Cumhuriyet: Gezi’ye psikolojik bakış!

Gezi direnişini değerlendiren Psikolog Göker Gülçur, “İnsanları genel tepkisizlik hallerinden uzaklaştıran bir süreç yaşadı Türkiye. Demokratik ülke tanımına uygun olarak insanların ülke ile ilgili alınan kararlara müdahil olma, itirazlarını dile getirme konusunda daha aktif olabileceği bir döneme giriyoruz. Bu dönem bir yandan da farklı düşünen insanlar arasında kutuplaşmanın ya da tam tersi yakınlaşmanın yaşanacağı bir zaman dilimi olacak” dedi.

gezi

Birinci ayını dolduran Gezi Parkı’ndaki eylem polisin parkı boşaltması ile son bulsa da toplumun hemen her kesiminden insanların konuya ilişkin tepkileri halen devam ediyor. Kimi durarak pasif direniş sergiliyor, kimi her akşam tencere tava sesleriyle sokakları inletiyor. Polisin 31 Mayıs’taki müdahalesi sonrasında, Gezi Parkı’nda bekleyen az sayıda protestocunun dağılması beklenirken, olayın nasıl olup da ülke çapında kimlikler üstü bir protestoya dönüştüğüne, siyasiler kadar ilk gün parkta olan protestocular da hayli şaşırmış durumda. Yapılan çeşitli sosyolojik analizlerde toplumun sadece Gezi Parkı’nda yaşananlara değil, hükümet tarafından peşi sıra yapılan çeşitli düzenlemelere karşı genel bir tepki verdiği ortaya konuyor. Ülke geneline yayılan, can kaybı ve ciddi yaralanmalar yaşanan protestolar esnasında protestoya katılanların ve protestonun şifrelerini çözmek, halkın taleplerini müzakere etmek yerine polis müdahalesi ile bastırmaya çalışan siyasilerin psikolojilerinin nasıl olduğu ise ayrı bir analiz konusu. Protestolarda başı çeken Y kuşağına mensup gençlerle rehberlik ve danışmanlık konusunda çalışan Psikolog Göker Gülçur ile, olaylar sırasında halkın ve siyasilerin psikolojilerinin nasıl olduğu üzerine konuştuk.

- Olayların bu kadar büyümesinde polisin müdahalesinin yarattığı tepki ne kadar etkili?

Büyük etkisi var. Gezi Parkı olayları ile ilgili ilk günden itibaren ulaşabildiğimiz görüntüler ve haberlerde barışçıl yöntemler kullanan göstericilere polis tarafından verilen tepkilerin orantısız, karşılıklılık ilkesine dayanmayan ve hatta zaman zaman absürt tepkiler olduğunu görüyoruz. Ortaya çıkan görüntüler etki ve tepki arasında çok net bir fark olduğunu ortaya koyuyor. Bu durumu gören, okuyan insanlar da sürece müdahil olma ihtiyacı hissediyorlar. Çok farklı kesimlerden, çok geniş bir kitlenin bu gösterilere katılmasının nedeni de bu. Polisin müdahale şekli, kişinin en temel hakkı olan var olma hakkına kast edildiği, bu hakkının elinden alınmaya çalışıldığı hissini yaratıyor. Gezi Parkı sürecinin başında yaşanan şafak baskını sonrasında olayların daha geniş kitlelere yayıldığını görüyoruz. Takip eden günlerde de polis müdahalesinin şiddetini arttırarak devam etmesi var olma hakkını savunmak isteyen bir çok insanın olaylara katılmasında önemli rol oynamıştır.

- Polisin caydırıcılık için kullandığı biber gazı ve tazyikli suya rağmen eylemler büyüyerek devam etti. Neden caymadı, korkmadı insanlar?

