Birdirbir: Dişi direniş – Mustafa Alp Dağıstanlı

feministler

Gezi hareketinin en önemli özelliklerinden biri kadınların varlığıydı. Bu, belirleyici, yönlendirici, sarıp sarmalayıcı bir varlıktı. Harekete katılan her yaştan kadınların sayısı dikkat çekmeyecek gibi değildi, ama belki birkaç küçük değinmeyi bir yana bırakırsak, üzerinde pek durulmadı. Kadınların yoğun katılımının ilk ve en kolay görünür sonucu, şüphesiz, göstericilerin sayısına yaptıkları katkıydı. Fakat bu özellik, mesela, hayvan hakları için yapılan yürüyüş için de geçerliydi. Kürtaj yasasına karşı yapılan yürüyüşte ise ezici çoğunluk zaten kadınlardaydı.

Peki, Gezi hareketine kadınların katılımının yarattığı fark neydi? Bu hareketin belirgin özelliklerinden birinin bir tür kendiliğindencilik olduğunu birçok gözlemci söyledi. (Hükümetin dış mihraklar, yasadışı örgüt işi vb. attırımlarını geçiyorum.) Bu kendiliğindenliğe ivme kazandıranların başında, kadınlar geliyordu. Onların giderek artan sayıda Taksim’e akması, kendiliğinden gelen erkeklerin sayısını da arttırdı; erkeklere bir cüret ve cesaret aşıladı. Daha 27-28 Mayıs’ta Gezi Parkı’na ilk sahip çıkma hamlesinde de kadınlar vardı erkeklerle beraber ve beraber varlardı. Bu durum da muhtemelen kadınların katılımını bir nebze de olsa kamçıladı.

anonim-teyzeBir de şu var: Kadınlararası farklılıklar, erkeklerarası farklılıklardan daha belirgin, daha görünürdür; kıyafette belli eder kendini. Mini eteklisi, mazbut giyimlisi, “normal” kıyafetlisi, başörtülüsü, makyajlısı, rüküşüyle muazzam bir çeşitlilik sergilediler. Bu durum, herkesin söylediği gibi, Gezi hareketinin en önemli özelliği olan çeşitliliğin sağlanmasında bence birinci derecede rol oynadı. Ve herkesin vurgu yaptığı siyasî çeşitliliği aşan bir canlılık, zenginlik yarattı. Hatta, siyasî çeşitliliğin kimi zaaflarını bertaraf bile etti. Erkeklerarası çeşitlilik bu kadar aşikâr ve albenili değildi en azından. Biz önce başörtülü kadınları –çoğu gençti– gördük önce. Müslümanlıklarıyla tebarüz eden erkekler, anti-kapitalist Müslümanlar olarak bilinirlik sağladı.

Kadınların bu şekilde meydanlara “dökülmesi”ni laik Cumhuriyet kadınlarının biriken AKP tepkisine bağlayabiliriz belki, ama bütün manzarayı bununla açıklayamayız. Diyelim, Mısır’da kadınlar meydanlardaydı ve onların da hepsini eski rejimin geri gelmesini isteyenler güruhu olarak tanımlamak imkânsız. Ama –en azından bazı– kadınların, dinî vurgusu yüksek bir partinin iktidarına ve bu yöndeki uygulamalarına karşı –yerli veya yersiz– daha tetikte, daha tepkili olduklarını söyleyebiliriz.

Kadınların belirgin varlığının yarattığı doğrudan sonuçlardan biri de bir tür örgütsüz “örgütlülük”tü; yani ânı, durumu örgütleme yeteneği. Yanılmıyorsam Facebook’ta bir arkadaş, Gezi Parkı’nda ilk büyük kalabalığın toplanmasından ve polis saldırısından sonra yapılan temizlikten bahsederken mealen şöyle bir şey demişti: “Evlerinin salonunu süpürür gibi ince temizlik yapıyorlar. Başka türlü bu işi beceremezdik biz.” Haklıydı. Yine bir temizlik yapılırdı belki, ama hem o kadar temiz, hem de istikrarlı, inatçı olmazdı. Kadınlara temizlik –yani ev– işlerini layık gördüğüm, onlarla özdeşleştirdiğim anlamı çıkmasın. Bu itinalı temizlik de bir direniş hattı olarak ortaya çıktığı için ayrıca önemli.

gezi-mutfakBen, kadın girmeyen yerden matah bir şey çıkmayacağını düşünenlerdenim. Dolayısıyla, kadınların işi –direniş işlerini de– ele alışı, erkeklerin varoluşunu, işi ele alma biçimlerini de etkiledi ve onları da birçok başka şeyde de itinalı olmaya teşvik etti, hatta itti. Bir tek kadınlara bağlanamasa da, bir kadın arkadaşımın söylediği gibi, “bu kadar büyük kalabalıkların gaddar şiddete maruz kalıp kaçıştığı durumlarda bile, bırakın izdihamı, bir ezilme vakasının dahi yaşanmamış olması” da kadınların varlığının yarattığı ihtimamla ilgili. Aslında, zaten çok büyük oranda bilinçli ve eğitimli bir kitleden bahsediyoruz ve asıl korunması gereken her yaştan çocuk da direnişin ayrılmaz parçalarındandı.

