Fraksiyon org: Gever’e bakıp Gezi’yi vicdan ile boğmak – Evren Barış Yavuz

gezi-vicdan

Türkiye 1990’lar defterini, yılların ruhuna yakışır bir biçimde kapattığında, hiçbirimiz 2000’li yılların hangi defterlerin açılacağını bilmiyorduk. Şimdilerde 90’lar diye anlatılan dönemin içine yerleşen o delirtici zamanın bir hafızası var. O hafıza elbette başta zaman hafızları tarafından biriktirilirken, biriken zamanda ne gördüğümüz ve şimdiye nasıl bağlandığı da bu yazının konusudur.

“Göz görmez bilinç görür”

90’larda devletin sistematik şiddetini, amansız vahşet propagandasını görürüz. Çünkü devletin vahşeti bir propagandadır. NATO tarafından inşa/organize edilmiş Türkiye Devleti bir iç savaş aygıtı olarak işler ve uyguladığı şiddet başlı başına düzenin bekası içindir. Devlet özgürlüğe karşı silahlı mücadeleye girişmiş, bunu mücadele güçlerinin moral ve kararlılığını kırmayı hedef alan ‘gayrı nizami harp’le boyutlandırarak; işkence, taciz, tecavüz, gözaltında kaybetme, sokak infazları, ev baskınlarında infaz, Devlet Güvenlik Mahkemeleri ile yüz binlerce insanı içine alan yargılama furyaları ile sürdürmüştür.

90’larda devletin şiddetini görüp, bu şiddete yol açan kaygıyı görmezsek ilk başta zamanın ruhuna haksızlık ederiz. Devletler radikalleşmiş bir rasyonalizm içindedir. Kendini mutlaklaştırmış her birim gibi, kendine tehdit oluşturan şeye göre konum alır ve refleks verir. Bu bir haklılık meselesi değil, durumun doğası gereğidir. O halde devleti bu şiddeti devreye sokamaya iten krizdir asıl 90’ların öznesi. Devlet 90’larda özne değil, öznenin isyanı bastırmaya çalışan sıradan bir zor aygıtıdır.

Özne nedir? Özne özgürlüktür. 90’lar, 12 Eylül askeri faşist darbesinin ikame ettiği düzene karşı yeniden ortaya çıkan direnişin, yenilenen direniş olanaklarının, toplumsalı derinden sarsan yüzleşme ve hakikat rejiminin ifade ettiği şeydir.

Özne bu açıdan başta Kürtler, Türkiyeli mücadele güçleri, Kadınlar, Aleviler, İşçiler, Emekçi Memurlar, Gençlerdir. Aynı zamanda birbirini de kesen biçimde, hem devletle hem de devletin inşa ettiği toplumsalla mücadele eden güçlerin tümüdür.

90’larda devletin evrensel alçaklığına karşı amansız gerçekleşme de burada kendini bulmuştur. 90’ların donatımsız kortejlerinde, uzun yürüyüş kollarında, öne çıkan politik vurgu özgürlüktür. O halde 90’lar bir özgürlük hareketidir, devletin kanlı operasyonuyla bastırılmış bu özgürlük hareketi bir ‘mağdur’lar kumpanyası değil, gerçek’leşmeyi talep etmiş, ihtimallerdir.

90’lar bir üç büyük kırımla kapandı. Biri Öcalan’nın yakalanması ile Kürt özgürleşmesine tasfiye dayatılması, ikincisi 17 Ağustos-12 Kasım depremleriyle rejimin yıkılıp, on binlerce insanın yaşamını yitirmesi, üçüncüsü ise 19 Aralık Katliamı ile devrimciliğe tasfiye dayatılması.

Bu üç kırım’ın iç içe geçtiği zaman, yeniden inşa edilecek rejimin, kanlı kefaretidir. AKP dediğimiz şey ise bu rejimin yeniden inşası, bu kırımlar sonrasında kriz atakları halinde süren düzenin normalleştirilmesidir. 90’ların sonu ekonomik, sosyal ve politik krizin buluştuğu, rejimin yönetilemediği, devletin sadece silahlı zorbalıkla ayakta kalabildiği bir meşruiyet sarsılmasının da odağıdır.

Rejim yıkılmadı. Yeniden kuruldu ve kurulan yeni rejimin içinde uzun ve bitmeyen ulusalcılık-liberalizm tartışmasıyla hakikat gizlendi.

Hakikatten konuşmak zamanı… 2000’lerin muğlâk, dağınık politikası Gezi ile netliğe kavuşurken, Gezi’nin 90’larla kuracağı iletişim, mücadele güçlerinin derinliğini sağlayacak, dil, anlatım ve hareket biçimi açısından Gezi’yi hem yas halini kıran bir neşe ama neşeli olduğu kadar öfkeli bir zaman haline getirecektir.

Neşe ve öfke için bir yükten, bir alışkanlıktan kurtulma zamanıdır; Vicdancılık.

90’lardan 2000’lere kalan ağıt ve yasın uzun sürmesi ile ortaya çıkan vicdancılık, politik farkları, tarihsel konumları yok sayan, insan-vicdan temelli bir anlam dünyası kurarak çağrılar genele yollayan bir alışkanlıklar manzumesidir.

Gezi ile Gever arasında vicdan’a çağrı yapmak, bir hareketin on yıllardır biriktirdiği deneyimi küçümsemektir. Gezi’de ortaya çıkan devrimci olanak ile Kürt Özgürlük Hareketi’nin seyri arasında bir bağ kurmak istemek başka bir şeydir, Gever’e bakıp Gezi’yi itibarsızlaştırmak başka şey.

