Evrensel: Gandhi de duran adamdı ve duruşuyla Britanya’yı dize getirmişti – Devrim Acaroğlu

Gezi Olayları öncesinde sözleşmiştik Yoga Eğitmeni sevgili Bora Ercan’la. Öncelikli konumuz, Tibet yolculuğunu anlattığı yeni kitabı ‘Göğe Yakın Topraklar’ olacaktı. Hazır memleketin en entelektüel yogisini bulmuşken Tibet’i anlatmakla bırakmayacaktık elbette. Neden bu ülkede zengin sporu olarak algılanıyordu yoga, caz müzik gibi anavatanından uzaklaştıkça neden “sınıf atlamıştı”…
Henüz memleket ayaklanmamıştı, dahası henüz ayaklanmanın en büyük kahramanlarından Duran Adam sahne almamıştı.

yogaercan

Duruş deyince akla ilk başta politik duruş gelebilir. Ağaç duruşu, savaşçı duruşu, dağ duruşu gibi sayısız yoga duruşu da… Bir politik duruş olarak “durmak” da…

Yogaya ’80 sonlarında Ankara’da başlayan, ilk Hindistan yolculuğunu ’91 yılında gerçekleştiren Bora Ercan’la; rantı, talanı yol belleyenlere karşı “durmak” üstüne konuştuk…

Yoganın en önemli bölümlerinden biri duruşlar. Duran adam da bir yoga duruşu mu?
Evet, Dağ Duruşu olarak adlandırılan bir duruştur. Yoga çok kapsamlı bir sistem. Bu kapsamlı sistem nefes açmaları, beden çalışmalarını, zihin kontrollerini, arınma yöntemlerini içerir. Bu geleneksel yöntem dünya coğrafyasına yayıldıkça farklı kültürler tarafından doğal olarak farklı yorumlanmıştır. Günümüzde, Türkiye dahil birçok ülkede beden çalışmaları ön planda yer alır. Bunun nedeni de günlük yaşam gereksinimlerine olumlu yanıtlar verebilmesidir. Beden çalışmaları da esasen duruşlardan oluşur. Duruşlarda nefeslere ve belirli enerji merkezlerine odaklanma söz konusudur. Duran adam duruşundaki amaç, köklenmek ve bir dağ gibi sağlamlaşmaktır. Yük bedenin iki yanına eş olarak dağıtılır, nefeslerle olabildiğince beden hafifletilir. Kalp atışları yavaşlatılır. O duruş içindeki ruhun çalkantıları da ortadan kalkar. Bir duruşun amacı zaten yüzdeki ifadeden de belirlidir. İlk duran adamla, ona karşı duran adamların ifadelerindeki farklılığa dikkatini çekerim…

O zayıf bedenli insan Gandhi’nin bugün dünyanın en büyük demokrasilerinden birinin kurucusu olduğunu anımsayalım. Gandhi bir yogiydi, duram adamdı ve duruşuyla Britanya’yı dize getirdi.

Başbakan “Bunlar hep durur zaten” dedi duran adam eylemleri ile ilgili. Bir yoga eğitmeni olarak sana da cevap hakkı doğduğunu düşündük.
Başbakan’a göre hareket etsek de suçluyuz, dursak da. O istiyor ki hep o konuşsun. Hani sloganları var ya “Durmak yok, yola devam“. Biz de soruyoruz “Nereye” diye. Hepimizi topyekün cehenneme sürüklüyorlar kendileriyle. Derdimizse bu dünyayı cennete çevirmek. Cennette sudan başka akan ne vardır? Sonuçta, varılacak bir yer olmadığı için durmak zorundayız.

Direnme kelimesinin yeniden yaşamımıza girdiği şu günlerde, esnemek, gevşemek, boşalmak gibi yogik hedefler direncimizi kırmaz mı?
Direnişin çeşitliliğine ve zenginliğine tanık oluyoruz. Yoganın bize verdiği güç, denge, esneklik ve dayanıklılık direnç için vazgeçilmez. Kaldı ki artık insanlar TOMA’ların önüne yatıyor. Bunun için ciddi bir zihin gücü gerekir. 1 Mayıs sabahı 07.00’de yoga dersi verdim. Dersten çıkan bir grup insan “enerjimiz yerine geldi mücadeleye hazırız” deyip Beşiktaş yoluna düştü. Bugünlerde bu çok sık oluyor. “Günlerdir uyumadık, yorulduk, bittik, tükendik” deyip soluğu bizde alıyorlar.

