habersoL: Ali Can ‘İçeride kimse suç işlediğini düşünmedi’

Dün avukatların yaptığı itirazla özgürlüne kavuşan Hukuk öğrencisi, TKP ve FKF üyesi Ali Can Sünnetçioğlu tutuklanma ve koğuş sürecinde yaşadıklarını anlattı. Ali Can: ‘Hiçbirimiz kendimizi düşünmüyorduk, dışarıyı, ailemizi, arkadaşlarımızı düşündük. Kimsenin boynu bükük değildi. Dışarıdan haber alamamak en kötüsüydü.”

Ali Can Sünnetçioğlu

Gözaltına nerede, nasıl alındın? Gözaltına alınma esnasında sözlü hakarete ve şiddete uğradın mı, nasıl davrandılar?
Birincisi şunu söylemek gerekiyor, biz Rumeli Han’da saat 10.30′da gözaltına alındık. Bizim hakkımızdaki polis tutanağında 7.30′ta Taksim civarında alındı yazıyor. Tutanak çok üstün körü hazırlanmış, herkese çorba halinde verilmiş. Önce bunu belirtelim. İkincisi ben müdahalenin başladığı 7.30′dan 10.30′a kadar parti binasındaydım. Hiç dışarı çıkamadık o süre sarfında. Dolayısıyla polisin “dağılın” uyarısına uymadığımız gerçeği yansıtmıyor. Ancak polisler neden kocabaşlarını alıp kapıları kırıp girdiler ve insanları döverek gözaltına aldılar. Bunun cevabını ben veremem. Zaten hükümetin politik tavrı bunun cevabını veriyor. Binadan baktığımız zaman ara sokaklardaki polis dayağını çok net bir şekilde görebiliyorduk. Aşağısı Teksas gibiydi. En son da bir anda başladılar kapıya koçbaşları ile girmeye. Kapıyı zorladılar. Açamadılar. İçeriye gaz bombası attılar defalarca. Kapalı alan orası bir de. Sprey gaz sıktılar kapı eşiklerinden. Ve en sonunda kırdılar. Kırdıkları zaman da hiç “halk için emniyet” gibi bir “şefkat” yoktu. Gayet insanları döverek küfürler saçarak insanların üzerine yürüdüler.

Bulduğumuz ilk yere saklanmaya, ortadan kaybolmaya çalıştık. Saklandık. Her yer kapalıydı. Biz bir yerde sıkıştık ve peşimizden geldiler. 20 kişi falandık, hiç böyle savunmasız, elimizde hiç bir şey yok. Taş yoktu, karşılık vermedik, küfretmedik. İçeri girdikleri gibi ilk yaptıkları şey doğrudan bizi dövmek oldu. Sanırım Rumeli Han’da gözaltına alınan 21 kişiden en çok dövülen bendim. Ele avuca geliyorum diye mi? Yoksa en sona kaldım diye mi bilmiyorum. Tipimi mi beğenmediler bilmiyorum. En çok ben dövüldüm, en çok hasar bendeydi. Tekme, cop… Kırılma yok ama yumuşak doku zedelenmesi fazlaca var. Kaburgam kötü oldu. Sol yanım hala ezilmiş durumda yatamıyorum üzerine. Sağ omzunmda çürükler var, dirseklerim de çok çürükler vardı. Yüzümde ayakkabı izleri vardı. Kafamın sol arka lobunda baya şişlik vardı. Yani baya dövüldük. Yetmedi merdivenlerden yuvarladılar. O da yetmedi TOMA suyu olduğunu düşündüğüm bir suyu başımdan aşağıya döktüler, tekrar dövdüler. Kimyasal bir şey vardı kesin içinde, yüzüm uzun süre yandı. En son merdivenlerden yuvarlanırken biri alıyor öbürüne atıyor, biri alıyor öbürüne atıyor. Bu şekilde dakikalarca. En son hanın girişine çuval gibi atıldığım zaman gazetecileri görünce bir rahatladım. Bitti artık, buraya kadarmış, artık dayak yemeyeceğim dedim. Ama ayağa kalkacak halim bile yoktu. Kaburgama tekme falan aldığım için nefes alamıyordum. İlaç da yakıyordu zaten.

