Fıratnews: Hakikat komisyonu kurulmadan yüzleşme olmaz

murat-pakerİstanbul Bilgi Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi kurucu üyelerinden Murat Paker, resmi bir hakikat komisyonu kurulmadan yüzleşmenin olamayacağını ve kalıcı bir barışa ulaşılamayacağını belirtti. AKP hükümetinin yüzleşmeye hazır bir imaj vermediği değerlendirmesini yapan Yrd. Doç. Dr. Paker, hakikat komisyonunun sadece bir Meclis faaliyeti olmadığının altını çizdi, “Yaptığı çalışmaların, hakikatin, yoğun bir biçimde medya ya da başka kanallarla toplumsallaştırılması gerekiyor” dedi.

İstanbul Bilgi Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi kurucu üyelerinden Murat Paker, “hakikat”, “yüzleşme” ile bunların mekanizmaları üzerine ANF’nin sorularını yanıtladı.

Türkiye’de bir süredir çözüm süreci konuşuluyor. Sizce Türkiye, kendisiyle, tarihiyle yüzleşiyor diyebilir miyiz?
Yüzleşmenin iki temel öğesi var. Birincisi; belli bir olaya ve sürece dair iki farklı kişi ya da grup, iki farklı hikâye karşı karşıya geliyorlar. Tanıkların huzurunda hakikatin ortaya çıkması için bir faaliyette bulunuyorlar. Ne olduğunu anlamak için yüzleşiliyor. Birinci öğesi; hakikatin ortaya çıkması. İkincisi; hakikat ortaya çıktıktan sonra iki taraf yeni bir ilişkisellik üzerinden yeniden bağlantıya geçiyorlar, yeniden ilişkileniyorlar.

Böyle bakınca Türkiye’de sadece Kürt-Türk meselesinde değil, hiç bir meselede resmi düzeyde ciddi, sistematik bir yüzleşme yapılmış değil. Ama gayri resmi düzeyde son 10-20 yılda giderek artan bir şekilde Türkiye toplumu daha önce yüzleşmediği, bilmediği Türk-Kürt, Türk-Ermeni, azınlıklar ve Kıbrıs gibi meselelerde bir yüzleşme çabası içerisinde. Ancak bunun daha derinlikli, sistematik, kalıcı bir hale dönüşebilmesi için mutlaka resmi düzeyde bir yüzleşme sürecine girmesi lazım.

Bu da mahkemeler ve/veya hakikat komisyonları üzerinden olabilir. Başka mekanizmalar da oluşturulabilir. Ama Türkiye’nin henüz herhangi bir mekanizmayla resmi yüzleşme sürecine girdiğini söyleyemeyiz.

MECLİS KOMİSYONU YETERSİZ

TBMM’de Çözüm Komisyonu oluşturuldu. 4 aylık bir çalışma programı belirledi. Mağdurları, uzmanları dinledi. Böylesi bir komisyon, resmi yüzleşme sürecinin başlangıcı olabilir mi?
4 ay çalışacak bir komisyonu çok ciddiye almıyorum. 4 ayda ancak daha uzun dönemli, daha ciddi ve daha derinlikli çalışma yapacak bir mekanizmanın nasıl oluşturulabileceğine karar verilebilir. Bu planı da düzgün insanlarla iyi planlayarak çalışırlarsa yapabilir. Bu nedenle Meclis’te şimdiki yasal mevzuat çerçevesinde kurulan ve 4 aylık ömrü olan bir komisyonun, herhangi ciddi ve önemli bir yüzleşme çalışması yapması mümkün değil.

RESMİ HAKİKAT KOMİSYONU ŞART

Kürt sorununda yüzleşmeye nereden başlamak gerek?
Değişik mekanizmalar düşünülebilir. Örneğin; mahkemeler ve cezalandırıcı adalet. Faili meçhuller, toplu mezarlar, köy yakmalar, işkenceler gibi yüzleşilmesi gereken çok ciddi ihlaller var. Bunların sorumlularının mahkemelerde yargılanması, faillerinin bulunması, cezalandırılması gerekir. Bazı mekanizmalar var ve de yetersiz kullanılıyor. Bunların çok iyi işletilmesi lazım. Ama sadece bu yetmez. Karmaşık ve kronik bir derinliği olan bir sorunda sadece mahkemeler üzerinden ve de sadece son dönemde olmuş bazı olaylar üzerinden gidemeyiz. Onun için mutlaka mahkemelerin dışında hakikat komisyonu tarzı mekanizmalara da ihtiyacımız var.

