Yurt: Gezi Direnişi AKP hegemonyasını yıktı!

“Ben bizim dönem gençliği ve şu an sokaklarda bulunan 90 gençliğinin arasında ciddi farklar olduğunu düşünüyorum. Bu gençlerin en büyük özelliği anne ve babaları gibi 78 kuşağı gibi yani siyasi bir iddialarında yenilmemiş olmaları. Kendilerini aşan bir iddiaları yok, bu çok güzel bir başlangıç.”

ertugrul-kurkcu

Türkiye sosyalist hareketinin önde gelen isimlerinden Ertuğrul Kürkçü, 1968’in gençlik önderleri arasındaydı. Kürkçü, efsanevi Devrimci Gençlik Dernekleri Federasyonu (Dev-Genç) 12 Mart 1971 darbesinden önceki son genel başkanıydı. Mahir Çayan önderliğindeki THKP-C’nin kurucuları ve Merkez Komitesi üyeleri arasında yer aldı. Çayan ve 10 arkadaşının öldürüldüğü 30 mart 1972 Kızıldare operasyonundan sağ kurtulan tek kişiydi. Kesintisiz olarak en uzun süre hapis yatan (17 yıl) siyasi mahkûmlardan biri oldu.

Kürkçü, 1989’da ‘Kuruçeşme Toplantıları’ diye bilinen solda birlik çalışmalarına öncülük yapan grup arasındaydı. ‘Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedi’sinin genel yayın yönetmenliği ve yazarlığını da yapan Kürkçü, 1996’da ÖDP kurucuları arasında bulundu.  Çeşitli dergi, gazete ve internet sitelerinde makale, inceleme ve köşe yazıları kaleme aldı.

Kürkçü,12 Haziran 2011 tarihinde yapılan genel seçimlerde BDP ile ittifak yapan sosyalist grupların oluşturduğu ‘Demokratik Toplum Kongresi’ adlı oluşumun kontenjanından (Mersin) milletvekili seçildi. Halen Meclis’te BDP Grurubu üyesi olarak milletvekilliği görevini sürdürüyor.

YURT Gazetesi Parlamento Muhabiri Sami Gökçe, Milletvekili Ertuğrul Kürkçü ile dünya ve Türkiye’deki son siyasal gelişmeleri, 68 hareketi bağlamında Gezi Parkı eylemlerini ve yeni gençlik kuşağının özelliklerini konşutu.

Gezi Direnişi’nin baş aktörü ’90 kuşağı, Nazım Usta’nın “Bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine” dizesini hatırlatmak istedi bize?
Gezi Parkı eylemleri masum bir tepki olarak başlamasına rağmen, daha sonra ‘örgütlü ve disiplin içerisinde sürmüş olduğu’ gözleminin aslında doğruluğunu tartışmak isterim. Çünkü ‘masum’dan kastedilenin ne olduğuna bakacak olursak, o manada ilk tepki de devlet ve sermaye açısından hiç de masum sayılmazdı. İşin içerisinde ağaç olunca, kapitalizm açısından bu hiç de masum değil. Çünkü sonuçta kent rantının yeniden paylaştırılması gibi büyük bir meselesi var AKP’nin.

Bu ilk tepki nispeten cılızdı. Ama esaslı bir anti-kapitalist tepkidir. Taksim’de süren ‘yeniden yapılaştırma, soylulaştırma, kentsel dönüşüm’ adı altında ‘kent yoksullarının kent merkezinden kovalanması’ projelerine itiraz eden daha sofistike düşünen küçük bir grubun yanı sıra, esaslı demokratik kitle örgütlerinin, meslek kuruluşlarının desteğiyle yürüyen bir direniş söz konusuydu.

‘SEN SULTAN MISIN ERDOĞAN?’

