Evrensel: Kadın senin futbol diye sattığın şeyi almıyor

Futbolun gündemin üst sıralarında yer almadığı bir mevsim yok. İster ülke meclisinde milletvekilleri savaş için el kaldırıyor olsun ister milyonlar tek yumruk halinde sokaklara aksın… Gezi’de de öyleydi işte. Başrolde futbolun belki de en canlı unsuru, taraftarlar, taraftar grupları vardı. Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaraylıların “İstanbul United” adı altında toplanan birlikteliği için “Türk sporu için en umutlandığım günlerden biri” diyor Spor Yazarı Banu Yelkovan. Yelkovan’la hem taraftarlığı hem de kadının belki de en çok görmezden gelindiği alan olan futbolda, bir kadın spor yazarı olarak neler hissettiğini konuştuk.

Banu Yelkovan

Taraftar gruplarıyla hatta Çarşı’yla başlamak gerekiyor galiba. Biliyoruz ki Çarşı, gezi eylemleri boyunca yalnızca bir katılımcı olmakla kalmadı, eylemleri motive eden ve enerji katan bir katalizör işlevi gördü. Bu örnek bizde, herhangi bir taraftar grubunun toplumsal muhalefet içinde yer alamayacağı, ya da alsa da dönüştürücü etkide bulunamayacağı ezberini kırmaya yeter mi?

O süreçte benim hiç unutamadığım bir an var. İlk Cuma günüydü herhalde. 19.03’te Çarşı, 19.05’te Galatasaraylılar, 19.07’de Fenerbahçelilerin toplanma çağrısı verip geldiği, İstanbul United’ın doğduğu an, benim Türk sporu adına en umutlandığım günlerden biriydi. Olayı kendi nedensel çerçevesinden kopartarak söylüyorum; ama bir ay önce yan yana göremeyeceğini zannettiğin insanların yeri geldiğinde bunu becerebilmeleri umut vericiydi. Bu ülkede herkes ayrımlar üzerinden, ötekileştirme politikaları üreterek aynı olan insanları birbirinden koparıyor. Oysa aynı amaç uğruna en uçlar bile yan yana gelebilir hissini verdi bize İstanbul United. Çarşı o süreçte daha da ön plana çıktı.

Neye bağlamalıyız bunu?

Genel olarak taraftarın etkisi şöyleydi; Hepsi daha önce biber gazı yemişti ve biber gazından kaçmadılar. Dolayısıyla Gezi’de insanların o cesaret eşiğini atlamalarında öncü bir rol üstlendiler belki de.

Hep Gezi’ye referans veriyoruz ama bugün de devam eden bir süreç var. İstanbul United bugün ne alemde?

Sezon başladığında bu birlikte duruşu, futbolun egemeni konumundaki, üç takımı yöneten unsurlara karşı da sergileyebileceklerini zannetmiştim. O olmadı. Benim hayal ettiğim İstanbul United, maçların 34. dakikasında bağırmaktan ibaret bir şey değildi. Çünkü bütün taraftarların derdi aslında ortak: Futbol çok kötü yönetiliyor ve taraftarın hiçbir söz hakkı yok.

SON DERBİDE NE OLDU?

Son Beşiktaş-Galatasaray derbisinde çıkan olayları nasıl okumalıyız peki? Çarşı ve 1453 Kartallar bu kompozisyonun neresinde duruyor? Sizce de 1453 Kartallar grubu, Çarşı’nın etkinliğini kırmaya yönelik hükümetçe kurdurulmuş bir grup mu? Ve olayları bunların başlattığı iddiası inandırıcı mı?

Enformasyonla dezenformasyon öyle iç içe geçti ki neyin ne olduğunu çözmek kolay olmuyor. Olay sahaya girme eylemi ise kim yaparsa yapsın bunun cezası olmalı. Bana sorarsan sahaya babam da girsin cezalandırılmalı. Bu futbolun içinde yok. İşin bir sportif tarafı var, bir de sportif olmayan tarafı. Sportif olmayan taraf, “Bunlar kim, planlı mı, organize mi” türü sorular… Bunların yanıtını bilmiyorum. Durup dururken serbest vuruş sırasında olayların patlak vermesi enteresan. Melo’nun tahrik sebebi olduğu inandırıcı gelmiyor. Zaten her tahrik olan sahaya inecekse işimiz iş. Sadece hissiyat olarak söyleyebilirim ki, olayın zamanlaması, şekli, güya tahrik olarak sahaya girenlerin sakin sakin fotoğraf çektirmeleri hakikaten acayip. Ancak ne olduğunu ben de kestiremiyorum.

