş gibi görünür. Yüzünden iyilik akan bir adam Şahap Korkmaz. Ben çekinerek başsağlığı diliyorum. O sarılıp öpüyor, “Sağol” diyor. İçtenlikle konuştuktan sonra “Türkçem çok kötü kusura bakmayın” diye ekliyor. Sebati ile sonrasında bunu konuşuyoruz. Böyle bir durumda Türkçesi için özür diliyor. Doğru da değil üstelik. O kadar güzel cümleler kuruyor ki… Nasıl bir aile bu, isyan ediyor insan! Gitmek üzereyiz. İşin en zor kısmı var. Anne Emel Korkmaz masada tek başına oturuyor. Güçlü bir ifade. Ama anlatılmaz bir kederle… “Benim hiçbir şey söylememe gerek yok. Siz resimlerine bakın onlar anlatır Ali İsmail’i” diyor. Sebati doğru söylüyor: “Zaten Türkiye’yi o resimler, o gülüş yaktı.” Ali İsmail ve kaybettiğimiz diğer gencecik çocuklar Türkiye’nin tarihi dönemecinin yaşlanmayacak yüzleri artık… Ekşi Sözlük’te yazmış biri… “Seni unutursak kalbimiz kurusun çocuk…”

ANNE EMEL KORKMAZ

Hangi vicdanla bu çocuğa elleri kalktı. Rahat uyuyabiliyorlar mı? Onların evlatları yok mu? Bu yaşıma kadar bir tokat bile atmamışken onlar öldüresiye dövdüler. 37 gün hastanede yattı, hep iyi olacak diye bekledim o kapıda. Maalesef olmadı, o zalimlerin darbesine yenik düştü. Benim oğlum hava solumuyor. Oğlumu geri getirmeyecek ama o zalimlerin yakalanması bir nebze olsun rahatlatır beni. Onlara bu yolu verenlerin, onlara darp edin diyenler bu çocuğun fotoğrafını görünce içleri vicdanları sızlamıyor mu? Bana en büyük acıyı yaşattılar ama onlar için bunu dileyemem, dilim varmaz. Benim oğlum, babası evin önüne gelen yılanı vurdu diye deli oldu, “Sana ne yaptı da vuruyorsun” dedi. Nasıl kıydılar bu çocuğa! Sabahları uyandığımda oğlum Eskişehir’de okuyor, gelecek diye düşünüyorum. İnanmıyorum. Binlerce kişi buraya geldi ama benim oğlum Eskişehir’de diye düşünüyorum.

BABA ŞAHAP KORKMAZ

Ben sekiz sene yurtdışında çalıştım. Çocuklarımı iyi bir yere getirmek için. Başkasına muhtaç olmamalarıı için. Dedim ki “Ben sırtıma çuvalı koyup direnirsem çocuklarımın tahsillerini bitirmelerini sağlayabilirm”. Ki ben ezildim. Ben yaşamadım. Ne ben ne annesi. Onlar yaşasın, kimseye, gurbetlere muhtaç olmasın diye. Dünyanın en zor ülkesinde, Arabistan’da iş yaptık. Bir kalp ameliyatı geçirdi… Bir gün oturdu bayıldı, kucağıma aldığım gibi hastaneye gittik. Tamamen gitti sandım. Kucağımda bıraktı kendini, soldu. Buradan belki bir kilometre yürüdük. Herkes bağırıyor çağırıyor, bitti yani öldü. Ama hastanede ısındı, açtı gözlerini canım benim… Buraya kadar getirdik. Çakallara, zalimlere kurban gitti. Ama anısı hep yaşayacak, belki bizden daha fazla yaşayacak… Ama bu bir gerçek ki benim oğlum evde yok. Şimdi eve geliyorum sanki ev bomboş. Odasına geçiyorum sanki benim üstüme yıkılacak…

KUZENİ İSMAİL KORKMAZ

27 Mayıs’ta Eskişehir’e gitmiştim. Akşam dönüyorum. Otobüsüm vardı. Ali İsmail “Bak bugün geç geleceğim ama beni görmeden sakın gitme. Nargile içeriz” demişti. Kuzenlerim şaka yapmış. “Seni görmeden gitti” demişler. Çok sinirlenmiş. Beni görünce sevindi. Tuttu, valizimi kaptı. “Bırak ben taşıyacağım” dedi. Beraber taşımayla karar verdik. Bir ucundan ben, diğer ucundan o. Tramvay geldi, bindim. Ali İsmail gitmiyor. Son bakışları yemin ediyorum aklımda. Tramvay gidene kadar İsmail bana baktı.

Çınar Oskay
21 Temmuz 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; fotoanaliz.hurriyet.com.tr