Evrensel: Futbola muhalefet karışmasın istiyorlar

EUROSPORT TÜRKİYE’NİN GENEL YAYIN YÖNETMENİ BAĞIŞ ERTEN İLE KONUŞTUK

bağış erten

“Gezi Parkı’nda toplanacak taraftar gruplarının Kasımpaşa Stadı’na yürüyüşe geçeceği ve bu sırada yaşanabilecek kaos ortamı nedeniyle olayların büyüyebileceği; Kasımpaşa Stadı’nın bulunduğu konum göz önüne alındığında yaşanacak kaos ortamından vatandaşların zarar göreceği, olaylar çevre ilçelere de sıçratılacağından …”

Gezi ruhunun yeniden canlandırılacağına ilişkin ardı arkası kesilmeyen ihbar mektuplarından biri böyle diyor. AKP iktidarı bu mektuplara dayanarak, çok tartışılan yasaklara ve uygulamalara imza atmaya hazırlanıyor. Gezi sloganlarını sadece tribünlerde değil, tribün çevresinde de yasaklıyor. Spor Bakanı, “Slogan atan bedelini öder” diyor.

Peki, ama neden? Hükümet, tribünleri neden bu kadar baskı altına alıyor? Korkunun kaynağı ne? Açıklanan “önlemler” uygulanabilir mi? Sonuçları ne olur? Kulüpler neden sessiz? Türkiye’de siyaset-spor ilişkisi nasıl şekillendi? Radikal gazetesi yazarı ve Eurosport Türkiye Genel Yayın Yönetmeni Bağış Erten’le konuştuk.

Bu yıl siyasetin spora müdahalesi neden bu kadar alenileşti? Neden hükümet kanadından tribünler ha bire tehdit ediliyor?

Bu seneki olayla, futbolun genel siyasetle olan ilişkisi arasında bir fark var.

Nedir o fark?

Futbol, ömrü hayatında bu topraklarda siyasetle hemhal olmuş bir spor. Bu çift yönlü. Siyasete futbol, futbola da siyaset karışır. Mesela Türkiye’de milliyetçiliğin yükseldiği, özellikle Güneydoğu’da şiddetin olabildiğince yükseldiği, AB ile ilişkilerin gerilediği dönemlerde futbol sahaları, bir siyasal mecraydı. Gündelik siyasetin bir taşıyıcısıydı futbol. Futbolu siyaset aracı olarak kullanan politikacılar her daim müdahale ettiler. Takım başkanları ona göre değişti, bir şovun parçası olarak kullandılar. Bunla ilgili Türkiye tarihinden herhalde 500 örnek falan çıkabilir.

Bu tarih ne zaman başlıyor?

Ta cumhuriyetin kuruluşundan itibaren… Ama kullanmada fark var tabii. Özellikle otoriter yönetimler bu tip araçları, hem arî ırkı çağrıştırdığı için, işte “zinde vücutlar spor yaparak olur”un teşviki için, hem de ulusal temaşaları askeri törenler gibi yapma açısından her zaman kullanmıştır. Nitekim dünyanın en büyük statları, en otoriter yönetimlerde ortaya çıkar. Ama Türkiye’de başka bir kırılma anı var; hayatı her yerinden kıran 1980 askeri darbesi.

12 Eylül’le ne değişti?

12 Eylül’le futbol meşru bir siyaset arenası haline geldi. Ama demokratik bir meşruiyetten bahsetmiyoruz. Orada her türlü hukuksuzluk, her türlü şiddet, her türlü ayrımcılık, her türlü nefret söylemi bir serbest bölge gibi yaratıldı. Palazlandırıldı. Toplumun önüne bir popüler kültür alanı olarak sunuldu. 80’den önce futbolu popüler kültürün önemli bir bileşeni gibi göremeyiz. Yani bir müzik endüstrisi kadar güçlü değildi. Sinema gibi hiç değildi. Şimdiyse ne sinema ne müzik futbol kadar güçlü… Futbol, popüler kültürün en önünde koşuyor. Bu bir 12 Eylül politikasıydı. Ondan sonra gelen herkes bunu devraldı. Ama bugün siyaset ve spor ilişkisi öyle bir noktada ki; kontrol edilemez, çok ciddi anlamda karanlık ilişkilere batmış, neresinden tutsanız elinizde kalacak bir hukuksuzluk alanı haline geldi.