HAYATINDAKİ EN ÖNEMLİ ŞEY FUTBOL OLANDAN KORKARIM

Bu örnekte olduğu gibi taraftarlığın rasyonel açıklamasının zorluğu, bizi olayları açıklamakta yetersiz kılıyor gibi… Peki bir takımın taraftarı olmak, o kimlikle özdeşleşmek hangi gereksinimlerin ya da yanılsamaların ifadesi olabilir?

Hayatındaki en önemli şeyin futbol olduğu insandan ben biraz korkarım. Demek ki takım fazla büyük bir boşluğu dolduruyor. Oysa o boşluğu başka şeylerin doldurması lazım. Hatırlıyorum, okuldayken arkamda oturan arkadaşlarım pazartesiden çarşambaya geçtiğimiz haftanın maçlarını, perşembeden cumaya gelecek haftanın maçlarını konuşurdu. Belki de o konuşmalar sayesinde spor yazarı oldum. Ama o zaman da bu durumu çok anormal bulurdum, bugün de aynı şekilde. Futbol o kadar da önemli bir şey değil, olmamalı. Sen kendini bir takımla bu kadar özdeşleştirirsen, o takımın başarısı hayatının en önemli şeyi, başarısızlığı da hayatının felaketi haline dönüşür ki hayatta çok daha önemli başarılar ve felaketler vardır. Kadınları pratikte fazla işlevi olmayan bir şeyle bu kadar fazla oyalayamazsınız. Belki de kadınların farkı burada. “Anlamazsınız” diyorlar ya, anlamadığımız şey belki de bu…

ÖTEKİNİN ZAAFLARINA DAHA HAKİMİZ

Bu hal başka şeyleri de tetikleyebiliyor sanki. Örneğin futbolun grup içi kimliği pekiştirirken bir başka kimliğe karşı da ötekileştirici, onu şeytanlaştırıcı bir eğilim taşıdığı düşünülürse futbol aynı zamanda ötekilik ilişkilerinin üretilmesinde nerede duruyor?

Bizim ülkemizde başrollerden bir yerde duruyor. İnsan kendini illüzyona öyle bir kaptırıyor ki, karşısındakinin kendisiyle aynı olduğunu çoğu zaman fark etmiyor. Bu grup içi psikolojinin şöyle bir hali var. Örneğin Beşiktaş taraftarı, her zaman hakemler tarafından hakkının yendiğine inanır. Bu yıllar içinde oluşmuş bir kanaattir ve haklı sebepleri mutlaka vardır. Ama mesela Galatasaray taraftarı hakem hatalarına Beşiktaşlılar kadar dikkatli bakmaz, unutulması daha muhtemel bir detay kategorisindedir. O yöndeki hassasiyeti daha azdır. O taraftarlığı benimsediğinizde genelde o hassasiyetleri de benimsiyor, oluşturulmuş bir psikolojinin içine giriyorsunuz. Yüz kişinin homojenliğinden bahsetmek mantıksız olur ama söz konusu taraftarlar olduğunda homojen bir şeymiş gibi tanımlanıyor. Oysa yüz kişilik bir taraftar grubu, öbür yüz kişilik taraftar grubundan çok da farklı bir hayatı paylaşmıyor. Kendi grubuna bir şeyler atfedip, öteki grubu bir şeylerle suçlarken yarın da bunun tam tersinin olmayacağının garantisi yok. Çoğu zaman tutarlılık yok. Hem ötekileşme hem de aşırı benzeşmeden kaynaklı bir durum var ortada. Aynı takımı tutan 10 kişi alıp teker teker sorsak, “Senin kulübünün değerleri ne” diye. Bambaşka şeyler çıkacak. “Beşiktaş halkın takımıdır” gibi çok klişe birtakım cümleleri aşamıyoruz. Değerlerin bile ne olduğu tam belli değil aslında. Çoğunlukla devamı dile getirilemeyecek şeyler üzerinden kendimizi tanımlayıp yine benzer şeyler üzerinden karşı tarafı ötekileştiriyoruz. Türkiye’de bu çok enteresan. Biz çoklu düşmanı da sevmiyoruz. İkiye indirgeyip öbürünü sevmeme üzerinden sevgimizi tanımlıyoruz. Örneğin “Beşiktaşlılık”, “Fenerli” olmama halidir. Aslında rakibinin, ötekinin zaaflarına, ne olmaması gerektiğine ya da ne olmamak gerektiğine daha hakim ilginç bir sevgi türü.