Peki direnişin bu kadar kısa sürede, birkaç il dışında tüm yurda yayılmasını nasıl okumalıyız?
Bunun apansız Türkiye çapına yayılması (benim kişisel kanım ki herkes bunu paylaşıyor); hükümetin ve İstanbul Belediyesi’nin Gezi Parkı’nda direnişi yürütenlere karşı, çok yoğun ve güçlü, seri bir şiddet uygularsa bunların yıldırılabilecekleri, buradan kaçırtılabilecekleri yanılsamasından doğdu. Mesele sadece bir kent toprağına el konulması ve bunun hoyratça tasarruf edilmesi değil. Aynı zamanda AKP’nin yeni egemenliğinin büyük kentlerde ve özellikle onların gönüllerindeki payitaht olarak İstanbul’da görünür fiziki göstergelere kavuşturulmasıydı. Başbakan diyor ki, mesela “Çamlıca’ya yapılacak cami Selahattin camisi olsun.” Selahattin Cami’sinin ne demek olduğunu bildiğini sanmıyorum.  Selahattin camisi, Sultanların camisi demektir. Sultanlar Anadolu yakasında oturmadığı için Selahattin camisi yapmadılar ama sen sultan mısın? Niye bir tane Selahattin camisi yapacaksın? Ben başbakanın kendisini kendi suretinde kaybettiğini kendine tapmaya başladığını o nedenle her konuda kendisi karar verdiği için de her yanlışın bir başkasını tetiklediğini düşünüyorum.

‘DÖNEMSEL KIYASLAMALAR YANLIŞ’

Gezi’den yola çıkarak ‘yeni bir ’68 rüzgarı yakalandı’ diyebilir miyiz?
Bizim 1968 in devrimci gençlik hareketiyle ve bu Gezi etrafında başlayan ve bütün Türkiye’ye yayılan hareketleri birbirine benzetmek bence çok güç. Belki bir tek yönden benzeyebilir. Yerleşik otoriteye isyan olması bakımından ama motivasyonlar, örgütlenme biçimleri, katılımın mahiyeti çeşitliliği bu açıdan baktığımızdan bence çok farklı. O nedenle bu dönemsel kıyaslamaları ben geçerli bulmuyorum.

‘ASKERİ DARBEDEN ÇOK KORKUYOR’

AKP ve başındaki Tayyip Erdoğan nerede kaybetti, daha doğru bir strateji izlenemez miydi?
Tayyip Erdoğan esasen toplumdaki hegomanyayı kaybetmiştir ve bunu bütün dünya görüyor. Kastım şudur eskiden Tayyip Erdoğan yüzde 49 oy almıştı geri kalan yüzde 51 idi ama bu yüzde 51′in önemli bir bölümü, “Ya böyle gitsin” diyordu. Şimdi “Böyle gitsin” demiyor. Başbakanın kendi iktidarına, yüzde 49′a bile güvenmediği için sürekli biri korku içerisinde olduğunu biliyorum.
Kendisine güvenen bir hükümet Brezilya’daki gibi yapar. Brezilya’da kendilerine oy vermeyenlerle ya da kendilerine isyan edenlerle diyalog yolunu kurunca krizi yönetmeye başladılar.

Oysa başbakanın hafızasında hep bir askeri darbeyle gitme meselesi var. Silahlı Kuvvetler’le de başbakanın anlaşması benim anladığıma göre yüzeysel. Şu manada yüzeysel olarak Silahlı Kuvvetler Tayyip Erdoğan rejimiyle anlaşmış gözüküyor. Ama Silahlı Kuvvetler, mesela emniyetin ya da yargının olduğu gibi doğrudan doğruya bir AKP kurumu değil. O nedenle büyük tereddütleri, büyük korkuları ve kâbusları var. Bu kâbuslarla yaşadıkça gerçek dünya onlara fantastik şekilde görünmeye başlıyor.
Sokaktaki genci bir dış gücün unsuru olarak görüyor. Demokratik kitle örgütlerini fesat yuvası olarak görmeye başlıyor ve tertip arıyor.