Amirinden polise: ‘Yabancı mı yakaladın? Daha iyi, hemen al’

Bizi duvara yasladılar. Gözaltı için hazırlık yapıyorlar. Kimlik kontrolü, üst araması falan yapıyorlar. Küfürler ediyorlardı, bize ailemize, ağza alınmayacak küfürler ediyorlardı. Orada polislerin intikam, hırsla orada oldukları çok açıktı yani. Her hallerinden belliydi. Ve orada benim şahit olduğum bir diyalog vardı. Bizimle birlikte hana sığınanlardan bir tanesi yabancı biriydi. Polisin amirine seslendiğini duydum, “amirim burada yabancı uyruklu biri var” diye. Amir cevap verdi, doğrudan, “yabancı mı, çok iyi, al o zaman al al.” Neden daha iyi? Belki de direnişçileri dış mihraklar kışkırttı yalanına bahane bulmak için. Adamı aldılar alakasız bir şekilde. Japon, ama sohbet etme şansımız olmadı. O da dövüldü mü, durumu ne bilmiyorum. Sınır dışı etmişlerdir büyük ihtimalle.

Sevk yazılmasına rağmen doğrudan nezarethaneye…

Epey bir zaman geçti. Telefonumuzu zorla kapattırdılar. Daha sonra Eyüp Devlet Hastanesi’ne geçtik. Avukatlarında yardımcı olmasıyla düzgün rapor alabildik. Doktor “göğsüne çok darbe almışsın, onun için Göğüs Cerrahine görünmen lazım, sevk yazıyorum sana” dedi. Ancak sevk yazılmasına rağmen beni sevk etmediler. Doğrudan nezarethaneye götürdüler.

Gözaltında kaldığın süre boyunca nasıl davrandılar? Koşullar nasıldı? Yemekler nasıldı? Birlikte alındığın arkadaşların ile neler konuşuyordun? Psikolojiniz nasıldı?
Nezarethane koşulları inanılmaz bir işkenceydi. Yani işkence dediğiniz şey sadece fiziki bir şey değil, psikolojik de bir şey. Çırılçıplak soydular bizi, aşağılamacı bir şekilde arama yaptılar. Üzerimizde uyuşturucu mu arıyorlar, kesici alet mi arıyorlar. Ama bize itham edilen suçların bunlarla hiç alakası yok. Daha sonra bizleri hücrelere koydular, koydukları hücreler 10 metrekare, 14 kişi kalıyorduk orada. Uyumamız için verilen minderler, bu güreş turnuvalarında mavi rahatsız minderler var ya, o minderlerden vermişler, taş gibi, yerde yat daha iyi, Zaten çok tıkış, tıkış, yerin altındayız. Temiz hava yok, yaz sıcağı, çok pisiz. Günde iki kere su veriliyormuş sadece sabah kahvaltısı ve akşam yemeğinde. Akşam yemeği zamanında hastanede kontrolde oluyorsak onu da kaçırıyorduk, tam bir işkence yani. Yalvarsak dahi bulunduğumuz yerin karşısında tuvalet var götürmüyorlar. Elimizi yüzümüzü yıkamak istiyoruz yok. Hemen karşımızda depo vardı. Koli koli sular vardı, su vermediler. İnanılmaz bir işkenceydi. Saatin kaç olduğunu bilmiyoruz, uyumuyoruz. Hep karanlık, iğrenç beyaz loş bir ışık var hep. Bununla geçti iki günümüz. Gözaltı süresi uzayınca, susma hakkımızı kullandık. Bu sefer Haseki Hastanesi’ne götürüldük. Orada kapıda bizi aracın içinde sıcakta iki saat beklediler, polisler sigarayı içeri üfledi bilerek, çok sigara içmek istediğimizi biliyorlardı. Kaç gündüz temiz hava almıyoruz, bizi araçtan inidirp bahçede hava almamızı sağlayabilirlerdi. Yapmadılar.

Ali Can Sünnetçioğlu 2

Polisler nasıl davrandılar nezarethanede?
Nezarethanede fiziksel şiddet olmadı, orada uygulanan şiddet tamamen psikolojikti. Bizi ilk aldıklarında otururken karşımızda bir tabela vardı, işte her gözaltı tutuklu değildir, ona göre muamele göreceksiniz. İnsan gibi yaşam haklarınız olacak, banyo yapma, temizlenme. Bunları yüzsüzce okuttular bizlere. Yemek vermiyorlar, su vermiyorlar. Avukatların bir şeyler getirmesine izin vermiyorlar.