Eylem sadece sokağa çıkmak değildir. Yaşamın bütünüdür eylem. Duruşumuz işte başka sokakta başka evde başkaysa ne kadar dürüstüz? Yoga bize farkındalık verir. Yaşamla, doğayla, toplumla kurulan ilişki bu farkındalık üzerinden kurulur. İş yaşamının kent yaşamının zorluklarının üstesinden gelebilmede bu bilgi bize bir nebze destek olabiliyorsa…

Yoga; yemek gibi, uyku gibi bir temel gereksinimdir. Sağlıksız bir bedenle nasıl fiziksel mücadelenin içinde olabiliriz. Kelimelere yüklenen anlamları değiştirirsek ya da kelimeyi değiştirirsek daha kolay çıkış yolu buluruz. Gevşeme yerine yoga uykusu diyelim. Tam bir yoga uykusu 4 saatlik uykunun verdiği dinlenceyi verir. Zaten uzun günler ve kısa geceler yaşıyoruz, bunu kendimize neden çok görelim.

YOGA, ZENGİN İŞİ DEĞİL, GÖNLÜ ZENGİN İŞİDİR

Yoga ve meditasyondan halkımız ekseriyetle bir sırıtma eşliğinde bahseder. Bu önyargının nedeni nedir? Yoga zannedildiği gibi bir zengin meşgalesi midir?
İnsanlar denize girer, hatta Suadiye sahilinde çöp toplayan çok yoksul kesim de denize girer, fakat gazetelere baktığınızda denize girenlerin hep zenginler, ünlüler olduğunu düşünebilirsiniz. Bu da biraz sanıyorum öyle, gazeteci arkadaşların popülerleştirme adına kullandıkları görseller ve söylemler yanlış anlamalara yol açabilir yoganın zengin meşgalesi olmasıyla ilgili. Oysa, daha çok gönlü zengin insanların meşgalesi yoga.

Diğer bir konu da yoganın inanç ve ritüelistik yönü. Başta yoganın çok kapsamlı olduğundan söz ettim. Binlerce yıllık bir öğretinin inanç boyutu olması çok doğaldır. Bhakti yoga inanç ağırlıklı bir yoga sistemidir. Bizim uyguladığımız yöntem ise Hatha Yogadır. Bazı çevrelerin böyle bir önyargısı olduğunu biliyorum. İşte bütün bu çabamız da bu önyargıları aşmaya çalışmak değil mi?
Bir de tabii eril söylem var, bu iş kadın işidir gibi. Burada ne olur biraz da benim biraz ukalalık yapma hakkım olsun. Yoga çok derindir ve yurdum insanı onu kolay kolay anlayamaz. Hele ki zenginler hiç anlayamaz çünkü sabır gerektirir. Doğu felsefelerine sırtını dönmüş sosyalist sol da dünyayı algılama eksikliğinden muzdarip. Yoganın geleneksel olarak binlerce yıldır var olduğu Kerala’nın son 60 yıldır Komünizmle yönetildiğinden bihaber bir sol kitle vardır ki içimde kanayan yaradır bu…

YİNE PARKLARDA YOGA YAPACAĞIZ

Kent yaşamımıza dün hiç olmadığı kadar çok girdi; çim üzerinde uzanmalar, ağaç gölgesinde kitap okumalar, akşam serinliğinde park tartışmaları. Yıllardır kent yaşamının türlü etkisi ile savaşan bir yoga eğitmeni olarak bu gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsun?
Şehir ile kent ayrımını koyalım. Ne geliyorsa başımıza zaten organik bir şehir kurgusundan inorganik bir kent kurgusuna iktidarın dayatmasıyla gidilmesinden gelmekte. Kent tamamen her şeyin alınıp satıldığı ve insanların sadece çalışmak için oralara doluştuğu bir mekandır. Bu kadar yüksek bina yapmanın, her yeri AVM yapmanın başka ne gibi bir mantığı var?

Oysa ki şehir daha çok sosyal mekandır. Sadece mallar değil, görüşler ve duygular da ortadadır. Alışveriş yazar kasa üzerinden gitmez, komşunun bir fincan kahvesi üzerinden gider. Kenti besleyen siteler gibi steril değildir mahalleler şehir dokusuna aykırıdır. Kent yalnızlaştırır. Bir süre sonra alışveriş bile bir sosyalleşme gereksinimini gidermeye başlar.

İşte şehirlerin organikliğinden korkuyor iktidar. Foucault bunu çok iyi ifade eder. Odalarımızın kaç metrekare olacağına ve kaç çocuk yapacağımıza kadar her şey iktidarın alanındadır. Bizi sadece parksız yapmak istemiyorlar, mekansız, iletişimsiz kılmak istiyor.

Olaylardan önce de sonra da parklarda yoga yapardık, insanlar alışmıştı hatta katılanlar bile oluyordu, şimdi de yapıyoruz ve yapacağız. Şehrin sokak çocuklarıyız, kentli olmayacağız.

