Sendika.org: Direniş ve festival – Doğan Emrah Zıraman

“Hepimiz eylemciyiz, hepimiz teorisyeniz. Hepimiz Marks’ız, Hepimiz Lenin…

Gezi Direnişi’ni üç şey belirleyecek. Tarih, bilinç ve örgütlenme”

En azından Türkiye tarihinde eşi görülmemiş bir durumdur bu. Son 6 gündür, bazı köşe yazarları dışında, sadece haber, twitter ve facebook’ta yazılanları okudum.

Çünkü hem sanalda hem gerçek dünyadaki dostlarımla kol kola hem eylemdeyim, hem de anında teorilerimizi üretiyoruz.

Yani koyun da biziz çoban da…

Bu nedenle genelde yazdığım yerlere direnişle ilgili yazı yazamıyorum. Bir tür protesto değil, sanal dünyada daha kanlı canlı tartışabildiğimiz için.

Direnişin geldiği bu noktada bugün herkes kendisine Lenin’in ünlü sorusunu soruyor: Ne Yapmalı?

Ancak bu sorunun kendisi değil cevabı devrimcidir. O da ne biliyor musun?

Lenin kendi ülkesinin özgünlükleri ile teoriyi birleştirdi. Herhangi birini mutlaklaştırmadı. Yani ne Rusya böyledir diyerek her yerde böyle olacak, dedi; ne de teori böyle ama Rusya’da bu yok, demedi.

Gezi Direniş’i tüm kendine özgü yanları ile kendi teorisini üretmekle kalmıyor, teorilerimiz sınanıyor. Bir çoğunu ileride döne döne tartışacağız.
Ve 6 Haziran 2013′ün tartışma sorusu şuydu: “Direniş mi Festival mi?”

Ankara’da “festival”in son anında yapılan polis saldırısı sonrası “Ankara çatışırken festival olmaz” argümanı ortaya çıktı.

Bal gibi olur dostlarım. Neden mi olur ?
1- Bu direnişin en önemli özelliği “her şey tek ve benim dediğim gibi olacak” diyen bir iktidara karşı herkesin kendi biçimi ile direnmesidir. Ve bu direniş biçimlerinden herhangi birisi kendi başına yeterli değildir. Bu nedenle bu direnişte her kim kendi biçimini, o biçimin koşullarını yok sayarak dayatırsa diyalektik materyalizmin temel ilkelerinden birisi olan kendi karşıtına döner. Nokta.

2- Kitleler çatışılması gereken yerde çatır, çatır çatışmıştır. Ancak ortada çatışma hali, hele ki yerel düzeyde yokken, kitlelere ”illa çatışın demek” ve/veya çatışmadıkları için onlara parmak sallamak, siyaseten kör olmak demektir.

3- Kitlelerin ezici çoğunluğu 85-90 kuşağı. Direnişin “provaktörlerin” işi olarak öğretildiği bir kuşak. Direnişi öğreniyorlar. Bu direniş illa çatışma ya da illa eğlence değildir. Gerektiğinde çatışma, gerektiğinde eğlencedir. Ve bu kuşak ikisinin de hakkını gayet güzel verdi.

4- Konumuz örneği olan Ankara’da da insanlar doğrudan çatışmaya girmedi. “Festivaller”i biter bitmez saldırıya uğradı ve çatıştılar. Diğer illerde “festivaller neden devam etti” diye, kime kimseyi eleştirme hakkına sahiptir değildir.

5- Yerelden bir örnek. Dün İzmir’de hayatını kaybeden iki can dostumuz için saygı duruşu yapıldı. Hayatını kaybedenlerden birisinin CHP’li ve/veya TGB’li olduğunu söyleniyor.

Ama saygı duruşundan sonra ne oldu bilin bakalım? Hadi tahmin edin? İnanın bana edemezsiniz? Tek bir slogan yükseldi alanda, 100-200 kişiydi belki: ŞEHİT NAMIRIN.
Ve İzmir gibi bir kentte bir tane dahi protesto gelmedi bu slogana.

Peki bugün ne oldu? Saygı duruşundan sonra “devrim şehitleri ölümsüzdür” sloganı tüm alanda atıldı. Ve bugün Gündoğdu’da Kürtçe türkülere “İzmir’in kızları” halaya kalktı.

Bozkurt işareti yaparken “Yaşasın Halkların Kardeşliği” sloganı atılıyorsa; “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sloganından sonra “Gündoğdu” marşı söyleniyorsa, kim ne derse desin dostlar, özü itibariyle bu direnişin balansı sola doğrudur.

6- Açlık grevinde hayatını kaybeden bir yoldaşımdan, daha 17-18 yaşındayken bir şey öğrenmiştin. O da şu: “Devrim havuzuna kimisi kürek kürek taş atar, kimisi ise bir taş. Önemli olan bir taşı artırmaktır.”

Eğlence ve festivali “karşıt” olarak algılarsanız bu direnişte, yani bir taş atabilecek olana kürek verirseniz, o sizden uzaklaşacaktır.
Bir arkadaşımın, facebook’ta eleştirel olarak verdiği bir örnekle daha net anlaşılır umarım: Gündoğdu’da genç bir kız annesine telefon açıp, “Anne burası çok eğlenceli ben bu gece gelmiyorum, diyor”. Ama bunu duyan arkadaşım fiili olarak değil zihninde ”Kızılay’da insanlar savaşırken bu nasıl olur, ölülerimiz varken bu nasıl” diye düşünerek onu eleştiriyor.

Bu akşam eğlence için değil direnişin eğlencesi için evine gitmemek, işte o bir taş budur.

7- Aleksandr Bek “Moskova Önlerinde” Sovyet Ana Yurdu Şavaşı’nın nasıl kazandığına dair en temel cümleyi verir. “Savaşta en zor iş gülmektir.” Kızıl Ordu, savaş alanında gülebildiğini gördüğü sürece zafere inandı ve kazandı.

Eleştirilecek çok yanımız var. Kızılacak çok kimse de var. Hem de “direniş, direniş” türküsü ile kitleleri alana getirip, aynı hızla uzaklaşanları da biliyoruz. Onlara yeri geldiğinde şu an edilen laflar var ama daha edeceğimiz laflar da olacak.

Ancak bu direnişte yepyeni olan bir çok şeyi çabuk algılayamamızın, öğrenememizin tek nedeni eski reflekslerimizdir. Öğreneceğiz dostlar telaşa mahal yok. Direne, direne öğreneceğiz.
“Ne Yapmalı” sorusuna gelince, Taksim Dayanışması taleplerini açık ve net biçimde dillendirdi. Şimdi gerekirse çatışarak, gerekirse festival yaparak, ama ikisinden birisini asla ve tek geçerli biçim saymayarak, bu taleplerin yerine gelmesini sağlamak gerekmektedir. Bu nedenle “direniş mi festival mi” sorusunun cevabı açıktır: Direniş ve Festival.

Bu direnişe birlikte başladık, birlikte bitireceğiz.
Hepinize kucak dolusu sevgiler.

Doğan Emrah Zıraman
7 Haziran 2013
Kaynak; sendika.org