Kendi aramızda konuşuyorduk, birbirimizi teselli etmeye çalışıyorduk. Polislerde yüzsüzlük vardı. Bunu belirtmek lazım. Ben hastanenin önünde aracın içinde polisle tartışırken, çocuklar siz bizlere devletin emanetisiniz, sizi dışarı çıkarırsak gelip biri size saldırırsa ne olacak, dedi. Adam resmen dalga geçiyor, kendi saldırıyor, derdi biz değiliz ki… Bir polis size kalkıp böyle “siz bize devletin emanetisiniz” gibi cümleler kurmaya başladıysa, işkence görmeye başlamışsınızdır demektir. Onun kanıtı yani bu.

Avukatınla ilk ne zaman nasıl görüştün?
Avukatla gözaltına alındığım ilk gün görüşemedim. Ertesi gün 4 gibi görüşme fırsatı bulduk, yine güneş ışığını da ilk o zaman gördük. Onlar sadece su getirebildi. Böylece gözaltı süreci uzadı sonunda savcının karşısına çıkabildik.

Savcı sana ne sorular sordu? Nasıl davrandı? Dikkatini ne çekti?
Savcıya ilk çıkan da bendim. Savcının tarzı çok garipti. Sanki orada yargılamak için var, derdi yargılamaktı. “Annen baban, buralara eylem yapasın diye mi gönderdi? Ne işin vardı orada? Polise ifade vermemişsin, polise karşı tepki mi bu? Neyin peşindesin? Bir de hukuk okuyacaksın” gibi sorular ve cümlelerle hem yargılıyor hem yorum yapıyordu. Hakkımızda hiç bir delil yoktu, fotoğraf da yoktu. Benim üzerimde gaz maskesi var diye aldılar. Maskeyi Taksim’deki esnafın dahil herkesin takmak zorunda olduğunu söyledim. Yani kapalı alanlara bile gaz sıkıyorlar. İnsanlar öldü, gözlerini kaybetti, kendimi korumak için. Daha sonra mahkemeye sevk edildiğimiz okundu. Şimdiye kadar gözaltına alınanlardan mahkemeye sevk edilenler oldu ancak daha sonra bırakıldılar, merak etmeyin. Ama bizim kulağımıza bir kere su kaçtı. Kendimizi en kötü senaryoya hazırladık.

Beklerken duruşmayı, Erkan Baş’ın, Kamil Abi’nin, Taksim Dayanışması’ndan diğer bileşenlerinden yapılan, özellikle seçilerek alınan gözlatıların haberi geldi. Biz orada işlerin biraz daha büyüdüğünü anladık. Mahkeme başladı, inanılmaz bir tiyatro oynandı. Savcıya verdiğimiz ifadeleri verdik, bir kaç ek yaptık. Avukatlarımız gerçekten çok güzel bir savunma hazırlamışlar. Bir hukuk öğrencisi olarak bunun gerçekten farkındayım. İmkanı yok diyordum tutuklamalarına, neye dayandıracaklar ki delil yok ellerinde, nereye kadar bunu sürdürebilir.

Katip bile hakime ‘ciddi misiniz’ diye sordu

Hakim sana ne sordu nasıl davrandı?
Hakim gülüyor, şakalar yapıyor bizleri rahatlattı, gevşetti ilk başta. Ondan sonra kararın açıklanmasına geçildikten sonra aldı önüne kağıdı okumaya başladı. Tutuklama kararını çıkardı. Şok olduk. Sürpriz bir şekilde gözaltına alındık, sürpriz bir şekilde tutuklandık. Benimle birlikte olan 8 kişiye de sürpriz oldu, alakaları yoktu çoğunun, anlamadılar. Taksim Dayanışması’na yapılan gözaltılardan sonra, insanlara emsal niteliğinde karar gerekiyordu, bizler çok dikkat çekmeyecek insanlar olduğumuzdan bize bu cezayı verdiler diye düşündük. Orada kurban seçildik gibi düşünüyorduk, siyasi bir karar. Ama orada hiç üzülmedik, yıkılmadık. Sonuçta yüz kızartıcı bir suç işelemedik, gayet gururluyduk. Yani bir anda hakim halka isyan etmeye teşviğe kadar getirmişti suçu, heralde bir komünist için böyle bir suçlama gurur duyulası bir şeydir, suçlama da değildir. Tabi karara herkes şok oldu, katip dahi şok oldu. Döndü ciddi misiniz diye sordu hakime, hakim yaz dedi. Polisler bile şok oldu. Daha geçen gün burada kanıtlı insanlar bırakıldı, niye tutukladılar anlamadık diyorlardı.

