Sendika.org: Diktatörün sosyoloji fobisi – Yaşar Ayaşlı

13 Haziran gecesi Taksim Dayanışması heyetiyle görüşürken DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu’nun,“meselenin ardındaki sosyolojik gerçeği görmek gerekiyor” demesine sinirlenen Tayyip Erdoğan, “Haddinizi bilin”,  “Biz siyasetçiyiz, sosyolojiyi de iyi biliriz, yüzde 50 oyu böyle alıyoruz” deyip kimseyle vedalaşmadan kızgın bir şekilde toplantıyı terk ediyor.

Söylenenlerde kızılacak hiçbir şey yok aslında. Sadece farkında olunmadan yarasının üzerine basılmıştır. Başbakan ‘aşırı sendikacı’ diye andığı Çerkezoğlu’nun sosyoloji bilmediğini ima ettiği zehabına kapılmıştır. Sosyoloji bilse olumsuz bir hava olmaz zaten, kıyamet asıl bilmediği için kopuyor. Sanki yüzde 50 oy alan sosyoloji bilir, sosyoloji bilen de yüzde 50 ay alır diye bir kural varmış gibi. Başbakan yalnız sosyoloji değil tarih, iktisat, felsefe, edebiyat, filoloji, hukuk, antropoloji, psikoloji (vs.) de bilmez. Bu disiplinler Kasımpaşa’da, MTTB’de ya da 27 yaşında bitirilebilmiş Aksaray Yüksek Ticaret Okulu’nda öğrenilecek şeyler değil çünkü.

Sosyalist olarak insanları diplomalarıyla ölçenlerden değiliz.  Bizi ilgilendiren neyi bildiğinin, neyi bilemediğinin ayırtında olmayan biri tarafından yönetildiğimiz. Bildiklerinin ve bilmediklerinin bilimler haritasındaki yeri hakkında doğru bir fikri  yok. Belli ki etrafındakilerin “Atatürk’ten sonraki en başarılı lider” pohpohlamasının gazıyla kendisinde “ben her şeyi bilirim” megalomanisi oluşmuş. “İmam hatip”likten kaptığı fena sayılmayacak hitabet yeteneğine güvenerek saydırmaya başlayınca ipin ucunu kaçırmakla kalmıyor, zücaciye dükkânına girmiş fil gibi her şeyi kırıp döküyor.

Son bir ayda söylediklerini bir hatırlayalım: “Çapulcu”, “faiz lobisi”,  “yabancı servis ajanları” (zavallı yabancı öğrenciler), “Bezmi Alem Valide Sultan Camii’nde içki içtiler” (caminin müezzini “öyle bir şey olmadı” dediği halde), “türbanlı bacılarımıza el attılar”, “yanında bebeği olduğu halde, hem anneye, hem bebeğe şiddet uyguladılar”, “Gezi Parkı sidik kokuyor, bazıları büyük abdestini de oraya yapıyor”, “bayrak yaktılar”, “polisi direnişçiler iterek öldürdü”, “Wall Street olaylarında 17 kişi öldürüldü” (ABD yalanladı), “dünyada milyarlarca Müslüman kardeşim bize dua etti.”  (dünyadaki toplam Müslüman sayısı zaten 1 milyar 757 milyon)

Aynı yalanları tekrar tekrar söyledikçe, “Atma Recep din kardeşiyiz” demeden edemiyor insan. Dünya çapında, milyonlarca insanı bir ay boyunca sokaklara döken bir ayaklanmaya “komplo” dendiği zaman orada sosyoloji biter, yalan ve safsata başlar. Eğer toplumu ortasından bölen yarılmanın altında yatan sosyal dinamikleri doğru okuyabilseydi zaten yangına körükle gitmezdi. Bir lise öğrencisi bile fizikteki etki-tepki yasasının az çok toplum için de geçerli olduğunu, uygulanan her kuvvete karşı, ters bir tepki kuvveti doğacağını bilir. Başbakan bunları hesaba katmadan polis şiddetini artırdıkça artırdı, kendisine ve iktidarına yönelen tepkileri körüklemek için ne lazımsa onu yaptı. Bol bol tehdit savurdu, yalan söyledi, hakaret etti. Üstelik bunlar Avrupa ve ABD siyasetindeki gibi komplike, rafine de değil, basit, “üçüncü sınıf” yalanlar, hatta o bile değil. Çünkü cahil ve geri bilinçli olduğunu düşündüğü kitleye (tersinden seçkincilik) hitap etmiş, onların anlayabilecekleri dilden konuşmaya özen göstermiştir. Gerçi mesajı veren açısından olsun, alan açısından olsun bir mütekabiliyet durumu yok değil. Mitinglerde kullanılan o işportacı ağzı neydi? (…bu bir, daha bitmedi, yanında… bu iki daha bitmedi yanında… )  Ektiğini biçti de. “Milli İradeye Saygı” mitinglerindeki “bağzı şeyler” artık Gezi Parkı’yla birlikte ebediyen yaşayacaktır: “Ben Erdoğan’ın g.nün kılıyım”. Ya da 7-8 yaşındaki kız çocuğuna “Ayyaş, çapulcu koca değil; Allah’tan korkan dindar koca istiyoruz” pankartı taşıtılması. Bu tuhaf cinselliğin içinden değil sosyoloji, Freud bile çıkamaz.