SANILANIN AKSİNE YOGA TOPLUMSAL OLAYLARA DUYARLIDIR

Eğitmenlik yaptığın Hariom ve Om Yoga Merkezlerinde, olaylarda travma görmüş herkese ücretsiz dersler verdiniz, veriyorsunuz. Neyi hedefliyor bu dersler, yoga ve meditasyonla bu travmalardan kurtulunabilir mi?
Derneğimiz eğitmenleri ve diğer şehirlerden de merkezler destek oldular bu çağrıya. Yoga yapan insanlar sanılabileceğinin aksine toplumsal olaylara duyarlı insanlardır. Farklı ideolojiler olabilir ancak en azından benim ders verdiğim ve birlikte çalıştığım eğitmen arkadaşlarım son olaylarla çok yakından aktif olarak ilgilendiler. Çalışmalardan önce ve sonra sohbet konularımız boyun ağrılarıydı. Şimdi herkes kendi ağrısını sızısını unutmuş Gezi olaylarını konuşuyoruz. Özellikle genç arkadaşlar ve Türkiye’ye sonradan yerleşen yabancılar konuşmak istiyorlar. Gaza ve baskıya rağmen insanların kendilerine güvenleri geldi.

Yaptıklarımızla ilgili somut örneklerden gidelim, bir üyemizin olaylarda ayağı kırıldı, çalışamamak gibi işin maddi tarafını bir kenara bırakalım bu sıcaklarda ayağı alçıda evde oturmak durumunda kalmak… Bizler onu evinde ziyaret ederek birkaç meditatif teknik uygulatsak bile bu az bir şey midir? Örnekler sayısız çoğaltılabilir… Hedeflediğimizse, alternatif, yani bize dayatılanın dışında bir toplumsal ilişki ve bağın olabilirliğinin modellerini göstermek.

TİBET BİLGELERİ TÜRKİYE’Yİ GÖRSE KENDİLERİNİ ATEŞE ATARDI

“Batılı düşünce yapısı ile Doğu’yu, insanını felsefesiyle anlamak çok zor” diyorsun ‘Göğe Yakın Topraklar’ kitabında. Ama elimizde tuttuğumuz kitap, bu söylediğinin yanı sıra Doğu’yu batılılara anlatma kaygısı da taşımıyor mu?
Wittgensteinvari bir yaklaşım. Söylenemez olanı söylemek. Türkçe meali, ben söyleyemiyorum sen anla!

Tibet’in Budizm’den önce savaşçı bir ülkeyken şimdi dünyanın en barışçıl ülkesi olduğunu tespit ediyorsun. “Yurtta Budizm, cihanda Budizm” demiyorsun di mi?
Her şey gibi Budizm de bir yorumdur. Dünya artık hiçbir yeri idealize edilemeyecek kadar Kapitalizmin ağında acı çeken bir yer. Nereye gitsek hayal kırıklığı. Budist ülkeler dahil. Topyekün bir devrim gerek! Samuraylar Zen Budisttir mesela…Uç noktalara çok da elverişlidir bu öğretiler…
Benim için önemli tarafı cihat ve misyonerlik içermemesi. Şefkat ve iyilik üzerine kurulu olması. Ölmeden önce ne yapmak istersiniz sorusunu yanıtı sizce nedir? Of sayılamayacak kadar çok şey vardır sırada, hiçbirimiz iyilik yapmayı ve iyi bir insan olarak ölmeyi düşünmeyiz, ama kapitalizm ne der, ölmeden önce görülmesi yerler, ölmeden önce yapılacak şeyler…hep bir havuç peşindeki tavşan misali… Budizm tanrısız, kitapsız, peygambersiz, hacsız bir dindir. O zaman da savaşacak pek de bir şey kalmaz, hele ki mülkiyet yoksa, et yenmiyorsa…

Tibet bilgeleri, Dalai Lama’lar Türkiye’de olup bitenleri nasıl yorumlarlardı sence?
Hemen barış planları üzerine çalışırlardı, çok da sonuç alamazlardı tabii, elden bir şey gelmeyince de birkaçı kendini ateşe verirdi. Lhasa’da yaptıkları gibi.

BELE YÜKLENME, DİZLERİ HAFİFÇE BÜK

Duran adamlara ve gazdan etkilenenlere yogik duruş ve nefes önerileri yapabilir misin?
Enerjiyi iyi kullanmaları gerekir. Dururken bele yüklenmemek için dizler hafifçe bükülebilir, bel düzleştirilerek yük bacak kaslarına verilir. Burundan soluk alıp vermelerle konsantrasyon en üst noktaya çıkarılır. Beden bacaklara yük olmamalı, aksine nefes alarak hafiflemeli.

Ama gaz olayı fena, temel yaşam kaynağından yoksun bırakılıyor insan. O durumda nefes tutmaktan başka çare yok ki bir seferde en fazla 3-4 dakika tutabiliriz o da çok çalışarak.

Devrim Acaroğlu
30 Haziran 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; evrensel.net