Tutuklama kararı çıkınca neler hissettin?
Ama biz şeyi anladık, mahkeme tam bir tiyatroydu, bir talimatla, emirle tutuklanmıştık. Hakim kararı okudu, koşarak çıktı, kaçtı yani… Yani “hiç bir korkuya benzemez, halkını satanın korkusu.” Onun gibi yani kaçtı gitti.

Nezarethaneye götürüldük, avukatlar geldi, teselli ettiler bizi. Kimisi kitabını veriyor çıkarıp, kimisi sigarasını. Hiç merak etmeyin diyorlar, yalnız değilsiniz diyorlar. Zaten dışarıdan slogan sesleri geliyor. Bizden önce salınan 51 kişi de hala bekliyorlarmış. Biz alışmaya çalışıyoruz hala karara. Avukatlar yiyecek bir şeyler getirmeye çalıştılar. Yani o gün sabahtan beri getirebiliyorlardı adliye nezaretine. Neden olduğunu anlamadığımız bir şekilde, sokmadılar yiyecek içecekleri. Orada gerilim oldu, avukatları gözümüzün önünde darp edildiler. Yere meyve suları düştü, almayalım diye üstlerine basıp ezdiler.

‘Kimsenin boynu bükük değildi’

UYAP’tan karar geldi, aldık metrise gidiyoruz. Kelepçe takıldı bu sefer. Ama 8 kişinin hiçbiri utanmadı. Kimsenin boynu bükük değildi, herkes çok onurluydu. Kimse kendini düşünmüyordu, herkes dışarıdakileri düşünüyordu. Benim ailem nasıl geçimini sağlayacak, yoksa ben yatarım eyvallah diyordu Ali abi (bayrakçı abi) mesela.

Metris cezaevi nasıldı?

Metris’e geldik, polisler bizi cezaevine teslim ettikleri zaman ilk defa insan gibi muamele gördük. Yani bu hepimizin duygulandığı andır, cezaevine bizi bıraktılar, zaten hepimiz çok gergindik. Hepimizin aklından Yılmaz Güney filmleri geçiyor. Ve içeri girdiğimizde, gardiyanlar bizi oturttular, bize güler yüz gösterdiler. Sıcak çay ikram ettiler. Günlerden sonra sıcak bir şey geçti boğazımızdan.

Bunu içerideki mahkumlar da söylüyor, o yüzden söylemekte yarar var. Cezaevinde kimse AKP’li değil, AKP’li mahkum yok. Dolayısıyla cezaevinde kadrolaşma ihtiyacı da duymuyorlar. Gerçekten orada çok iyi davrandı bize bir çok gardiyan, bir çok mahkum. Ama sorun yaşayan da çok arkadaşımız oldu. Özgür arkadaşımız, Umut arkadaşımız çok büyük sorunlar yaşadılar. Bunu bekliyorduk zaten, herkesin aynı şekilde davranacağını düşünmüyorduk. Ben de mesela çok gerilmiştim. İçeride adli suçlar var, ne yapacakları belli olmaz.

‘Solcu olduğunu söyleme dediler, söyledim’

Her birinizi farklı koğuşa koydular. Adli suçlarla birlikte kaldınız. Koğuştakiler sana nasıl davrandı? Neler dediler? Herhangi bir şeye zorladılar mı?
Biz ilk karantina koğuşundaydık, yani geçiş koğuşu. Birinci günün sonunda geldiler sizleri dağıtıyoruz dediler. Böyle bir şey beklemliyorduk. Siyasi suçluyuz, bizi birlikte bir koğuşa koyarlar diye düşünüyorduk. Bu arada hala banyo yapamamıştık. Karantina koğuşu pisti ama bizden temizdi en azından. Sonunda koğuşlara dağıtılınca çok gerildik. Ben içeri girdiğim gibi bozkurtlar, kenarlara çizilmiş hilaller gördüm. Ben dedim, acaba bilinçli olarak mı buraya getirildim, eyvah dedim. Dışarıda gardiyanlar suçunuzu, niçin geldiğinizi söylemeyin demişti, herkes sizin gibi düşünmeyebilir diye uyarmıştı. Ama ben baktım, içeride ağalar yani. İçeride koskocaman Led Tv, buzdolabı, vantilatörler falan.