Hakikat komisyonu birkaç yıl çalışacak, kendi bütçesi ve personeli olan, ciddi bir yapı. Birkaç aylık bir Meclis komisyonuyla sadece parlamenterlerin katıldığı bir araç değil. Onun için hakikat komisyonlarına imkan tanıyan yeni yasal düzenleme gerekir. Parlamenterlerin yanı sıra, bu konuda çalışan sivil toplum temsilcilerinin, akademisyenlerin, aktivistlerin de ağırlıklı olarak yer aldığı bir komisyon oluşturulmalı. Dünyada bunun değişik örnekleri var, oralara bakılabilir. Türkiye’de bu işleri çok iyi bilen insanlar var, onlardan yararlanılabilir.

Türk-Kürt meselesi üzerinden konuşursak, hakikat komisyonunun en az iki alt komisyonu olmalı. Birincisi; 1980′den bugüne, son 30-40 yılda olanlarla yüzleşmeli. İkincisi; cumhuriyetin başından 1980′e kadar olan döneme, Kürt meselesinin çıkış nedenlerine odaklanmalı. Kürtlere yönelik sistematik asimilasyon, baskı ve inkar politikalarını somut delilerle ortaya koyan, sorumluları saptayan bir çalışma yürütmeli. Kimler mağdur edildi? Kim yaptı? Nerede, ne zaman ve nasıl yapıldı? Bunlar, devletin resmi dokümanı haline getirilmeli ve Meclis de bunu onaylamalı.

Rapor ne anlama gelecek?
Devletin, tüm yapılanları, yani hakikati resmi düzeyde ortaya çıkartması ve kabul etmesi demek. Bundan sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olamaz. Meclis’in resmi bir dokümanı olacak ve artık ondan sonra yapılacak şeyler, o referans alınarak yapılabilir. Ders kitapları o referans alınarak revize edilecektir. Yapılan eğitim faaliyetleri, yasalar, her şey artık o hakikat üzerinden yeniden tanımlanmak zorunda kalacak. Bugünkü barış sürecinde en önemli eksiklik böylesi bir yüzleşme mekanizmasının hiçbir zaman düşünülmemiş ve uygulanmamış olması. O yüzden hükümet hep patinaj yapıyor.

Hükümet, sizle yüzleşmeye hazır değil mi?
Çok hazırmış ya da bütün gereklerini yapmaya niyetlilermiş gibi bir izlenim vermiyor. Hep zorlaya zorlaya süreç ilerliyor. Yapacaklar mı, yapmayacaklar mı, ne yapacaklar, belirsiz. Dolayısıyla ‘Düzgün yürüyen barış sürecindeyiz, galiba bu sefer olacak’ rahatlığını taşımıyoruz. Uzun yıllardır bu işle ilgilenen biri olarak daha çok, ‘Bunlar yine arabayı devirecekler mi?, Ne zaman devirecekler? Siyasi tercih olarak yokuşa mı sürecekler?’ kaygılarını taşıyorum.

HAKİKAT TOPLUMA ANLATILMALI

Türk toplumu hazır mı sizce yüzleşmeye?
Türk toplumu tam yüzleştirilmediği için adil ve kalıcı bir çözüme tam hazır değil. İyi bir plan, program yapılırsa, hakikat komisyonu ile hakikat topluma anlatılırsa, toplum, büyük ölçüde yüzleşerek çözüme hazır hale gelebilir.

Hakikat komisyonu, sadece bir Meclis faaliyeti değildir. Yaptığı çalışmaların, hakikatin, yoğun bir biçimde medya ya da başka kanallarla toplumsallaştırılması gerekiyor. Bunlar anlatıldığı zaman, bu bilgiler toplumda ciddi bir dalgalanma yaratacaktır ve insanlar o hakikatlere kayıtsız kalmayacaklardır. Toplumun önemli bir kesimi, şimdiye kadar yanlış bildiği, yalanlarla bezeli olarak oluşturduğu kanaatlerini kısmen ya da ciddi olarak değiştirmek zorunda kalacaktır. Böylesi bir konuda toplumun yüzde 100′ünü ikna etmek mümkün olmaz. Yine bir azınlık çözümsüzlük taraftarı olmaya devam edecektir. Ama hakikat rejiminin peşinde koşarsak, toplumun önemli bir çoğunluğunu ciddi, kalıcı ve adil bir barış örmesi gerektiği konusunda ikna edebiliriz.