‘İSTANBUL’A DAMGA VURAMADILAR’

İstanbul’un sembolü Taksim Meydanı’nı 15-16 gün elinde tutan direnişçiler sonra biraz geri çekildi, neden?
Hareketin şimdi geriye doğru çekilmiş olmasının aslında tabiatın gereği olduğunu düşünüyorum. Sonbahara yeni bir dalgaya herkes hazırlanıyor. Ben bu büyük kitlenin iddialarından geri çekildiğini düşünmüyorum. İddialarını muhafaza ediyorlar. Arada bir başarı da kazanıldı bunu da kaydedelim bu çok önemli bir başarı. Gezi Parkı geri alındı. Meselenin çekirdeğinde bulunan bu konu biraz başbakanın da gayretleriyle gündemden düşmüş gibi oldu. Buna geri dönmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu parkın geri alınması AKP’nin “İstanbul a kendi damgasını vurma” stratejisinde açılmış kocaman bir gedik. Bu o kadar büyük bir gedik ki; topçu Kışlası’nı yeniden yaptırmamak değil hukuken, bir daha bütün mahkeme kararlarını çiğnemeden  (yani açık bir diktatörlük haline dönüşmeden) İstanbul’da bu meydanla ilgili hiçbir şey yapamayacak bir duruma getirildi hükümet.

‘AKP HUKUKİ OLARAK YENİLDİ’

Eylem iktidar partisi temsilcilerini nasıl etkiledi?
Gezi’deki bu direniş iktidarı hukuki bir ağır yenilgiye uğrattı, rant dağıtımında bir gedik açtı. Başbakan ilk defa direnişçilerle oturup konuşmak zorunda kaldı. Sonra onların üstünden geçti, suratlarına tükürdü. O yüzden Tayyip Erdoğan Gezi’den önceki Tayyip Erdoğan değil. Bu direnişi, ağaç vesile oldu, başka şeylere diye yorumlamak doğru değildir.

‘TÜRKİYE VİCDANINI KAZANDI’

Kazananı kim oldu bu eylemlerin?
Bu direnişin Türkiye’ye maliyeti, hükümetin abarttığı gibi çok olmadı. Polis araçlarının kırılması,  zarar görmesi normaldir. Çünkü insanları copluyorsan, o cop aşınır. Yani bunların hepsi amortisman hesapları içindedir. Bu hesapların yapılmış olması lazım. 10 milyon insanın katıldığı bir gösteride 2 trilyon zarar olması bile bence büyük bir şey değil. Sayı çok fazla çünkü. Bu zararlar karşılanamaz zararlar değil. Burada şu soruyu sormak lazım. 8  kişinin canı mı daha önemli yoksa maddi zararlar mı? Direnişçiler otobüslere zarar verdi, hükümet insanlara zarar verdi. Buradan baktığımızda bu süreçten hükümet halka borçlu olarak çıktı. Ama Türkiye vicdanını geri kazandı. Bundan daha önemli bir şey yok.

Bu olaylar artık halkın tahammül sınırının aşıldığını ve insanların artık kendi görüşlerini açıklamaktan kaçınmadığını gösteren yepyeni bir tablo. Bu süreçte halkın kabul etmediği hiçbir şeyin siyaset olamayacağı, solda çok büyük bir kabul gördü. Sol da kendini yeniden yıkadı. Yani sol, halkın gözünde meşru olmadan hiçbir şey olamayacaklarını anladı. Yeni bir parlamenter anlayışı da ortaya koydu. Gezi Parlamentoda da fark yarattı. O yüzden hangi açıdan bakarsak bakalım biz kârlı çıktık. Türkiye’nin bu direnişten kaybettiği bir şey olmadı.

‘BU KUŞAK SİYASİ OLARAK YENİLMEDİ’

Kendi kuşağınızla ’90 kuşağını kısaca karşılaştırabilir misiniz?
Ben bizim dönem gençliği ve şu an sokaklarda bulunan 90 gençliğinin arasında ciddi farklar olduğunu düşünüyorum. Ben şu zamana kadar 90’lar gençliğinin apolitik olmadığını düşündüm hep.