Bir başka önemli nokta, direnişin ısrarında kadınların oynadığı roldü. Evrimci veya davranışçı psikolojinin neler söylediğini bilmiyorum, ama gündelik gözlemlerime ve direniş içinde yer alan kadın arkadaşlarıma (çoğunun hiçbir örgütle, dernekle bağlantısı yoktu) dayanarak söyleyebilirim ki, bilinçli bir inat ve ısrar gösterdiler hareketi sürdürme ve canlı tutma konusunda. Bu durumun kendisi, son derece esnek, dolayısıyla sağlam bir belkemiği oluşturdu.

gezi-nikahAyrıca, hükümet ve onun borazanı medya aksini ispatlamak için yırtınsa da, sadece İstanbul’da değil, direnişin başgösterdiği her yerde, bu kadar büyük kitleler, kendilerine bir katil sürüsü gibi saldıran polis ve eli sopalı-palalılar karşısında taş atmaktan başka şiddet göstermedi. Evet, o meşum cumadan sonra kalabalığın içinden molotof atmaya yeltenenler çıktı, ama büyük çoğunluk onlara engel olmaya çalıştı, kimine de oldu, olamadığını da hemen orada kınayıp eleştirdi. Direnişi taş atma şiddetinden bile uzak tutma konusunda da kadınlar ön saflardaydı, kaç gün gözlerimle gördüm. En azından (!) meydanlarda şiddete meyilli olmamaları, direnişin şiddetten büyük ölçüde arınmasında etkili oldu. Kadınlar olduğu için nezaket de her zaman meydanlardaydı. Bütün devlet-polis vahşetine rağmen o küfürler de olmasa iyiydi. Erkeklerle beraber küfreden genç kızlar görmedim değil. Ama tabii, Gezi Parkı civarında duvarlara yazılan küfürleri boyayarak örten kadınları görmezden gelemeyiz.

Gezi’de çadırda konaklayan bir kadın arkadaşımın anlattığı şu anekdot da bu savımı destekliyor: “Parkın bir köşesinde üç-beş genç erkek gayet yüksek sesle ve gayet küfürlü konuşuyordu. Daha fazla dayanamayıp yanlarına gittim, ‘Bir şey söyleyeceğim çocuklar’ deyince, hemen ‘Çok mu bağırıyoruz, özür dileriz’ diye karşılık verdiler. ‘Tamam, çok bağırıyorsunuz da’, dedim, ‘asıl, çok küfrediyorsunuz.’ Utandılar, tekrar özür dilediler…”

gezi-duvarGezi hareketinin, bence, en dikkat çekici özelliği, belki deminden beri saydıklarımın ve herkesin işaret ettiği yardımlaşmanın, dayanışmanın, halden anlamanın bileşkesi olan insan sıcaklığıydı. (Annelerin de Başbakan’ın “çağrısı” üzerine meydana doluşması başka türlü bir şeydi.) Bu kadar uzun süre sadece erkeklerden oluşan bir “ekip” bu sıcaklığı yaratsa bile sürdürebilir miydi, hiç emin değilim.

Bunları biz biliyoruz, harekete ucundan bucağından katılanlar biliyor. Fakat asıl bilmesi gerekenlere, hükümetin ağzından ve medyasının dilinden dökülenlere mahkûm veya razı olanlara ulaşamıyoruz. Bunun bir yolunu aramalıyız. Ulaşmamızı da istemiyorlar. Bu manzaranın görülmesini, paylaşılmasını istemiyorlar. Genç bir kadın arkadaşımın geçirdiği “evrim”, hem Gezi hareketinin bir özelliğini ve değerini, hem de hükümetin ve medyasının korkusunu iyi anlatıyor: “Başörtülü kadınlarla ilgili beynimde, mantıkî olarak bir yakınlık kurmaya çalışmama ve bunu becermeme, en azından bir uzaklık olmaması gerektiğini düşünmeme rağmen gönlüm böyle demezdi benim. Bu durumun üstesinden gelemiyordum. Gezi bana bunu öğretti. Başörtülü kadınlarla karşılaştım, beraber gaz yedik, beraber iş yaptık, beraber oturduk. Kafamdaki duvarı yendim. Benim Gezi direnişindeki en büyük kişisel kazancım bu oldu.”

Gezi hareketindeki adıyla “satılmış medya” gazetecilik yapmayarak, İslâmî medya ise negatif gazetecilik yaparak Gezi hareketinde arkadaşımın yaşadığı deneyimi başkalarının da yaşamasını, görmesini engelliyor. Başbakan’ın kendini yırta yırta mitingler düzenlemesinin bir sebebi de buydu: Kendi “taban”ını karşıt bir konuma mıhlayıp psikolojik bir bariyer yaratmak.

Yine bir kadın arkadaşım, Gezi’ye – Taksim’e belediyenin iftar sofraları kuracağını duyunca şöyle demişti: “Çok güzel. Biz de kuracağız, orada kaynaşırız gelenlerle, AKP seçmeni mi gelecek, daha iyi, kendi gözleriyle görürler neler yaptığımızı, ne olduğumuzu.”

Ama bunu da engelledi, engelliyor hükümet. Tomalarıyla, polisiyle… Bu toplumun birbiriyle yakınlık kurmasını istemiyor.

Peki, Gezi’nin bu değerlerinin karşısında, AKP’nin ve medyasının gösterdiği, sergilediği “değer” nedir? Türkiye’nin her yanındaki Gezi direnişçileri, Adana’da eylem sırasında köprüden düşerek ölen gencecik komiseri de şefkatle sarmaladı. Hükümet, kendi öldürdürdüğü gencecik eylemcilerin cenazesinde bile gaddarlığı elden bırakmadı. Bir tek fotoğraf, hükümetin ve medyasının sergilediği, savunduğu o “değer”i göstermeye yeter:

aliismailkorkmazinailesi

Eskişehir’de öldürülen Ali İsmail Korkmaz’ın annesi ve babası…

http://www.haberyazar.com/iste-ali-ismail-korkmazin-otopsi-raporu/13450.html

Mustafa Alp Dağıstanlı
13 Temmuz 2013
Kaynak; birdirbir.org