Ben yalan söyleyemem. Gezi eylemlerinden ötürü geldim dedim. Gazeteler de geliyor zaten. Ben solcu olduğumu söyledim ama kışkırtmadım, TKP’li olduğumu söylemedim. Bana çok iyi davrandılar hiç beklemediğim bir şekilde, şok oldum. Gerçekten hani ilk başta anlam veremedim. Kantin gününe kadar bana her gün sigara verdiler, şampuan diş macunu, terliktir eşyalarım gelene kadar her şeyimi karşıladılar. Karnımı doyurdular. Oruç tutuyorlardı, oruç tutayım diye bana baskı yapmadılar. Ortacılık yoktu hiç bir şekilde, iş bölümü vardı. Herkesin kendi işi vardı, kimse birbirine bir şey emredemiyordu. Öyle bir tarzları hiç yoktu. Ama özgürce kitap gazete okuyamıyordum, bir baskı hep hissediyordum üzerimde. Baskı altında yaşadığım doğruydu ancak vücut bütünlüğüm korunduğu için ben buna göz yumuyordum.

Tutukluların çok kalın dosyaları vardı, defalarca girip çıkmış insanlardı. Adam yaralama, adam kaçırma, mekan kurşunlama, silah ve uyuşturucu ticaretine bir çok şeyden yatanlar vardı, çete suçları.

Özgür ve Umut’un sıkıntılar yaşadığını söyledin, onlar neler yaşadı?
22 yaş altının kaldığı Genç Koğuşu var, mahkumlar tarafından şiddete uğrayan Özgür orada kalıyordu mesela. Özgür 18 yaşında. Diğer mahkumlardan öğrendiğim kadarıyla genç koğuşunda hep bunlar oluyormuş. Onlar buna “Hoş geldin” diyorlar. Mesela çok ilginçtir, Gezi Parkı eylemleri ilk olduğu zaman, Taksim’de barikatlar vardı, bir hafta hiç polis yoktu. Bunu çok gurur kırıcı olarak görüyordu hükümet. Cezaevinde de o koğuş kapısı kapandıktan sonra o devlet otoritesi falan kalmıyor. Başka kanunlar işliyor. Çok pis ilişkiler var. Ve Özgür sürekli söylüyordu, avukatlar aracılığıyla duyuyorduk. İçerideki gruplar arasında çok ciddi gerilim var, “kavga çıktı, ne olur beni buradan kurtarın” diye yalvarıyordu. Sürekli şikayetçi olmasına rağmen, çocuk göz göre göre o eziyeti çekti. Başından aşağıya mürekkep dökmüşler, ayaklarını kağıtlar ile yakmışlar. Yani görünürde iz yoktu, bilerek görünmeyen yerlerine, göğsüne falan çok vurmuşlar. Meydancılık yaptırma, televizyonda geziciler çıktığı zaman küfretme gibisinden…

Sağcı mahkum: Engin Ceber’in mücadelesi sayesinde insan gibi yaşıyoruz

İçeride yaşadığın unutamadığın bir anı var mı? Seni en çok ne şaşırttı?
Beni dışlamadılar, konuşuyorduk,siyaset de konuşuyorduk. Ben Ülkü Ocakları’nda büyümüş, MHP’li olan birinden şunu duyacağımı bilmezdim: “Bak ben uzun yıllardır burada yatıyorum. Eyvallah milliyetçiyim, müslümanım. Ama Engin Ceber bu cezaevinde öldü, biz o öldükten sonra insan gibi muamele görmeye başladık. Ateisttir, anarşiktir eyvallah ama onun verdiği mücadele sayesinde biz insan gibi yaşamaya başladık. Saygı duyuyoruz.” dedi. Ben çok şaşırdım bunları duyunca, hiç tahmin etmezdim. “90′larda devletin tüm pis işlerini bize ülkücülere yaptırdılar, failli meçhuller, ölümler ama şimdi bakıyoruz AKP’nin tüm mafyalığını, pis işlerini polis yapıyor.” Bunu onlardan duymak beni şaşırtmıştı açıkçası.