Yani bizimki gibi bir muhalefet yerine, daha dolaylı bir itiraz yöntemi seçmişlerdi. İlk kez 2008 yılında Hatırla Sevgili dizisiyle 1969 devrimcilerine sempati duyuldu bu gençlik tarafından. O zamanlar dershane çocuklarıydı bu gençler, şimdi işte büyüdüler meydanlara çıktılar. Bu gençlerin en büyük özelliği anne ve babaları gibi 78 kuşağı gibi yani siyasi bir iddialarında yenilmemiş olmaları. Kendilerini aşan bir iddiaları yok, bu çok güzel bir başlangıç. Ayrıca, çağ gereği dünya ile iletişimleri, birebir değil de çok yaygın. Direnişteki mizahı ilk defa görenler şaşırdılar ama bu gençler zaten hep böyle yaşıyorlardı. Siyaset onların isteklerini karşılamayınca, kendileri bir çeşit siyaset yapmak için sokaktalar. Bu gençlerin memleketi kurtarmak gibi bir amaçları yok, orada o an olan kötülüğe karşı çıkmak gibi bir amaçları var. Ben devrimci hareketin de büyük bir sınavla karşı karşıya olduğunu düşünüyorum. Devrimci hareket doğası gereği bu gençlere yabancı değil.

‘ERDOĞAN’IN FAÇASI ÇİZİLDİ’

Hükümetin istifa edeceğini düşündünüz mü?
İktidarın düşeceğini hiçbir zaman düşünmedim. Fakat Tayyip Erdoğan’ın hegemonyasının yıkılışını büyük bir keyifle izledim. Bundan aldığım zevki hiçbir şeyden almadım. Halk ayaklanmasının girdabında nasıl azap çektiğini görmek, bütün bu efelenişinin sonunda müzakere masasına sürüklenerek gitmesi, itibarının yerle bir olması, söylediği her şeyin  yalan olduğunun anlaşılması, façasının çizilmesi benim için önemliydi.

‘MUKADDER SON KAPIDA’

Sonraki süreç nasıl işleyecek AKP için?
Hükümetler büyük protesto dalgalarına göğüs geremedikçe, aşınan kayaların gümbürdemesi gibi gümbürder giderler. Her şeyin bir sonu olacak Tayyip Erdoğan rejiminin de bir sonu olacak. Bu dünya Sultan Süleyman’a kalmamış, Tayyip Erdoğan’a hiç kalmaz. Bütün mezarlıklar kendilerini vazgeçilmez sanan insanlarla dolu. Bu hükümet de Tayyip Erdoğan da ömrünü tamamlayacak. 2014 yerel seçimleri öncesinde anlamlı parçaların bir araya getirilmesi gerekir. Türklerin, Kürtlerin, Ermenilerin, Sünnilerin, Alevilerin, kendi cinsel kimliğini yaşayamamış kişilerin, tüm ezilen halkların bir araya gelmesi önemliydi. Gezi bize bunun mümkün olduğunu gösterdi. Kemalist bayrağı taşıyan bir kızı, BDP bayrağı taşıyan bir genç polis şiddetinden uzaklaştırabilirmiş. Antikapitalist Müslümanlar sıfır numara ateistlerin koruduğu bir mekanda Cuma namazı kılabilir, kandil kutlayabilirmiş. Demek ki aslında bütün bunların bir arada olamayacağı hikayesi hakimiyetini, kaybetti. Polisle çatışırken bile polisi yatıştırıcı bir dil, bir söylem vardı. Kadının rolünü ikinci plana atmayan, her yerde var eden yeni bir işleyişte ortaya çıktı. Şimdi bu yoldan devam edebiliriz.

Bundan sonra belki şiddetin dozunu düşüreceklerdir ama mukadder sondan kurtulamayacaklar. AKP iktidarının sonuna yaklaşıldı, bunun bir sosyal hareketle son bulması, sadece seçim sandığı değil halkın her gün söylediği sözlerin önem kazanması oldukça mühim bir gelişmedir.

Sami Gökçe
12 Temmuz 2013

Haberin kaynağı için tıklayınız; yurtgazetesi.com.tr