Kürt özgürlük hareketi 40 yıllık bir deneyim, özgürleşme ve kanla ödenen bir yaşam sistemidir. Onlarca ülkede milyonlarca insanda irade oluşturan hareketin Gever’i nasıl okuduğu, nasıl konumlandığını seyretmek, onun ‘büyük politikasını’ anlamaya yeter. Şemdinli bombası, Roboski Katliamı, Sakine Cansız ve arkadaşlarının infazı ve son olarak da Gever’de yaşananlara Kürt Hareketi başka bir vizörden bakmaktadır.

Gever’e bakıp Gezi gömmek, bir ihtimal olan hareketi daha başında ortadan kaldıracak bir telaşın ürünüdür. Gever üzerinden yazılan yazıların neden birleştiren ve bütünleyen değil de ayrıştıran bir dili tercih ettiği, neden bu sürecin öne çıkarttığı dil ve olanakları değil de vicdan temelli bir söylemi tercih ettiği düşünmeye değer. Gezi ile hesaplaşmak için Gever’i malzeme etmek yakışıksızdır.

‘Van Üşüyor’ başlığı altında toplayacağımız çağrıların, hareket ve eylemlerin de aynı hatayı verdiğini görüyoruz. Van’da deprem sonrasında yaşananlar, devletin ve onun toplumsalının Van’a bakışı hepimizce berraktır.

Soru şudur: Van üşüyecekse Kürt Hareketi’nin yerel yönetimleri neden vardır? Van’ın kendisi bir avuç aileye yaşama alanı yaratamıyorsa, bölge belediyeleri bu meseleyi daha başından çözecek araç ve biçimleri yaratamıyorsa soru bir soruna dönüşür.

Sosyal ağlarda ‘birbirimize’ doğru kurduğumuz ‘Van Üşüyor’ çağrısının anlamı yoktur. Bu vicdancılıktır. Biz bir hayat inşa edemiyorsak, bizim sözümüz, örgütlülüklerimiz ‘şimdi’nin her krizinde böylesine boşluğa düşüyorsa ya iddia etmekten vazgeçmeliyiz ya da iddiamıza yakışmanın bir yolunu bulmalıyız.

90’larda bilincin gördüğü özne, Gever’de barikatları kuran özne, Gezi’de bir direniş alanı olarak hayat’ı tanımlayan öznenin arasındaki iletişim biçimi önümüzdeki sürecin en başat konusudur. Çünkü bir iletişim sorunu vardır ortada…

Vicdan temelli anlatımın yerini Anti-Faşizm’in alması için ne yapmalıyız. Bekleyen ve erteleyen alışkanlıkların yerine ‘şimdi’nin gereksinmelerini gerçekleştiren hareket tarzını nasıl yerleştirebiliriz.

Ortada bir iletişim sorunu vardır. Olumlu anlamdaki krizlerin birbiriyle nasıl bağ kuracağı burada bir kez daha önem kazanmaktadır. Gever’e yakılan ağıtların oradaki özneyi yok sayan ruh hali değişmelidir. Gever’den bakarak Gezi’ye okunan Fatiha’nın muhatabının kim olduğu başlı başına iletişim sorununa delildir.

Devletçi-Şöven kesimlerin Gezi’de gaz yedikleri için Gever ile bağ kuracaklarını sanmak hayli derin bir karmaşanın ürünüdür. Zaten bu kesimler yıllardır bolca polis şiddetine ve gaz saldırılarına uğramış, Gezi’nin yarattığı kırılma ile ‘deccal’leri ile hesaplaşmaya girişmişlerdir. Bu ittifak ettiğimiz anlamına gelmez.

90’lara bakıp özneyi silip yerine ölüler skalasını koyan anlayış da aynı vicdani saiklerle Gezi’deki ölüm ve dirimi, Kürt Özgürlük hareketinin ölüm ve dirimle kıyasa yeltenmektedir. Kıyas değil özdeşleşmedir aranması gereken. Bu özdeşleşme için önce ayrıştırmayı bilmek gerekir. İki farklı şey arasında terazi kurmak, kefelerine ölüler koymak politik hatadan çok, ortaya çıkan sürece dair kötümserliğin ürünüdür.

90’lar başka bir şeydi ve Türkiye’nin paralel tarihiydi. Devletin tarihine karşı direnenlerin tarihi, mücadele edenlerin, cüret gösterenlerin tarihiydi.

Gezi başka bir şeydi, metropolün içinde kaynayan kazanın taşım gücü, yeni-yenilenmiş mücadele odaklarının sarsıcı manifestosuydu.

Gever başka bir şeydi, Kürdi tarihin isyan ve katliam diyalektiğinde bir kasılma anı, devletle girişilen uzun mücadelenin anlarından biriydi.

Gezi’nin ardılında; 2 Temmuz için sokağa çıkan on binler, Lice’de Medeni için kurulan kortejler, kadın düşmanı politikaya set olmak için yaratıcı ve meşru eylemler, Onur yürüyüşü’nün görkemi işte bu yatay ve dikey kırılmaların iletişiminin sonucudur. Gezi’yi daha gencecik ve deneyimsiz bir oluş halinde iken ‘vicdan’ ile boğmak ne Gever’in lehine değildir.

Devlete ve onun toplumsalına karşı mücadele edenlerin kriz iletişimini sağlamak için şimdi ağıt değil sebat vaktidir.

12 Aralık 2013
Kaynak: fraksiyon.org