Erdoğan “barbar”,  “çapulcu” dediği insanların asla yapmadıkları şeyleri yaptı. Ajitasyonlarıyla toplumun geri katmanlarını kışkırttı (“yüzde 50’yi zor tutuyoruz”), onlara kinin, nefretin, yakıp yıkmanın, şiddetin diliyle hitap etti. Yankısı iç savaş çığlıkları oldu: “Vur de vuralım, öl de ölelim!”, “Yol ver gidelim, Taksim’i ezelim!”) İçki, kadın, cami, başörtüsü, Alevilik üzerinden şeriat özlemlerini gıdıkladı, yobazlığı okşadı. Ellerinde sopa, kesici delici aletler olan birtakım ne idüğü belirsiz adamlar sokağa salındı. Din sadece kışkırtma değil, uyuşturma aracı olarak da kullandı. Maksat yüzde elli içindeki yoksulların “neden AVM?”, “kamusal alanlarda neler oluyor?” gibi sorular sormalarına engel olmaktı. Meseleyi başka noktalara kaydırmak için dinden daha iyi araç mı vardı? “Biz ellerimizi açıp duayla dileniriz. Onlar milyonlarca tweet atsınlar bizim bir tek besmelemiz oyunları bozar”. Her konuşmasında camide vaaz veriyormuş gibi “ya bismillah”,  “Allah’ın izniyle”, “inşallah”, “yüce rabbim” deyip durdu.

Sosyal bilimlere aşina, asgari siyasal kültüre sahip ve demokrasi hukukuna bağlı bir politikacının yapacağı şeyler değil bunlar. “Küresel ekonomi”nin ve Türkiye’nin temel problemleri ve kavramları, iktisadın ve siyasetin diliyle değil, “kıskançlık”, “fitne”, “şeytan”, “nazar” gibi Nuh nebiden kalma bilim dışı sözcüklerle ifade edilmiştir. Üstelik yandaş medya da aynı şeyleri sakız çiğner gibi tekrar edip durmuştur. Yandaş gazeteleri okudunuz mu başbakanı dinlemiş gibi oluyorsunuz. Birini okuyunca ötekine gerek kalmıyor, başlıkları bile neredeyse aynı. Gezi olayları, Nazi propagandasının  “Yahudi parmağı”, “faiz lobisi” gibi bitpazarında bile alıcı bulamayan klişeleriyle açıklandı. Hükümetin canciğer dostları nasıl olduysa birdenbire direnişin “dış parmağı” oluverdi: CİA, İsrail, neoconlar, Soros, İran, Suriye… İmam-cemaat misali Erdoğan’ın “Camide içtiler”  lafı, yandaş medyada“Eylemciler camide grup seks yaptılar” (Yeni Akit) oluverdi. AKP’ye ideolojik destek sağlayan ve “entelektüel rehberlik” yapan liberal, sol liberal aydınlar çekilince yandaş yazarlar tüm kofluklarıyla ortada kalıverdiler.

Kırmızılı kadın, sapan kullanan teyze, gitarlı genç, duran adam, duvar yazıları, Gezi şarkıları, komün ruhu, kardeşleşme bir yanda.

AKP’nin Gezi’yle birlikte öne çıkan sembolleri Yeni Akit, Yeni Şafak, Kanal 24, Habertürk, Hasan Karakaya, Yiğit Bulut, Melih Gökçek, H. A. Mutlu, H. Çapkın, “Derin” Necati, Ismarlama Hülya, illa da Doğuş (yasa dışı) ve İsmail Türüt’ün şarkısı öte yanda.

Kısacası iki ayrı dünya şekilleniyor. Kokuşan ve sonuna doğru giden eski dünyayla, çiçek açan yeni dünyanın kavgası bu. Sonu güzel olacak.

Yaşar Ayaşlı
9 Temmuz 2013
Kaynak; sendika.org