Yani bugün yaşadığımız tablo devletin müdahaleleriyle yaratıldı…

Aynen öyle olduğunu düşünüyorum. Hani kontrolden çıkan kontrgerilla grupları, kontrolden çıkan özel harp dairesi üyeleri gibi, önceleri araç olarak kullanılırken, sonra kontrolden çıkıp kendine dönmeye başladı. Bir noktadan sonra da futbolu sevenleri, futbolu sevmeyenleri, devleti, muhalefeti, ekonomiyi herkesi tehdit eder hale geldi. Çünkü ciddi anlamda her şeyi etkilemeye başladı. Bu kaotik durum içinde bence en masum kesim taraftarlar ve oyuncular oldu. Hâlâ da öyle… Zaten tartışmanın bugünlerde geldiği nokta o. Bu oyunu keyif için seyredenlerin gösterdiği tepkiden korkuluyor aslında.

O halde şu söylenebilir mi: İktidar müdahale ediyor çünkü tribünler, resmi ideoloji ile uyuşmamaya başladı?

Evet. Devletin ideolojisiyle uyuşmamakla kalmadı arada aykırılıklar yine oluyordu. Mesela 3 Temmuz 2011 (şike soruşturmaları) süreci de devletin müdahalesiydi. O da “karanlık örgütlenmeler” iddiasıyla yapılan bir müdahaledir. O süreçle bugün yaşadığımız süreç aynı değil. Bugün devlet bu bağımsızlaşan şeyin, başka yönlere verdiği zararlarla değil, daha çok kendine karşı oluşturduğu tehdit yanını görüyor, asıl olarak buraya müdahale ediyor. Aradaki fark bu…

Başka yönlere verdiği zararlar dediniz. Nedir o zararlar?

Devlet futbolu kontrol edilebilir bir serbesti içinde bırakıyordu. Vergi kaçırıyordu, affediyordu. Karaborsacılık, kara para aklamalar, bütün bunların hepsi kontrol edilebilir bir serbesti içinde geçiyordu. Sokakta dövemediğiniz insanları tribünde dövebiliyordunuz. Bir noktadan sonra bunun kontrol edilmesi güçleşti. Önce buna müdahale ettiler. Ama Gezi sürecinden sonra bütün okların kendilerine çevrilmeye başladığını gördüler. Ne oldu? Futbol toplumsal muhalefetin bir parçası olmaya başladı.

Dolayısıyla bugün yapılan, “ortaya çıkan bu muhalefeti nasıl sindiririz, nasıl dağıtırız” mıdır? Hesap bu mudur?

Tribünler, Türkiye’nin sesi olmaya çok aday yerler. Nitekim Gezi’nin simgesi “Sık bakalım”, bir tribün şarkısıdır. Onun patlayıcı etkisinin insanları coşkulandıracak bir muhalefet yaratabilmesinden hakikaten çekiniyorlar. O yüzden de “siyaset karışmasın” gibi bir söylem yaratıyorlar. Oysa söyledikleri çok bariz, muhalefet karışmasın istiyorlar. Yani bu politikanın adı “futbola muhalefet karışmasın”dır. Çünkü futbola siyaset, adı Recep Tayyip Erdoğan olan statla karışıyor; futbola siyaset, daha yeni bu sezon Galatasaray’dan Urfa’ya giden futbolcu Sercan Yıldırım’ın “Beni buraya getiren bakanıma ve yetkililere teşekkür ederim” sözünde karışıyor. Futbola siyaset, birçok devlet yetkilisinin her spor alanında gözükmek için ortaya çıkışında zaten karışıyor. Futbol, genel olarak da spor, siyasetin şu anda bir aracı olarak kullanılıyor zaten. Siyaset tarafından bizzat yönetiliyor. İktidar için karıştırılmaması gereken şey, muhalefet.

ŞİDDET AYNI ZAMANDA BİR FUTBOL KÜLTÜRÜ PROBLEMİ

Kulüplere taahhütler imzalatılıyor, siyasi içerikli slogan, döviz yasaklanıyor; maçların gündüze alınması, alkol kontrolleri, deplasman yasağı, e-biletle fişlemeler, spor güvenlik kurulları… Tüm bunları arka arkaya sıralayınca insan dehşete kapılıyor ve futboldan uzaklaşıyor, ne dersiniz?