Gezi direnişi, Türk halkını, hakikate, yüzleşmeye yakınlaştırdı mı?
Uzun vadede Gezi direnişi, Türkiye toplumunu -özellikle batısını- daha kendine güvenli, daha özne gibi davranabilen bir düzeye ulaştırdığı için hakikatlerle daha iyi temas kurmaya yatkın hale getirdi. Oradaki mücadele içerisinde değişik toplumsal kesimler birbirleriyle daha fazla temas kurabildikleri için, uzun vadede toplumsal barışa büyük katkı sağlamıştır. Ama kısa vadede, hükümet Gezi direnişini tamamen hezeyanlar üzerinden yorumladığı ve yüzeysel tepkiler verdiği için, manevra alanını daraltıcı bir etkisi oldu. Ancak bunun sorumlusu da hükümettir. Bu gelişmeyi demokratikleşme konusunda yorumlayabilecekken, çok daha otoriter baskıcı ve hezeyanlar üzerinden yaklaştı. O anlamda hükümet muhtemelen daha ürkek olabilir.

Bir ailenin adını anarak sorumu sormak istiyorum. Dargeçit kayıplarından Seyhan’ın kemikleri bulundu. Doğan ailesi, şimdi kemiği alıp, Dargeçit’e gidecek ve gömecek. Bu aile gibi binlerce aile var. Yüzleşme mekanizmaları, bu ailelerin acısını, kaybını gidermeye yetecek mi?

Bu kayıpları tamamen telafi edebilecek hiçbir mekanizma, hiçbir ceza yok. Hiçbir şey kayıpları getiremez. Önemli olan; kısmi de olsa, yapılanın toplumsal ve politik olarak tanınması. Biri öldürülmüş ancak öldürülmüş olduğu bile kabul edilmiyor. Cesedinin bile nerede olduğu bilinmiyor. Kayıt yok, kabul yok, mezar yok. Dolayısıyla yakınlar için bir nokta koyabilme imkanı yok. Böyle binlerce örnek var. Hem bu aileler için hem de politik alanda şu önemli: Bu insanlar, şurada, şu kişiler tarafından öldürüldü? Bulunabiliyorsa, kemikleri, mezarı şuradadır? Biz bunu hem sosyal hem de politik olarak tanıyoruz. Hakikat budur, kabul ediyoruz. Cezalandırabiliyorsak, bulup cezalandırıyoruz. Bir daha yapılmaması için şu önlemleri alıyoruz, özür diliyoruz, tazminat veriyoruz.

Bütün bunları yapmak, ilk duruma göre çok büyük bir farklılık. İkisi arasında bir fark yok diyemeyiz. Geçmişi geçmişte bırakabilmek için hakikati ortaya çıkarmak gerekiyor. Toplum olarak birlikte barışçıl ve adil bir düzende yaşamak istiyorsak, hakikati ortaya çıkartıp, yüzleşmek zorundayız.

ÖZÜR GEREKLİ

Devletin özrü ne kadar onarıcı?
Özür bütün bu yüzleşme mekanizmaları içerisinde önemli bir halka. Tek başına değil. Hakikat ortaya çıkacak, bütün yönleriyle herkese anlatılacak, sorumlular cezalandırılacak ya da her şeyi anlatmaları karşılığında affedilecek. Devlet yeni önlemler alacak, yasal düzenlemeler yapacak. Bütün bunlar yapılırken, devletin en tepesindeki yetkili çıkacak, ‘Şu dönemlerde şunlar şunlar yapıldı. Bizim devletimizin politikaları. Çeşitli devlet görevlileri şu nedenle şunları bunları yaptı. Bunlar yanlıştır, bunlar için üzgünüz, devlet olarak özür diliyoruz. Bir daha bunların olmaması için, şunları şunları yaptık, yapacağız, tazminat olarak şunları düşündük’ diye özür dileyecek. Bu, geçmişle gelecek arasına bir sınır çizer. Özür tek başına bir şey değil. Bir paketin sembolik dile getirilmiş hali. Ama o paketin ne olduğu önemli. Başbakan Dersim katliamı konusunda, ‘Gerekirse özür dilerim’ demişti. Böyle özür olmaz tabii. Dersim ile ilgili daha önce hiçbir devlet yetkilisi bu tür bir laf etmediği için önemini teslim etmemiz gerekir ama aynı zamanda bir özürde yer alması gereken unsurların büyük çoğunluğuna yer vermediği için de hiçbir şekilde yetmez.

Arzu Demir
4 Ağustos 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; firatnews.com