Adli suçlular her gece ‘her yer direniş’ sloganı atıyordu

Adli suçlar olmasına rağmen çok politik bir cezaeviydi. Polis sabah sayım için geliyor, “Selamünaleyküm” diyor, herkes “aleykümselam” diyor bağırıyor, kapı açık ses duyuluyor. Sayımı yapıyor, “tamamdır” diyor, “Allah kurtarsı”n diyor, “Amin” diye bağırıyor herkes. Ben bakıyorum bazı koğuşlarda “Her yer Taksim, her yer direniş” sloganları geliyor. Dedim acaba diğer tutuklu arkadaşlar koğuşları örgütlediler mi? Onlar mı yapıyor acaba diye. Sordum hatta mahkumlara da. Onlar da “yok siz gelmeden önce de eylemler olduğundan beri hep böyle bağırıyorlardı, gece falan da çıkıp bağırıyorlardı” diye anlattı. Cidden şaşırdım, çünkü siyasi tutuklu çok az, hepsi adli suçlu. Adli suçluların böyle tepkisinin olması beni çok mutlu etti. Memurlar bizlere hep destek oldular, moral verdiler. Sıkmayın canınızı, siz burada misafirsiniz diyorlardı. O kadar politik hale gelmişti ki artık cezaevi Fransız Devrim’indeki Bastille hapishanesi gibi “Her yer Taksim, her yer Direniş” sloganları geliyor.

O kadar çok anım var ki. Polislerle yaşadığım bir sürü diyalog vardı. Hepsini not aldım zaten. Çok yoğun bir 10 gün geçirdim çünkü.

Ailenle içeride ilk görüşünce neler hissetin? Uzun zaman göreşemediniz?
Ailemle cezaevine girdiğim zaman telefonla görüşme şansım olmuştu. Ayda bir açık görüş günü oluyor cezaevinde, şansıma perşembe günüydü o ve ben denk geldim. Zaten ailemle telefonla konuştuğumda da söylemiştim onlara, ben çok gururluyum, mutluyum, merak etmeyin ben zaten çıkacağım buradan demiştim. Annemler de çok gururluydu, sen bir suç işlemedin dediler, aksine içeridekilere bakınca “orada olman da gerekiyormuş” dediler. Çok uğraştılar, ailem çok destek oldu. Benim içimi çok rahatlattı, kafama takmadım. Moral verdileri dışarıdaki arkadaşlarıma da moral verdiler.

Tutuklanma kararına yapılan ilk itiraz reddedildi. Neler düşündürdü bu sana? Çıkınca neler hissettin?
İlk itiraz reddedildikten sonra biz kendimizi alıştırmaya başlamıştık. Ara tahliye veya ilk duruşma diyorduk. Ama bizleri içeride tutabilmelerinin bir sınırı vardı. Girmemiz sürpriz oldu, bana kalırsa çıkmamız da sürpriz oldu. Ben artık oraya yerleşmeye başlamıştım. Kendime maket bir gemi yapacaktım. Zaten koğuş tershane koğuşuydu. Herkes kendine maket gemi yapıyordu. Profile çıkardım bir tane, ben de yapmaya başlamıştım. Televizyon sessizdeydi, kafamı bir çevirdim, “bayrakçı dahil 8 kişi serbest” yazıyordu. Elimden attım tabi hemen. Onun koğuşta çok espirisi dönmüştü, adama baksana televizyondan öğreniyor. “35 yaşındayım, tuğla gibi dosyam var, işlemediğim suç yok ben senin kadar meşhur değilim” diyenler vardı.

Avukat görüşü geldi, avukatlar bizlere şaka yapmaya kalktı, İşte moralleri bozuk duruyorlar, rol kesiyorlar. Dedik ki “biz gördük.” Gerçekten sürpriz oldu.

İçeride en çok neyi özledin?
Kesinlikle ve kesinlikle kitap okumayı ve gazete okumayı… Onun eksikliğini çok yaşıyorsun. Dışarıdan hiç haber alamıyorsun ve kafayı yiyecek gibiydim bu yüzden.

Gezi olaylarından bu zamana kadar yaşananları, kendi yaşadığın son on günü de değerlendirdiğinde, son olarak neler söyleyebilirsin?
Son 1 buçuk aya dair o kadar çok şey söylendi, yazıldı çizildi ki benim fazladan söyleyeceğim bir şey yok. Ancak bu bir cadı avı, bizim bırakıldığımız gün sabahtan itibaren operasyonlar yapılmış. Yani ne ilk ne de son olduğumuzu biliyorduk.

Bu daha başlangıç mücadeleye devam. Başımıza bir şey gelmiş ne olur, varsın halkımız ayaklanırken, direniş olurken gelsin.

Neslihan Koçaslan
17 Temmuz 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız;haber.sol.org.tr