Dehşet verici ama şunu unutmayalım, futbol alanı, insanların bir araya geldiği alanlar içinde şiddete en meyilli alan. Tribün şiddeti yokmuş gibi konuşmak da doğru değil. Daha geçen sezonun sonunda biri öldü. Yani öznenin de kabahati var. Şöyle söyleyeyim; sizi yönetmek isteyene verebileceğiniz en iyi silahı veriyorsunuz.

Ama bir ara öyle bir tablo çıkarıldı ki, futbol izleyicisi özellikle de statlara gidenler, “psikopat adamlar” gibi lanse edildi?

Evet, bunu bütün iktidarlar yapar. İşlerine gelmediği takdirde hemen “bunlar kendini bilmez üç yüz beş yüz kişi” denir. “Kendini bilmez üç yüz beş yüz kişi” bir futbol klişesidir. Her zaman da vardır o insanlar. Ama şurası kesin, bugün çocuğunuzu maça götürmekten korkuyorsanız, bunu sadece devletin, siyasi iktidarların sırtına atamazsınız. Bu bir futbol kültürü problemi aynı zamanda. Bu da kendimize dönük yapmamız gereken bir eleştiri. Hafifletici sebepleri var tabii bu şiddetin. Yani bu kadar kötü statlar yaparsanız, maç izlemeye gelen insanlara hayvanmış gibi davranır, coplarsanız, içerde adaletin olmadığı bir dünyanın olduğuna inandırırsanız, futbol sahalarına olan güveni yok ederseniz, tabii ki şiddet beslenir. Ama hiçbir şiddet, kendisini meşru gösterecek bir sebep bulamaz.

Peki, bu uygulamalar işe yarar mı? Amaç hâsıl olur mu?

Valla bugüne kadar kâğıt üstünde ne önlemler gördüm futbolda şiddeti bitirecek, kökünü kurutacak, sürüm sürüm süründürecek! Bütün bu önleme çabalarının siyasal olarak yanlış bir tutum olduğunu düşünüyorum. Futbol taraftarları zaten baskı altında… Bu da yaratıcılığını ortaya çıkartıyor. Mesela küfür yasaksa “kurabiye Feneri” demiş. Siz “Her yer Taksim, her yer direniş” sloganı yasak derseniz, “Her yer Maksim, her yer serzeniş” çıkar. Alkol uygulamasının da mesela şöyle olacağından eminiz. Elinde purosu kapıda bekleyen takım elbiseli iş adamının, hoş giyimli bir kadının veya sakallı, tipi yandaş görünümlü insanın o promil kontrollerinden geçmeyeceği kesin.

Sadece “çapulculara” yapılacak yani!

Öyle. Ayrıca 52 bin insanın tamamına yapılsa, bu biraz zaman alır! İnsan şuna çok üzülüyor; bu ülkede gündüz maçı elbette oynanmalı, ama bunun amacı insanları maça taşımak olmalı, alkol değil. Türkiye’nin şu anda birinci liginin seyirci ortalaması yerlerde sürünüyor. Nüfusa oranına baktığınızda, Avrupa’da herkesin gerisindeyiz. Siz tribüne daha fazla seyirci çekelim, kadınları çağıralım, çocukları çağıralım, orası bir şenlik havasına bürünsün yerine, güvenlik bariyerleri kuralım, alkol kontrolü yapalım, içki içmesinler diye maçları gündüze alalım dediğinizde zaten kaçmaya meyilli taraftarı kaçırıyorsunuz. Böyle devam ederse elinizde futbol kalmayacak.

