Fraksiyon: Müzik Gezi’nin peşini bırakmayacak!

Gezi Parkı direnişlerinin toplumsal politika açısından çokça değerlendirmesi yapıldı ve yapılmaya devam edecek. Bir isyan ve diriliş süreci olarak algılanan, geniş halk kesimlerinin sokaklarda özgürlük ve onur için zorbalıkla mücadeleye tutuştuğu günler aynı zamanda ‘sokak sanatı’nında yeniden arz-ı endam ettiği bir dönemin önünü açtı. Devletin, sermayenin ‘kurumsal sanatı’ yaşanan büyük deneyimin altında kalırken, sokaklar doğrudan kendi sözünü sanatla ifade etme olanağı buldu. Gezi direnişleri müziğin direnişinin de olanaklarını yeniden tartışmaya açtı.

Gezi’nin müziğini Diyar Saracoğlu, Müzisyen ve müzik eleştirmeni Serdar Türkmen ile konuştu.

Gezi Parkı sürecinde müzik değerlendirilirken, “çok büyük etkisi vardı” deniyor. Müziğin direnişe asıl kattığı şey nedir?

muzisyenlerElbette çok boyutludur ama “çok boyutludur” deyip kolayında kalmak yerine hata yapmayı da göze alarak biraz içine dalayım. Elbette ilk olarak coşkudur müziğin direnişe kattığı. Bunun da başlıca sebebi beraber ritim tutma ve şarkı söylemenin yarattığı “çokuz biz çok milyon milyon” ve de ‘tek yumruk’ hissiyatı olsa gerek. Başka bir nokta da -benim en çok ilgilendiğim- şarkıların içerikleri dolayısıyla ortaya çıkan kültür aktarımı olanağı. Özellikle bu bahsettiğim etki sayesinde, en genişinden söyleyeyim muhalif kültür, Gezi Direnişi’ne bağımlı olmayan bir hatta doğru yürüyebilir. Tabi bu son söylediğimi ilk söylememek gerekiyor.

Neden?

Çünkü yüzeysel bir hâl ortaya çıkıyor, havada asılı, nedenselliği zayıf, belki biraz da pratikle mesafeli bir şey… Yani Gezi forumlarına katılıp tartışmayı “asıl düşman kapitalizm” meselesinde tıkamak gibi birşey. Önerme doğru olmakla beraber “eee?” sorusunun cevabını muğlaklaştırdığı için en başta pratiğin önüne geçecek şekilde bunları tartışmayı, tartıştırmayı pek işlevsel bulmuyorum.

Müziğin direnişe kattıklarına ilişkin yine kendimizden bir örnek vereyim. İzmir Müzisyenler Derneği, sürecin ilk gününden itibaren sokakta. İlk 60 gün her gün meydanlarda, parklarda, mahallelerde ve hatta gerçekten sokak aralarında müzik yaptık. Beraber müzik yaptığımız insanların çoğu kendini ‘müzisyen’ olarak tariflemezler. Bunu söylediğim zaman bu sürecin öğrettiği ya da haydi birkaç adım geri atayım hatırlattığı 2 şey daha beliriyor aklımda. Birincisi herkesin herşeyi yapabilmesinin zemininin yaratılma gerekliliği -fakat basit bir yabancılaşma tartışmasından öte-, ikincisi de herkesin şimdiye kadar kendi hayatını (ve dolayısıyla işgücünü) yeniden üretmek için egemenler hesabına yaptığı herşeyi, bu direnişin içerisinde artık, toplumsal hayatı yeniden üretmek için direnişin hesabına yapması. Bunun Gezi’de somutlaşmış en belirgin hali doktorlardır. Belki buradan sonra en fazla ihtiyaç duyulacak olansa müzisyenlerdir.

Gezi direnişi kendi müziğini oluşturdu mu sence?

Önce şunu açıklayarak başlasak daha iyi olacak: müzik denilince akla öncelikle şarkı geliyor. Burada somutun stratejik üstünlüğünü teyit de etmiş oluyoruz aslında. Öte taraftan müzik yalnızca şarkı formundan ibaret değil ama müziğin hayatla kurduğu en gerçek ilişkinin ‘şarkı’ olduğunu söylemek de pek abartı olmaz sanırım. Bu referans üzerinden gidip, “müzik” derken aslında “şarkı”dan bahsedeceğim.

