Çaylak Haber: ‘Her şeyi göze alıp ayağa kalktılar’ Ümit Kıvanç

Belgeselci, yazar Ümit Kıvanç ile iki haftadır devam eden Taksim Gezi Parkı protestolarını konuştuk. Kıvanç, yürütülen bu mücadelenin insanların onurlarını korumak için göze alıp ayağa kalkması şeklinde değerlendiriyor.

umitkivanc

Taksim’de başlayan toplumsal direnişin temel çizgisinde kimler yer alıyor? Böylesine geniş bir yelpazeye yayılan gösterici çeşitliliğinde insanları sokağa döken şey Gezi Parkı’ndan başka ne olabilir?

Direnişe katılanları sınıflandırmak imkânsız. Normal olarak biraraya gelemeyecek kesimler, bazıları gayet gönülsüzce olsa da, yanyana. Gezi Parkı’ndaki esas meseleden çok, oraya yapılan müdahalenin insafsızlığı, vicdansızlığı insanlarda tepki yarattı. Başbakanın bir-iki aydır sürdürdüğü aşağılayıcı, mahkum edici, hakaretlerle dolu demeçler dizisi insanlarda öyle bir tepki biriktirmiş ki, bu birden patladı. Esas olarak, insanların onurlarını korumak için her şeyi göze alıp ayağa kalkması diyebiliriz.

Göstericilerin şiddete başvurduğu iddiasına ne diyorsunuz ve başbakan tarafından sürekli olarak bu ‘şiddete başvurma’ argümanının öne sürülmesinin altında ne gibi sebepler yatıyor olabilir?

Göstericilerin şiddete başvurması dediğimiz, birtakım grupların polisle çatışmasıdır. Bu nasıl başladı, hatırlayalım: İnsanlar Gezi Parkı’na destek için gelmeye kalktıklarında polis onları gaz bombalarıyla dağıtmaya kalktı, insanlar da karşı koymaya başladı. Beşiktaş’ta Başbakanlık Ofisi’ne girmeye kalkmalar falan, zaten direnişin ana gövdesini oluşturan geniş kalabalıkların haberdar bile olmadığı şeylerdi. Zaten buna müdahale edilebildiği anda edildi, oradaki olay bitti. Ama meselâ 11 Haziran müdahalesinde, akşamüstü meydanda toplanmaya başlayan insanları parka sürmek için polis hiçbir uyarı yapmaksızın gaz atmaya başladı ve insanların panik içinde birbirlerini ezmesini göze aldı. Allahtan herkes çok mâkûl davrandı, ikinci bir 1 Mayıs 77 felaketi olmadı. Devlet eski usullerle, her şeyi sopayla -yani şimdi gazla, plastik mermiyle- halledebileceğini düşünüyor, şiddet bundan doğuyor. Başından beri, olayın içine şiddet girmesinde doğrudan doğruya devlet sorumludur. Gezi Parkı meselesinde başka türlü davransalar, şimdi fırsattan faydalanıp çatışma yapmak isteyenler varsa, bunlar zaten yapamazlardı. Aslına bakarsanız, devlet bunu istiyor. Yakılan arabalar vesaire görüntülerle direnişin meşruiyetini gölgeleyebileceğini bildiğinden, bu çatışmalar devletin de işine geliyor. Gerçi beyaz bayraklar asılıp revir yapılmış bir yere bilerek gaz bombaları atan bir zihniyete herhalde biz ne yapsak fayda etmeyecek ama…

Göstericiler arasında oldukça faal olan taraftar grupları da bulunuyor ve sayı olarak da önemli bir yer kaplıyor. Dolayısıyla taraftarların Gezi Parkı direnişine etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Aslında sayı olarak önemli değiller. Nitelikçe önemliler. Böyle bir şey ilk defa oluyor. Taraftar grupları polisle çatışır ama bir yandan da ilişkileri vardır. Bu defa kalkıştıkları iş, arayı sahiden bozacak nitelikte ve bunu göze aldılar. Bu, Çarşı’nın 1 Mayıs’a katılmasından falan çok farklı bir durum. Bir de, düşmanlıklarını ertelemeleri gibi bir durum oldu ki, bunun stadlara da yansıması ne kadar şahane olur – olsa… Onların bulunuşu, direnişçiler açısından yapılanın meşruiyet sınırlarını genişleten, çok büyük bir moral faktör oldu. Çok güzel oldu açıkçası.

Endüstrileşmiş futbol, beraberinde ‘modern’ stadyumları, yani para kazandıracak, kâr ettirecek stadyumları getirdi. Şehir dışına taşınan bu modern stadyumlarda bulunan otoparklar, restoranlar, mağazalar da futbol patronlarının hedef kitlesini ezilen kesimden daha yukarıya taşıdığını gösteriyor aslında. Dolayısıyla taraftarların ekonomik niteliği değişti diyebilir miyiz ve gündelik hayattaki refah seviyesi yüksek bir taraftarla alt sınıftan bir ezilen birlikte mücadele edebilir mi? Gezi Parkı böyle bir örneği içeriyor mu?

Gezi Parkı direnişine taraftar gruplarının katılımı konusunda bu kadar geniş ve derin sebepler aranması doğru mu bilemiyorum. Taraftar gruplarından katılanlarla meydandaki gençler arasında çok büyük farklar yok ki bu bakımlardan. Ben, onurunu koruma ayaklanması demeyi tercih ederim.

Direniş alanındaki dayanışma ruhunu ve medyanın özellikle ilk günlerdeki tutumunun yarattığı psikoloji Kürt sorununa dair var olan önyargıları değiştirebilir mi?

Meydandan geleceğe uzanacağını umabileceğimiz şeylerden biri bu. Kemalist kadınlarla Kürt delikanlılarının beraber birşeyler yapması ilginç bir tecrübe tabii. Gerçi bir kısım insanda Kemalizm din gibi bir şey, değişmesi zor önyargılarla tıkabasa dolu. Ama bilemiyorum. Umuyorum.

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, Roboskî Katliamı’nın davası ile ilgili görevsizlik kararı alarak konuyu askeri mahkemeye sevk etti. Bu konudaki görüşleriniz nelerdir?

İlgilenmiyorum bile. Devletin Roboski’de olan bitenle ilgili sahici bir şey yapmak istemesi halinde bütün süreç on günde tamamlanırdı. Sınırboyunda askerî jetlerle bir yeri bombalıyorsun. Bunun emri en üst düzeyden verilir ancak. Kimin niye yaptığı, yaptırdığı bellidir. İstense hemen birşeyler yapılırdı. İstemiyorlar. Hrant için nasıl davrandılarsa bunda da öyle davranıyorlar.

Röportaj: Atacan AK
13 Haziran 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; caylakhaber.com