KULÜPLER BİRİNİ TERCİH EDECEKSE DEVLETİ TERCİH EDER

Bu kadar baskı, tehdit vs. varken, taraftar bu denli huzursuzken, kulüpler neden ses çıkarmıyor? Ellerini kollarını bağlayan nedir?

bağış erten 2

Elleri kolları bağlı çünkü kulüplerin devlete muhtaçlığı çok açık bir şekilde ortada.
Devlet bütün o vergi sistemleriyle ve zaten kulüp başkanlarının yaptıkları pek çok işler nedeniyle ellerini kollarını 20 yerden bağlamış durumda. Türkiye’de kulüp başkanı olmak demek, biat etmek demektir. Biat etmeyen kulüp başkanı zor bulunur. Çok bağımsız bir dünya yaratması lazım. O yüzden Türk futbolunu yöneten irade kim olursa olsun, ister kulüp başkanı ister federasyon başkanı, bu çarkın dışına çıkamaz. Ödleri kopar. Bunun en büyük nedeni de şu; Türkiye’de futbola harcanan para, Türk futbolunun hak ettiği paranın üç beş katı, şişirilmiş bir para. Pasta küçülürse, herkes kaybeder.

Bu müdahaleler pastayı küçültmüş olmuyor mu peki? Bilet satışları pastanın belki en küçük dilimidir ama örneğin yayıncı kuruluşun “Böyle olursa bu kadar para niye verelim, maçı kime izlettireceğiz” gibi itirazları var.

Kulüpler ikiyüzlü davranıyor. İçerde itiraz ediyor ama dışarıda “bu ne saçmalık” demiyor. Kulüpler birini tercih edeceklerse, devleti tercih ederler.

SEZON ÇOK ŞENLİKLİ OLACAK

Bu yıl genel olarak futbolseverleri nasıl bir sezon bekliyor?

Gezi’nin öncesinde üç şeyden umudunu kesmek üzere olan bir insandım; futboldan, gençlikten ve twitter’dan. Gezi, alt üst etti. Şimdi hayatımda spor yazarlığı süresince en heyecanla beklediğim sezonlardan birine başlıyoruz. Çok şenlikli olacak! Bütün ezberler bozulacak. Hiç beklendiği gibi şeyler olmayacak. Çünkü adaletsizliğin bu kadar iyi teşhir edildiği başka hiçbir alan yok. Hayal kırıklığına uğrayabilir miyim? Uğrayabilirim, ama umudum daha çok.

BU KADAR YÜKLENİRSENİZ SENARYO GERÇEKLEŞEBİLİR!

İktidar, müdahalelerin gerekçesini ihbar mektuplarına dayandırıyor. Gezi Parkı’nda toplanacak taraftar gruplarının Kasımpaşa Stadı’na yürüyüşe geçeceği, bu sırada yaşanacak kaos ortamı nedeniyle olayların büyüyebileceği iddia ediliyor. Bu senaryo size nasıl geliyor?

Bu senaryonun öğrenci versiyonu da var, biliyorsunuz. Buradaki sorun şu, toplumsal muhalefeti kriminalize ediyorsunuz. Ben şuna inanıyorum; Galatasaray, Beşiktaş, Fenerbahçe taraftarları bir araya gelip, Kasımpaşa’ya falan yürümeyecekler. Beşiktaş taraftarlarının önemli bir kısmı Gezi sürecinde öne çıkmıştı. Bu onları kriminalize etmenin de bir parçası olarak sunuluyor. Peki, biz de tersten komplo teorisi kurarsak?

Mesela?

Kasımpaşa’nın Gezi’den sonra Beşiktaş’a verildiğini hatırlarsak; buradan “Kasımpaşa’daki yandaş gruplarla, futbol taraftarlarını karşı karşıya getirip, orada şiddet olayları ortaya çıkarıp, Gezi sonrası toplumsal muhalefeti itibarsızlaştıracaklar” diye bir komplo teorisi geliştirmek de mümkün. Ki, böyle bir şeyin kapımızın önünde olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla evet, çok korkuyorlar ama onlara şu telkinde bulunabiliriz! Futbol taraftarı o kadar korkulacak şeyler üretebilecek kapasitede değil. Ama bu kadar yüklenirseniz yaparlar.

FUTBOLU YÖNETENLER, TARAFTARIN BİR ARAYA GELMESİNDEN ÜRKTÜ

Başka alanlardaki yansımaları için “Gezi ne biriktirmişti?” sorusu soruluyor ya, aynı soruyu taraftar cephesi için de soralım; Gezi neyi açığa çıkardı?