Gezi direnişinin yöntem açısından özgünlüğü açıkça görünüyor, çok yazıldı, çizildi. Tekrara gerek yok. Direnişin içinde hem çok sayıda hem de çok çeşitte ve nitelikte şarkılar üretildi. Bu şarkılardaki temel dayanağı bulmak için bir kazma işlemi yaptığımda bir çeşit üstünlük gülümsemesi ve galibiyet psikolojisi görebiliyorum. Yani nasıl eskimiş isyan etme yöntemlerinin yerine yenileri geçtiyse, ona paralel olarak -elbette basit bir ayna değil- şarkıların sözleri de yeniye büküldü.

Toplumun geniş bir kesimiyle birlikte müzik de sokağa indi diyebilir miyiz?

Tam öyle ifade etmek doğru mu bilemedim, şöyle ki; müzik, sokağın enerjisine kayıtsız kalamadı, çaresi de oradaydı belki ve bu fırsatı atlamadı. Tabi genellenemeyecek bir çok şey yaşandı. Ben ağırlıkta, üyesi olduğum İzmir Müzisyenler Derneği ile alanda bulundum. Gitaristim ama süreç içerisinde saksafon öğrenmek zorunda kaldım. Çünkü bu süreci çekip çevirebilecek çalgılardan biriydi.

Dernek üyesi olan ya da olmayan birçok müzisyen dostumuz eylemlere katıldılar. Bunların müzik tarzları, orada olma sebepleri çok çeşitliydi ama hepsi müziğiyle orada olmak istiyorlardı. Tabi burada önümüze daha çetrefilli bir soru çıkıyor: mesela sanat müziği yapan bir grup nasıl destek olacak direnişe? Yıllarca pop-caz çalmış ve Çav Bella’yı dahi tam bilmeyen bir müzisyen müziğiyle nasıl katılacak? Bu sorular başka alanlarda da sorulmuştur elbet ama müzikteki bariyer çok belirgin gibi geliyor bana. Neticede Gezi Direnişi’nin gelinen bu aşamasında bu dostlarımız kendi iç sorgulamalarını da yapmıştır ama asıl soru işaretinin büyüğü, böyle kapsayıcı direnişlerde yaratılan araçlara ve bu araçların buluşturucu/dönüştürücü etkisine ilişkin olmalı.

Amatör grupların yanında, beklenmedik isimler de direnişe müzikleriyle katkı sundular. Mesela Alpay da gezi ile ilgili şarkı yaptı. Bu nasıl okunmalı?

Tabi çok bilinmeyen birşey değil ama müzisyenlerin, daha genel olarak da sanatçıların, belirgin liberal eğilimlerinin yanında, sanat ile uğraşmanın ittirdiği bir sol duyarlılık da söz konusudur. Özel olarak da bu dönemin yarattığı coşku ve kültürel hegemonya sanatçıların üretimlerini doğal olarak etkiledi. Benzer şeyler daha önce de yaşanmış. Örneğin devrimci mücadeledeki 1976-79 arasındaki devasa büyüme, toplumun çok geniş bir kesimini etkisi altına almış ki, arabesk dahi buna kayıtsız kalamamış. Tüm müzik türlerinin içerisine, en hafif tabirle, birtakım ilerici içerik serpilmiş. Yine 68 kuşağının popüler isimleri açısından da benzer bir durumdan söz edebiliriz. Bence müzikler açısından da “Bu daha başlangıç”. Yeni albümlerde açık ya da gizli birçok Gezi şarkısı olacak muhtemelen.

Bu dönemin öne çıkan yöntemlerinden biri de ‘şarkı uyarlaması’. Bu tip üretimlere ne diyorsun?

Şarkı uyarlamaları büyük bir silahtır. Hemen bir kalem-kağıt, ayak üstü dahi olsa, 3-5 kişi, kolektif akıl, bir de bakmışsın ki bir satır o, bir satır öbürü, bu olmaz, şu olur, hadi söyleyelim filan derken uyarlama çıkar. Zaten toplumsal bellekte yer etmiş bir ezgi olduğundan hızla ezberlenir ve yayılır. Fakat bir kısa menzil silah olduğunu da unutmamak lâzım; hızlı üretilir ve tüketilir. Dolayısıyla siz bu kadar büyük bir mücadeleyi uyarlama şarkılar ile taşıyamazsınız. Direniş kültürünü oluşturmak için atölyeler üzerinden şarkılar bestelemek gerekir; yani bir nevi ‘yeni anonimlik’.

“Şarkının/türkünün özü bozuluyor” denmiyor mu?

