Evrensel: Erdoğan’ın hezimeti, Suriye muhalefetinin çöküşü

Coğrafyamızdaki kritik önemdeki iki gelişme aynı döneme denk düştü. Bunlardan birincisi AKP Hükümeti’ne karşı süren gösterilerin ikinci haftasına girmesi, diğeri ise Muhaliflerin Suriye’nin Lübnan sınırında olan Kuseyr Kasabası’nı kaybetmesi.

syrrerddy

Birinci gelişme ile başlayalim

Geçen iki hafta Türkiye, Arap basınında hiç olmadığı kadar yer işgal etti.  Arap coğrafyasında dikkatle takip edilen Rusya al Yavm sitesi ilk defa ön sayfada Türkiye dosyası oluşturdu. Ve gelişmeleri düzenli bir şekilde aktarmaya başladı. Bu arada hatırlatalım site kritik gelişmeler yaşayan ülkelerin dosyalarına ön sayfasında yer veriyor.

Arap coğrafyasının önemli gazetelerinden Dar Al Hayat son gelişmeleri “Erdoğan İstanbul baharı karşısında geri adım attı” başlığı ile duyurdu. Al Arabiya Sanatçı Halit Ergenç’in yürüyüş esnasındaki fotoğrafını yayınlayarak Sultan Süleyman’ın haremi olmadan Erdoğan’ı protesto ettiğini yazdı. Mısır al Yavm; gösterilerdeki ölüm haberini  “Taksim; İstanbul’un kalbindeki kanlı meydan”  ifadeleri ile duyurdu.

Tanınmış Arap yazarı Abdulbari Atwan “Suriye’nin laneti Türkiye’yi mi vurdu” başlıklı makalesinde ironik bir duruma dikkat çekti. Atwan, Suriye Devlet Başkanı’nın, Erdoğan’ın kendisine karşı kullandığı ifadelerin aynısını kullandığını yazdı.

Lübnan’da yayınlanan Assafir gazetesinin yazarlarından akademisyen ve Türkiye’yi yakından izleyen Muhammed Nureddin Taksim’deki direnişi  Erdoğan’ın siyasi olarak ilk yenilgisi olarak değerlendirdi. Arka arkaya yazdığı makalelerde Türkiye’deki gösterilerin nedenlerini irdelerken gösterilerin sonuçlarını irdelediği son makalesine  “Taksim Meydanı, Erdoğan’ın ilk siyasi hezimeti” başlığını attı.

Dar al Hayat gazetesinden Zuheyr Kseybati’nin “Erdoğan, kendi inatçılığının bir günah keçisi” başlıklı makalesinde olduğu gibi Türkiye’deki halk hareketini değerlendiren yazarlar farklı sonuçlara varsa da Arap coğrafyasındaki halk hareketlerine benzerlik ve farklılıklara dikkat çekildi. Erdoğan ise Arap liderleriyle özellikle de devrilen Hüsnü Mübarek, bin Ali ve Ali Abdullah Salih ile karşılaştırıldı.  Kadri Gürsel ise Al Monitor’da yayınlanan makalesinde hükümetin bundan sonraki süreçte takınabileceği tutuma dikkat çekiyor.

Kuseyr: Muhalefetin Stalingrad’ı

Kuseyr çatışmaları, stratejik olarak taşıdığı önemden dolayı Arap basınında “Muhalefetin Stalingrad’ı olarak adlandırıldı.  Genellikle Kuseyr yenilgisi Al Kuds Al Arabi gazetesinin baş yazısında olduğu gibi sadece Suriye silahlı muhalefetinin yenilgisi olarak değil, Türkiye’nin de içinde olduğu bütün Arap, batılı ve diğer destekçi ülkelerin yenilgisi olarak değerlendirdi.

Kuseyr yenilgisinin ardından yayınlanan makalelerde yenilgi sonrası durum üzerine tespitler yer aldı. Genellikle üzerinde birleşilen görüş; Suriye silahlı muhalefetinin Kuseyr yenilgisiyle toparlanması zor bir darbe aldığı. Suriye rejiminin Cenevre Konferansı öncesi pozisyonunu güçlendirmek için kontrolü altında olmayan Halep ve Şam’ın çevresindeki yerlere yönelik operasyonlarını hızlandıracağı yönünde. Dikkat çekilen bir diğer nokta ise silahlı muhaliflerin intikam amacı ile çatışmaları Lübnan’ın içine çekebilecekleri.