Bence açığa çıkartmakla kalmadı. Gezi, sıçrattı. Patladı iş. Şöyle patladı; bence devletin ve futbolu yönetenlerin en büyük güvencesi şuydu; Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş, Trabzon asla yan yana gelemez. Hiçbiri birbiriyle dayanışmaz. Haklıydılar. Gezi işte bunu kırdı. Bu çok acayip bir şey. Bundan korkuyorlar zaten. Ama şunu unutmayalım ve abartmayalım. Bütün Fenerbahçeliler, bütün Galatasaraylıları sevmeye başladı gibi bir şeyden bahsetmiyorum. Gezi, kendine muhalif bir tutum edinen ama birbirine yaklaşmayan insanları birbirlerine yaklaştırdı. Futbolu yönetenler, tribünde muhalif tutum edinmiş herkesin, bir araya gelmesinden bence dehşet ürktü. Bundan büyük tehdit olamaz. Çünkü birleşmiş bir muhalefet var. Ve muhalefetin de odağı belli, hedefi belli.

Bu muhalefeti doğuran ve birleştiren etkenler neler?

Bir, Fenerbahçeliler 3 Temmuz sürecindeki operasyonlar sırasında çıplak polis şiddeti ve ciddi bir hukuksuzlukla karşılaştılar. Arkasında ne kadar hukuki gerekçe olursa olsun… Ve bu karşılaşma onları tecrübelendirdi. İnsanlar “ya bu polis şiddeti nedir, bu gaz bombaları nedir, bu tazyikli sular nedir” diye sormaya başladılar. Üstelik bunlar en sıradan insanlardı, hayatları boyunca politikaya karışmamış, bazıları Bağdat Caddesi’nde yaşayan insanlardı.

Ama polis şiddetini yaşayan sadece Fenerbahçe olmadı?

Zaten devamında da o geliyor. Beşiktaş öyle bir final yaşadı ki geçen sezon sonunda. Bir kutlama ile veda edeceği stadın maçına gaz yiyerek girdi. O maçtan önce Başbakan’a yönelik protestolar Gezi’dekinden çok daha sertti. Bu şunu göstermeye başladı; ortada gerçekten çıplak bir haksızlık var. Bunların yanı sıra, Galatasaray stadının açılışındaki ıslığı da unutmayalım.

AKP, tribünlere daha fazla müdahale kararını o protestodan sonra almış olabilir mi? Başbakan çok kızmıştı çünkü…

Gezi’ye çapulcu diyen bir mantığın, tribünde zaten yüz yıldır çapulcu muamelesi gören bir kitleyi ciddiye alacağını zannetmiyorum. Küstahlık olarak gördüler. Daha sonra Beşiktaş’ınkini haşarılık, hepsinin üstünde Fenerbahçelilerin itirazını bir aymazlık olarak algıladılar. Şimdi Gezi’de muhalefet olarak algılıyorlar. Aradaki fark o.

Bütün bu yasaklar, tedbirler “uyanan” taraftarın muhalefetini kırabilir mi?

Türkiye’de polisin de, siyasal iktidarın da sertlik konusunda sınırı yok. Bunu tecrübe ettik. Bu sertlik çok ağırlaşabilir. Stadyumun içinde gaz sıkıldı bu memlekette. Bunu yapmazlar diyemiyoruz. İki ihtimal var. Ya üstüne gittikleri için muhalefet daha güçlenecek ya da öyle bir bastıracaklar ki futbol taraftarı denen şey, giderek yok olacak. İkisi de onlar için intihar bence.

İŞİNİZE GELENLERİ CIMBIZLAYIP ALMANIZ “BU AVRUPA’DA DA VAR” ANLAMINA GELMEZ

AKP yanlısı yorumcular, “AKP bunları dünyadaki örneklerden alıyor. Dolayısıyla AKP’ye yüklenmek haksızlık” diyor. Dünyada örnekleri var mı gerçekten, varsa sonuçları nasıl olmuş?