KADINI HİÇLEŞTİRMENİN ZİRVESİ

Kadın bir spor yazarı olarak Türkiye’de seyircisiz maçlara kadın ve çocukların ücretsiz alınması uygulaması hakkında ne düşündüğünüzü merak ediyorum. Federasyon kadınları, “ikincil taraftar” ya da dolgu malzemesi olarak mı görüyor?

Aynen öyle. İlk günden beri bunu söyledim. En kötüsü kadınlı ve çocuklu maçlar federasyon nezdinde “seyircisiz” maçlar olarak geçiyor. Ne ikincil taraftarı, toptan yoksun zaten. Stadı dolduruyorsun, boşluk yok, ama yanda seyircisiz yazıyor! Kadının hiçleştirilmesinin sportif alandaki zirvesidir bu.

KADIN DEĞİL KADIN VÜCUDUNDA ERKEK…

Bu hiçleştirmenin, futbolsever kadınlar üzerinde nasıl etkileri oluyor?

Maça giden çoğu kadın kendisini o topluluğa kabul ettirmenin şartının onlara benzemek olduğunu zannediyor. Neredeyse erkekten daha erkek hale geliyor. Tanıl Bora’nın sözüdür, her fırsatta tekrarlıyorum; “Kadının ve çocuğun baktığı şeydir futbol kültürü.” Erkeğin baktığı şey pozisyon, gol, ofsayt; kadının baktığı ise forma, taraftar, kimin ne dediği ya da demediği… Çocuk maçta bir adama bakar. Hayran olduğuna bakar, rakibe de bakar, ne yendiğine bakar.

Bu uygulamanın kadın ve çocukları stada çekme adına yapıldığı söyleniyordu…

Bu kadını maça çekmek olmuyor. “Biz de varız” diyebilmek için maça giden bir kadın maça gitmiş olmuyor. O kadınca bakış açısı maça gitmiyor. Aynı erkek bakış açısı kadın vücudunda maça gitmiş oluyor. Çocuğu maça çekmek için tek yöntem var. Annesini maça çekmek. Sen önce şartları uygun hale getirirsin ondan sonra kadınlar maça gelir. Ayrıca aile tribünü olmalı, kadın-çocuk tribünü ne demek? Kocası kapıda baybay diyip öbür tribüne mi gidecek?

TOPLUM NASILSA MEDYA DA FUTBOL DA ÖYLE…

Ana akım medyanın spor programlarındaki militarist, cinsiyetçi dilin futbol izleyenlerin, tüketenlerin zihnindeki etkiler ne yönde sizce?

Futbol, toplumun bir yansımasıdır. Futbolu gelip de İsveçliler oynamıyor burada ya da televizyon programlarını Norveçliler yapmıyor. Geçen sene Fenerbahçe-Galatasaray derbisi sonrası, Fenerbahçeli bir çocuğun bıçaklanması sonrası “Yeter artık sizin erkek egemen kültürünüzden de, futbolunuzdan da” diye öfkeli bir yazı yazdım. Artık çocuklarımızın öldürüldüğü bir noktadan sonra insanların kendilerini sorgulaması lazım. Aynı şeye bakıyorsun, bu kadar zıt şeyleri nasıl görebiliyorsun? Aynı pozisyon hem gol hem ofsayt nasıl olabilir? Belli bir bakış açısını körü körüne, dövüşecek, öldürecek kadar abartmak erkeklere mahsus. Kadınlar futboldan anlamıyor değil, senin futbol diye sattığın şeyi almıyor kadın. Masanın etrafına otur beş adam sabaha kadar kavga et. Sonra da aynı adamlar çıkıp aynı olayı eleştiriyor. Bari artık herkes tarafını seçsin. Desin ki ben reytingin yanındayım. Bunu bilelim ve ona göre izleyelim. Eskiden bu programları izlerken gülüyordum, artık geriliyorum.

Serdar Taş
6 Ekim 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; evrensel.net