Sürecin başından beri biz de arkadaşlarla pek çok uyarlama yaptık. Bunların bir kısmı doğrudan sahne doğaçlamasıyla oldu. Örneğin Ruhi Su’nun Mahsus Mahal’i “Artar eksilmeyiz TOMA’larınla, artar eksilmeyiz biber gazınla” sözleriyle günümüz mücadelesine uyarlandı. Ünlü Ege türküsü “Bize de derler Çapulcu” olabildi mesela. Daha bir sürü örnek… Burada diyalektiğin önemini görüyoruz. Değişen nesnel gerçekliğe göre türküler de otantik (ne demekse?) hallerinden çıkmak durumunda kalıyorlar.

Benzer bir dönem 60′ların sonlarında da yaşanmış. Devrimci aşıkların şarkı sözlerinin içerisinde emperyalizm, oligarşi, sömürü gibi kelimeler girmeye başlamış. Sonra bir şarkının özü nedir ki? İlk söylendiği hali mi? Elbette bugün söylenen türküler de çok büyük değişimler geçirmiştir. Bugünkü uyarlamalar açısından başa dönersek, bunlar birer güncellemedir ve böylelikle geçmiş ağacının kurumuş dallarının yerine yenileri konuyor.

Müziği, diğer sanatlardan bu bağlamda ayıran nedir?

Direniş anlamında ilk aklıma gelen ‘beraber yapılabilme’nin ayrımı. Tarihsel şeyler de söylenebilir belki ama bugün açısından bakarsak diğer sanatlarla ilişkisi bağlamında ve gündelik hayattaki tüketilirliği anlamında müzik  birkaç adım önde. Yani çok tehlikeli birşey. Nasıl kilise bu gücü farkedip müzik ve propaganda ilişkisine yüklendiyse, bugünün egemenleri de, hem de daha çetrefilli hareketlerle saldırıyorlar zihinlerimize. Tabi tersi açısından da avantaj. Eğer “varoşlardan taşıp sokaklara çıkan” şarkılarınızı, her daim kulakta takılı kulaklıklardan çaldırabiliyorsanız bu büyük bir toplumsal meşruiyet kazandırır. Tabi bu anlattığım ‘direnişi savunan müzikler’ ile ilgili. Bir de ‘direnişte yapılan müzik’ var ki diğerinden belli oranda ayrılmalı.

Neden, direniş için afiş asmak ile bilgisayar başında hack yapmak arasında bir fark var mı?

İlk bakışta yok tabi. Tabi benim anlattığım karşıtlık, senin sorduğundakinden de farklı. Evde bir şarkı bestelersin, sözü, müziği, prozodisi, armonik yapısı üzerine hesap kitap yaparsın, kaydını yaparsın, kayıt sonrası bilgisayar müdahaleleri ve bir video eşliğinde de dolaşıma sokarsın. Elbette bu örneklediğim hareket de bugünkü cezalandırma sistemlerine baktığımızda tehlikelidir. Fakat ötekisinde, önceden yapılan hesapların -mesela repertuar hazırlamak- pek tutmadığı ve her daim yeniden çözüm üretme, yaratma ve doğrudan yapılan işin kendisi olmak gibi imkânların ve zorunlulukların ortaya çıktığı bir durum var. Elbette bir de inandırıcılık, sahicilik meselesi var. Birtakım entelektüel alanlarla temas halinde tartışabilecek bütün bu konuların çözümü ve yaratılan bütün şarkıların sınanacağı yegâne alan, o şarkının adandığı zemin olabilir ancak. 

Peki bundan sonra müzisyenler ne yapacak?

Bu çelişkin ve gerilimli ortam müzisyenler için büyük bir şans elbette. Ama yine de bu kadar büyük bir toplumsal atılımın içerisinde, bütün sanatçılar gibi müzisyenlerin işi de oldukça zor. Büyük ve ferah bir yol açıldı.

Asıl sancıysa, şimdiye kadar sıradan ikili ilişkiler içerisindeki birtakım ayrıntılar, hayattaki olumsuzluklar karşısında uğranılan yenilgi, boşvermişlik… vb. temalarda şarkılar dinleyerek ve söyleyerek müzisyenleşenlerin, bu ‘doğrudan söyleme’ süreçlerine kendi bedenlerine paralel olarak müziklerini de katıp katamayacaklarında olacak gibi.

Fakat şu açıkça görünüyor: Müzik, Gezi’nin peşini bırakmayacak.

30 Ağustos 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; fraksiyon.org