Siz alkol yasağını (futboldan bahsetmiyorum, alkol yasağından bahsediyorum) kişi başına alkol tüketiminin en fazla olduğu İskandinav ülkelerinden alırsanız ve “bu Avrupa’da da var” derseniz, bunun bir yalan olduğunu hepimiz biliriz. Çünkü kişi başına tüketilen alkol miktarına göre önlem alırsınız. Mesela Türkiye’de kişi başına, atıyorum Kolombiya kahvesi sınırlaması getirseniz, olmayan bir şeyin nesine sınırlama getireceksiniz olur, aynen onun gibi futbolda da bütün Avrupa’yı tarayıp, işinize gelenleri cımbızlayıp alırsanız, bu Avrupa’da da var anlamına gelmez. Alkol yasağı dünyanın pek çok yerinde vardır ve üzerinde hemfikir olunan bir konudur. Ben de bunu savunanlardanım, tribünde alkol içilmesin. Ama tribünde içilmesin. Yani maç sırasındaki heyecanı tetikleyen şey alkol olmasın. e-bilet uygulaması İtalya’da vardı. Ama çökmek üzere. İtalya’da futbol, şu anda Avrupa’nın en düşüşte olan sporu. Sosyal proje geliştiremediğiniz takdirde, güvenlik önlemleriyle futbol şiddeti bitmez. Bundan 25 sene önce Almanya’da bir sosyal proje geliştirdiler. O projenin sonuçları 15 senede öyle bir hale geldi ki, şu anda Almanya dünyanın en iyi ligi olmak üzere. Ve Neonazi eğilimlerin tribünde en az görüldüğü yer oldu.

Bunu nasıl yaptılar?

Sert futbol taraftarlarının içine kulüp, belediye ve federasyon tarafından parası verilen sosyal görevli koydular. O insanlar, bu insanların ne istediklerini anlamaya çalıştılar. Bu istekler kulüp yönetimlerine, futbol yönetimlerine ve yerel yönetimlere iletildi. Mesela “biz trende hayvan muamelesi görmek istemiyoruz” dediler, o muamele bitti. Yani her soruna çare yaratarak, böylece güven kazanarak yaptılar. Bugün Almanya’da kulüplerin yönetimlerinde taraftar temsilcileri vardır.

OLİMPİYAT, SPOR MEDYASININ YÖNÜNÜ BELİRLEYECEK

Spor medyasının bu tabloya katkısı nedir? Çuvaldızı medya ayağına batırınca, ne söylersiniz?

Valla biz kendimize çuvaldızı değil, çiviyi batırmak zorundayız. Bugün medyanın siyasi iktidarla ilişkisi yükselen bir eleştiri konusu ya, futbolda bu on yıllardır böyle. Futbol medyası, kulüplere yakın medya ve hükümete yakın medya olarak ayrılır. Bu bazen birleşir bazen ayrılır. Ama bağımsız bir spor medyası olduğunu söylemek çok zordur. Bağımsız spor gazeteciliği, hâkim spor gazeteciliğinin çok küçük bir yanıdır. Durum vahim ötesi. Kendi adıma söyleyeyim, bu dünyanın kıyısında duruyorum. Ne kadar ana akım medyanın içinde de dursam, kıyısında duruyorum. NTV Spor’da çalışıyorum, orada yaptığım programın kendisi ana akımı belirleyen bir şey değil. Radikal’de yazıyorum, Radikal zaten ana akım gazete değil. Eurosport’ta çalışıyorum, Eurosport zaten Türkiye değil. Buna rağmen doğruyu söylemek için bin bir takla attığımızı iyi biliyoruz. Yani sansür, oto sansür -ki oto sansürde bir gönülsüzlük vardır ama burada gönüllü sansürden söz ediyoruz- yandaşlık, takımdaşlık, kulüp fanatizmi, yani olabilecek pek çok olumsuzluğu art arda dizeceğiniz bir ahlaki sorun var. Ve spor basını kadar sıkışmış bir basın alanı yok. Ama bir şansımız var.

Nedir?

Spor, iktidarın tıpkı kültür sanat gibi, tıpkı yaşam gibi henüz muktedir olamadığı bir alan… Oyunun, sanatın, yaşamın kendi iç dinamiği size bir nefes alanı yaratıyor, doğruyu söyleme şansınız hep oluyor.

Yani spor medyasına henüz o kadar müdahale yok, sopa gösterilmiyor, bunu mu anlayalım?

