Gezi’den Silivri’ye Hareketin “Birliği” – Foti Benlisoy

silivri-gazdanadam

Önce “Gazdanadam” festivali, şimdi de 5 Ağustos Silivri buluşması… “Ulusalcı” diye anılan cenahın Gezi’yi “çalmak”, yani Gezi direnişiyle açığa çıkan toplumsal enerjiyi kendi politik meşrep ve öncelikleri doğrultusunda seferber etmek için bir huruç harekâtına giriştiği aşikâr. Bu kesimin önümüzdeki süreçte bu hususta daha da cevval ve cüretli bir tutum alacağı, Gezi’nin biriktirdiklerini “Ergenekon’dan çıkış” hedefi doğrultusunda çarçur etmeye girişeceği tahmininde bulunmak için kâhin olmaya lüzum yok. Erdoğan’ın bu “gollük pası” değerlendireceğini ve Gezi’yi bir tür “darbe girişimi” (“milli iradeye dayatma”) olarak yaftalamak için bu fırsatı gani gani kullanacağını öngörmek için ise siyaset bilimi doktorasına sahip olmaya falan gerek yok.

Açıkçası “ulusalcıların” bu huruç harekâtına dönük eleştiriler “bizim cenahta” nedense bir tereddüde yol açıyor. Yanlış anlaşılmasın, “Gezi ruhunun” Silivri’de hiçbir işinin olmayacağına dair solda neredeyse genel bir mutabakat var. Ancak yine de Gezi direnişine büyük emekleri geçmiş birçok solcu, bu hırsızlık girişimini açıkça yermek ve kınamak hususunda, ilk bakışta haklı görünen bir dizi nedenle elini (tabir caizse) biraz korkak alıştırıyor. “Hareketi bölmemek” kaygısı, “ulusalcı” kanada dönük eleştirilerin hükümetin işine yaracağı korkusu, belki daha da önemlisi, bu kesimi eleştirmenin Gezi direnişinde sokağa çıkmış kitlelerin önemli bölümüyle solun arasını açacağı endişesi, bu tereddüdün ardındaki nedenler. İlk bakışta hareketin bütününün çıkarlarını gözeten, anlaşılır kaygılar bunlar. Ancak sadece “ilk bakışta”…

Esasında her toplumsal direniş esnasında birden fazla mücadele verilir. Mesela bir işçi direnişinde mücadele, sermayedar kadar sendika bürokrasisine karşı da verilir. (Elbette patrona karşı mücadeleyle reformist sendika bürokrasisine karşı verilen mücadelenin düzey, içerik ve kapsamı farklıdır.) Tekel direnişini hatırlamak yeterli. Bu durum ayaklanmalar yahut Gezi misali büyük toplumsal kalkışmalar için hayli hayli geçerlidir. Mücadelenin bir evresinde barikatın aynı yanında olanların, yarın karşı karşıya gelmesi çoğu zaman mukadderdir. Mısır’ın son iki yıllık tarihine şöyle bir bakış, bunu görmek için yeter de artar bile. Aslında bir kitle hareketinin “birliği” çelişkili bir bütündür; farklı siyasal tasarımların, toplumsal ve siyasal talep ve çıkarların çelişkili bir birliği. Dolayısıyla bir kitle hareketinin birliğini savunmak ne kadar gerekliyse o hareket içerisindeki siyasal ve sosyal ihtilaflar dolayısıyla hareket içerisinde ideolojik-politik mücadele de bir o kadar kaçınılmazdır.

Olası bir yanlış anlamaya baştan müsaade etmeyelim: Devrimci-radikal solun “temiz kalmak”, yani ideolojik-politik hijyen adına eylem içerisinde birlikten yüksünmesi gibi bir lüksü hiçbir zaman söz konusu olamaz. Aksi tutum, solu göklerdeki krallığın ilahi hakikatlerini geniş kitlelere tebliğ etmekle yetinen bir propaganda grubu haline getirecektir. 19. yüzyılda ABD’de kölelik karşıtı mücadelenin bayraktarlarından Frederick Douglass’ın ifadesiyle, “hepimizi ele geçirmek için bizi bölen” bir sistem karşısında eylemde birleşmek kadar doğal bir reaksiyon olamaz. Dolayısıyla (lafı uzatmayalım) “sokakta”, mücadele içerisinde gördüğümüz her ulusal bayrak ya da simge bizi ürkütmemeli. Dört bir yanda Kemalizm veya ulusalcılık umacısı aramaya mahal yok. İstesek de (ki istemeyelim) steril hale getiremeyeceğimiz bir büyük kitle hareketiyle karşı karşıyayız. Sözün özü, mücadelenin neden olduğu “karşılaşmalara”, barikatların yarattığı kardeşleşmeye güven duymalı, mücadele içerisinde birliği ısrarla vurgulamalıyız. Gezi direnişinin mücadele içerisinde hepimizi olduğu gibi, daha düne kadar “Kemalist” ya da “ulusalcı” diye külliyen bir kenara attığımız kesimi de bir biçimde değiştirdiğini kabul etmeliyiz. Zaten tam da mücadelenin bu dönüştürücü, hatta sağaltıcı gücüne güven duymak ve bu nedenle mücadeleyi geliştirmek elzem.