Zuheyr Kseybati – Al Hayat: Erdoğan, inatçılığının bir günah keçisi

Sokaktaki öfke dalgası nedeniyle Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından yaratılan çıkmaz inkar edilse de muhtemelen ona, Arap devletleri liderlerini alaşağı eden gösterilerin patlaması sonrası karşı karşıya kaldıkları çıkmazı hatırlattı.

İstanbul’daki göstericileri,“yağmacı bir grup” olarak açıklayarak korkunç bir hata yapan Erdoğan yine inkâr etse de, devrimle devrilen ve sokaklarda karşı koyanlara kibir gösteren, onlara meydan okuyan ve en kötüsü komplo mantığı arkasına saklanan bazı Arap liderlerini hatırlattı.

Kuzey Afrika’ya yaptığı bir turdan ülkesine dönen Başbakan, muhtemelen, Hüsnü Mübarek’e, Zeynel Abidin bin Ali’ye ve Kaddafi’ye bile atılan ‘bırak’ sloganını hatırlayarak kendi evinin içindeki rüzgârı hissedecektir.

En önemli açmazları; tökezleyen İsrail’e meydan okuma diplomasisi süreci, Irak’ta İran ile sessiz çatışma, Nuri Maliki Hükümeti ile gerginlik ve “Şam’da rejimin günleri sayılı” sözleri gibi Suriye muhalefetine büyük vaatlerin verilmesi.

Gezi Parkı, Sultan Erdoğan İmparatorluğu’nu sarstı ve sonrasında Abdullah Gül bile onu savunamadı. İstanbul Baharı; hükümetin başı, bir anayasa değişikliğinin ardından başkanlık görevini üstlenmeye hazırlanırken ortaya çıktı.

Türkiye’nin Müslüman Kardeşleri, Arapların Müslüman Kardeşlerinin tıpa tıp aynısı değildir. Ve bu durum nedeniyle, İstanbul Boğazı’ndaki öfkeyi yatıştırmak için iktidardan bir günah keçisi ve polisin başı bir bedel ödeyecek. Ancak, dünyanın hiçbir yerinde muhalefet ilelebet ortadan kaldırılamayacağına göre ve Türkiye Gençliği, “Özgürlük olmadan bir altın kafes istemediği” ayan beyan ortada iken protestocuların mesajını almamış olan bir iktidar partisinin inatçı lideri, buna izin verecek mi?

Muhammed Nureddin/Assafir: Türkiye kendi Tahrir Meydanın’da 

Taksim ayaklanması kaçınılmazdı;
1. Erdoğan’ın on yıl boyunca laiklere karşı uyguladığı kindar ve misilleme siyaseti önemli bir etkendi.
2. 1 Haziran gösterilerinden önce 20 milyon Alevinin öfkesinin belirtileri vardı. On yıldan fazla süren iktidarına rağmen AKP, yükselttiği özgürlük, demokrasi şiarlarına rağmen en küçük taleplerini bile gerçekleştirmedi.
3. Taksim ayaklanmasının esas sebeplerinden biri,  gazetecilerin ve ifade özgürlüğünün kısıtlanmasıdır. Türkiye tutuklu gazeteciler konusunda dünyanın ilk sırasındadır. Gazetecilerin ve muhaliflerin üzerindeki baskı, işyerlerinden atılmaları ve TV ekranlarına çıkarılmasının engellenmesi ile sonuçlanmaktadır.
4.  AKP’nin askerlerin siyasi yaşamdaki rollerini ortadan kaldırmak istediği “Ergenekon konusu” Taksim ayaklanmasından bağımsız değildir. Hükümete karşı darbe ile suçlanan generallerin mahkemeleri, yıllardan beri devam etmesine rağmen hâlâ yavaş ilerlemektedir.
5. Hükümetin dış politikadaki yaklaşımı özellikle de “Suriye dosyası”  karşısındaki tutumu sebeplerden biri sayılabilir. Erdoğan-Davutoğlu’nun Suriye siyasetleri, sınırdaki illerin büyük ekonomik kayıplarıyla sona erdi.  Reyhanlı’daki patlamada 52 kişinin ölmesi sınır güvenliğinin bittiğinin açık ifadesi oldu. Suriye krizine mezhepsel yaklaşım mezhepsel hassasiyetleri artırdı.