Sopa gösterilebilir ama şunu görebiliyoruz, “Hasan Cemal gönderildi çünkü o muhaliftir” denir mesela. İşte bu, spor medyasında bu kadar net değil. Sporda mesela her kesimden insanın çok fazla beğenisini kazanmış pek çok spor yorumcusu ve yazarı var. Bu yorumcu ve yazarlar doğruyu söylemeye devam ettikleri sürece, onları karşılarına almak büyük risktir.

Taraftar sahip çıktığı için mi?

Herkes sahip çıktığı için. Sporda doğru ile yanlışı ayırt edebilmeniz için oyunun bir parçası olmanız lazım. Oyunun bir parçası olabilmeniz için o dünyanın içinden düşünmeniz lazım. “Önce ben şu partidenim, sonra da spora bakayım” yapamazsınız. Hamili kart yakinim denerek kimse milli takıma alınamaz. Alındığı düşünülürse, ağır eleştirilir. Bunu yapamıyorlar. Yani oraya spor içi olmayan kriterlerle bir tahkimat uygulayamıyorlar. Özellikle de futbolda. Başka spor dallarında yapıyorlar ama futbolda yapamıyorlar.

Spor medyasına müdahale o kadar güçlü değilse, manzara neden böyle?

Zaten çivi meselesi de o. Ama bir şey söyleyeyim, önemli bir kırılma var; olimpiyat. Olimpiyat adaylığı 7 Eylül’de belli olacak. Onun sonucu, Türkiye’de spor medyasının yönünü belirleyecek.

Neden?

Çünkü adaylık alınamazsa, herkesin içinde tuttuğu çok sözü var söyleyecek. Mesela bunu anlayabilirim. Bunu bir oto sansür olarak kabul etmeyebilirim. Çünkü olimpiyatları önemsiyorsunuzdur, olimpiyatın alınmasını destekliyorsunuzdur, bu yüzden “ya sabır” diyorsunuzdur.

Ama adaylığa itiraz edenler de oldu. “Bu halimizle ne olimpiyatı” vs. de dendi…

Zaten itirazların hepsi çok haklı gerekçeler. “Türkiye olimpiyat yapmaya layık bir ülke mi” diye sorduğunuzda, “evet” yanıtı vereceklerin sayası çok az. Ama sorun şu; medyada duranların hepsi şunu görüyor; olimpiyat alınırsa büyük bir rant açılacak, alınmazsa da büyük bir hayal kırıklığı açılacak. Yani demin söylediğimiz şeyden yola çıkalım, olimpiyat alınmazsa spor basını, spor muhalefetinin bir parçası olabilir. Alınırsa da tam tersi olabilir. Benim kanaatim bu yönde. Bunu bekliyorlar.

AÇILMAMIŞ BOMBA PAKETLERİYLE DOLU ORTALIK

Şike tartışmaları azaldı, doping haberleri de memleketin ağır gündeminde fazla kalmadı ama bu haberlerin devamı gelecek mi?

Gelecek.Murathan Mungan’ın “Kağıttan Kaplanlar” adlı güzel masalında olduğu gibi, ortaya kutular bıraktık. Şimdi o kutulara değmeden geçemiyoruz ve her değdiğimiz kutu patlıyor açılmamış küçük bomba paketleri olarak. Futbol odur. Açılmamış küçük bombalarla dolu ortalık. Ve o paketler bir bir patlamak üzere.

Dolayısıyla şike patlıyor, doping patlıyor…

Her yer patlıyor. Mayın döşediler ve mayınlı alanda dikkatli yürümemizi öneriyorlar. İnsanlar mayına falan bakmadan pata küte patlatacak onları.

BAĞIŞ ERTEN

1998’de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Boğaziçi Üniversitesi’nde Yakın Tarih yüksek lisansını tamamladı ve iki yıl araştırma görevlisi olarak çalıştı. İletişim Yayınları’nda editörlük yaptı. Eurosport Türkiye’nin Genel Yayın Yönetmeni olan Erten, Radikal Gazetesi’nde spor yazarlığına da devam ediyor. NTV Spor’da Banu Yelkovan’la birlikte “Yenilsen De, Yensen De” programını yapan Erten, Kadir Has Üniversitesi’nde, Spor İletişimi Sertifika Programı koordinatörlüğü görevini sürdürüyor.

Serpil İlgün
19 Ağustos 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız;evrensel.net