Ancak “düşman” karşısında birliği savunmak adına hareket içerisindeki ihtilaf ve ayrımları yok saymak bizzat hareketin geleceği açısından büyük bir yanlış olacak ve dahası, sosyalist hareketin politik-örgütsel bağımsızlığını ciddi risklerle karşı karşıya getirecektir. Lev Troçki 1922 yılında acil ve yakıcı talepler için bütün proletaryayı biraraya getirebilecek “birleşik cephe” taktikleri üzerine yazarken komünistlerin hareket içerisinde eleştiri ve ajitasyon özgürlüğünü sınırlayan hiçbir örgütsel anlaşmayı kabul edemeyeceklerini özellikle vurguluyordu. Komünistler birleşik mücadelenin, işçi sınıfının ve ezilenlerin mücadele içerisindeki birliğinin öncüsü olacaklar, ancak bu soyut birlik adına kendi politik-programatik özgünlüklerini feda etmeyeceklerdi. “Bir birleşik cepheye katılmamız bir an için bile olsa onun içerisinde kendimizi feshettiğimiz anlamına gelmez. Birleşik cephe içerisinde ayrı bir müfreze olarak çalışırız.” Zaten Troçki için “birleşik cephe” taktiklerinin esbab-ı mucibesi, muktedirler karşısında soyut bir birlikten ziyade, geniş kitlelerin mücadele içerisinde kendi güçlerine özgüven kazanmalarıdır: “Harekete dahil olan kitle ne kadar büyürse, emekçilerin özgüveni o kadar büyür, kitle hareketi ne kadar özgüven kazanırsa daha da ileriye gitme kapasitesi de o kadar artar.” Tam da bu bağlamda eylemde birlik, bir “birlik adına birlikten” ziyade reformist, bürokratik ya da merkezci liderliklerin yetersizliklerini mücadele içerisinde teşhir etmenin bir yoludur: “Tam da mücadele içerisinde kitleler kendi deneyimleriyle bizlerin (komünistlerin) diğerlerinden daha iyi savaştığımızı, ileriyi diğerlerinden daha iyi gördüğümüzü, daha cesur ve kararlı olduğumuzu görmüş olurlar.” Dolayısıyla bir kitle mücadelesi içerisinde ortak düşmana karşı taktik bir işbirliği gündeme geldiğinde ideolojik-politik eleştiriden imtina etmemek, kendi siyasal kimliğini silikleştirmemek, örgütsel bağımsızlığını muhafaza etmek, “müttefikle” mevcut farklılık ve çelişkilerin üzerini örtmemek, yani “sancakları” karıştırmamak temel önemdedir.

Tekrar edelim: Eylemde birlik, eleştiri özgürlüğünden, politik, örgütsel ve programatik bağımsızlıktan feragat anlamına gelmez. Ayrımları her dakika ve ısrarla, tek derdimiz buymuşçasına kışkırtmak ve kaşımak elbette manasız ama ayrımlar yokmuş gibi davranmak da gereksiz, gereksiz olduğu kadar da tehlikeli. Önemli olan, hareket içerisindeki tartışmayı dogmatik, yani herkesin kendi müstahkem pozisyondan genel geçer ve bildik hakikatlerini bir diğerine tebliğ ettiği bir biçimde değil, canlı, dinamik, hareketin gelişimi ve çıkarları bağlamında gerçekleştirebilmek. Bu, genel geçer ulusalcılık ya da merkez sol eleştirilerini tekrar etmekten ziyade tartışmayı hareket içerisinde, hareketin bütünsel çıkarları adına çeşitli siyasal pozisyonları eleştirip, teşhir ederek yürütmek anlamına geliyor. Hareket içerisinde fikri mücadelenin azımsanması, gereksiz görülmesi, inisiyatifi (birlik adına) “ulusalcılara” ya da mesela CHP’ye terketmek anlamına gelecektir. Unutmayalım, direnişin ilk günlerindeki aktif müdahale olmasaydı (“Mustafa Keser’in askerleriyiz”, “Öldürmeyeceğiz ölmeyeceğiz kimsenin askeri olmayacağız”) “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” pekâlâ hareketin bir sloganı olarak yerleşebilirdi.

Kitleleri bir an evvel atı alıp Silivri’yi geçmek telaşındaki “ulusalcı” liderliğe teslim etmemenin yollarından biri, tam da hareket içerisinde ideolojik-politik eleştiri ve mücadeleyi es geçmemek aslında. Bu “liderlikleri” eleştiriden azade tutmak, onlara açık çek vermek anlamına gelecek, hareketi istedikleri maceraya sürüklemekte yollarını açık tutmak sonucuna varacaktır. Mücadelenin değiştirici rolüne, direnişin pedagojisine güveniyorsak hareketi daha da geliştirmek ve derinleştirmek için inisiyatif alalım. Ancak direnişi kimsenin çiğ iktidar kavgasının kozu haline getirmesine de müsaade etmeyelim. Gezi’nin eski düzen bekçilerinin yeni düzen bekçileriyle kavgasına meze edilmesine geçit vermeyelim. Bunun yolu, hareket içerisinde açık, şeffaf ve dürüst eleştiriden ve politik tartışmadan geçiyor, şu ya da bu ayak oyunundan değil. Katakulli ve kumpaslar onlara kalsın. Biz tartışmaktan ve hatta zamanı geldiğinde kıyasıya eleştirmekten korkmayalım.

Bir de not: Kürt hareketinin Gezi’nin yarattığı dinamizmin yörüngesine girmesi, ancak bu hususlarda inisiyatif almamızla, “ulusalcı” tezlerle hareket içerisinde mücadele etmemizle mümkün olabilecek, Kürt hareketinin liderliğinin zaman zaman ifade ettiği tereddütlere hayıflanarak değil.

Foti Benlisoy
2 Ağustos 2013
Kaynak; fotibenlisoy.tumblr.com