Kadri Gürsel / Al Monitor: Erdoğan kavgayı mı seçti 

Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul’da 31 Mayısta büyük bir sosyal patlamaya dönüşen “Gezi Parkı direnişi”ne karşı söylem ve tavırlarıyla, yumuşama ve uzlaşma yerine kavgayı seçtiği mesajını veriyor.

Bunun en açık örneği Başbakan’ın çıktığı Mağrip ülkeleri turundan 7 Mayıs sabahının erken saatlerinde döndüğü İstanbul’da, kendisini karşılamaya gelen binlerce taraftarına hitaben Atatürk Havaalanı’nda bir otobüsün çatısından yaptığı konuşmaydı. Erdoğan, coşkulu ve öfkeli taraftarlarına şunları söyledi: “Polis görevini yapıyor. Artık demokratik gösteri hüviyetini kaybeden, vandallığa, artık tam anlamıyla hukuksuzluğa dönüşen bu eylemler derhal son bulmalıdır. (…) Ne diyorlar? ‘Polisi çekin’, Ne olacak? Burası yol geçen hanı değil, bu ülke Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir”. Erdoğan’ı ellerindeki Türk bayraklarını sallayarak dinleyen ve ekranlara yansıdığı kadarıyla tamamı erkeklerden oluşan taraftarları, Başbakan’ın sözlerine “Allahuekber” nidalarıyla eşlik etti ve “Tayyip’in askerleriyiz” şeklinde slogan attı.

Erdoğan taraftarları, Taksim’deki direnişçileri de “Azınlık şaşırma, sabrımızı taşırma” ve “Yol ver gidelim, Taksim’i ezelim” sloganlarıyla hedef aldı. Erdoğan bu sloganların hiçbirine olumsuz tepki göstermedi. Başbakan’ın Gezi Parkı direnişi karşısında, iyi bilip uyguladığından kimsenin şüphesi olmadığı kutuplaştırıcı siyaseti izlemeye karar verdiği anlaşılıyor.

Bu maksatla “komplo teorileri”nden de fayda umuluyor. Gezi Parkı direnişinin Erdoğan’a karşı tezgahlanan bir uluslararası komplonun parçası ya da sonucu olduğu yolundaki iddialar şu sıralarda iktidar medyasında gayet yaygın.

Uluslararası güç odakları, neo-conlar, Yahudi lobisi, ana muhalefet CHP, milliyetçi İşçi Partisi, marjinal gruplar, bazı gazeteciler, bazı sanatçılar, asker, velhasıl “Erdoğan’ı sevmeyenler” sanki bir karanlık komplonun ortakları imiş gibi bir manzara sunularak, Erdoğan’ı sevenlerin savunma içgüdüleri harekete geçirilmeye çalışılıyor. Böylece Erdoğan etrafında safların sıkılaştırılması kadar Gezi Parkı direnişinin de gayrimeşru kılınmak istendiği anlaşılıyor. Erdoğan bu krizin son derece kötü yönetilmesi neticesinde, Başbakan olarak siyasi kariyerinin ilk büyük yenilgisini zaten almıştır. Bundan sonra rasyonel bir lider olarak yapabileceği ancak “yenilgi kontrolü”olabilir. Ve bunun için de tek seçeneği var. Müzakere etmek, direnişçilere kulak kabartmak ve en kısa zamanda Gezi Parkı’na Topçu Kışlası görünümlü bir bina yapma projesinden vazgeçildiğini açıklayarak krizi başlangıç noktasında çözmek, direnişin altından zemini çekip almak. Erdoğan şu an, hem kendisinin dünyadaki imajı, hem de Türkiye’nin toplumsal barışı için en kötü seçeneğe eğilimli görünmektedir. Fazla vakit geçirmeden büyük bir güvenlik gücüyle saldırıp, can kayıpları pahasına meydanı direnişçilerden geri almak. Ve ardından eylemcilere, medyaya, çeşitli sermaye gruplarına, sivil topluma velhasıl bu eyleme sempatiyle bakan her kesime karşı bir cadı avı başlatmak. Bu seçeneğin kendisi, partisi ve Türkiye için bir faciaya yol açacağı kesindir. Bu facianın neye benzeyeceğini şimdiden tasvir etmeye gerek yok.

10 Haziran 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; evrensel.net