Konunun herhangi bir siyasi düşünceye oturtulmuş bir talep nedeniyle başlamamış olması önemli bir faktör. Gezi Parkı’nda eylemleri başlatan grubun talebi net ve basit: Gezi Parkı’na dokunmayın. Burası bizim yaşam alanımız. Karşılığında gördükleri tepki; biber gazı, cop ve tazyikli su. Bu, susayan bir çocuğu tokatlamak gibi bir şey. Problem talebin uygunsuzluğundan değil, talebe verilen karşılığın uygunsuzluğundan kaynaklanıyor. Evrimsel açıdan bakıldığında insanın tehdit algıladığı durumlarda vereceği iki temel tepki vardır: ‘’Savaş ya da kaç’’ İnsanlar talebin meşruiyeti ile müdahalenin meşruiyeti arasındaki büyük farkı gözlemlediklerinde verdikleri karar kalıp savaşmak (şiddet içermeyen şekilde eylemlere devam etmek) oluyor. Çünkü insanların zihnindeki tehdit algısı (yapılan müdahalelerin de etkisiyle) siyasi görüş, etnik köken, dini inanış gibi kimlik özelliklerinin ötesinde yaşama hakları, yaşam tercihleri ve var olma hakları gibi siyaset, etnik köken üstü nedenlerle ilgili.

- Eylemcilerin evlerini, rahat yataklarını bırakıp günlerce çadırlarda kalmasını nasıl açıklayabiliriz?

Sosyal psikolojide “Sorumluluğun Yayılması” adında bir kavram vardır. Bu kavrama göre kişinin inisiyatif alması gereken bir olayda (trafik kazası, yaşlı birine yardım etme, hırsızlık, darp vb.) sorumluluk alma ve hissetme olasılığı, kişinin etrafında bu sorumluluğu alabilecek insan sayısı fazla ise, düşer. Kavrama göre, kişi çevredeki insanların bu sorumluluğu alacağını düşünür ve bu nedenle harekete geçme olasılığı yalnız olduğu bir düzenlemeye nazaran daha düşüktür. Bu bilgiler ışığında ülkemizde geçmişte yaşanan toplumsal olayları ve Gezi Parkı olaylarını karşılaştırırsak, gözlemleyebileceğimiz en büyük fark olaylarla ilgili sorumluluk hisseden kişi sayısı ve bu kişilerin çok farklı kesimlerden olmasıdır. Fazla uzağa gitmeye gerek yok, benzer olaylar Emek Sineması ile ilgili protestolarda, 1 Mayıs’ta da yaşandı. Ancak hiçbiri Gezi Parkı olaylarında olduğu gibi geniş bir kitleye yayılmadı. Temel fark, insanların konuyla ilgili hissettikleri sorumluluk duygusunun oluşmasındadır. Birçok insan konuya doğrudan müdahil olmamasına rağmen, kendini sorumlu hissederek Gezi Parkı’na gitti. Diğer şehirlerde yaşayan insanlar da benzer bir duyguyla alanlara çıktı. Mevcut durumun, ‘’Sorumluluğun Yayılması’’ kavramını yalanlar şekilde olmasının, kişilerin temel hak ve özgürlükleri ile ilgili rahatsızlık hissetmelerinden ve bu sorumluluğu başkalarına bırakmak gibi bir alternatifleri olmamasından kaynaklandığını düşünüyorum. Gündüz işlerine gidip akşamları protestolara katılan, temel ihtiyaçlarını gidermekte sıkıntı çekecekleri bir ortamda günlerce kalan, şehir dışından gelip eylemlere katılan insanların varlığını hissettikleri bu sorumluluk duygusu ile açıklayabiliriz.

- Protestoların bir noktadan sonra sadece Gezi Parkı için yapılmadığı, insanların özgürlüklerinin kısıtlandığını düşünmesi nedeniyle eyleme katıldıkları görüşü hakim. İnsan için özgürlük, yaralanmayı hatta ölümü göze alacak kadar önemli bir olgu mu?

Protestolara katılım nedenleri kelimelere döküldüğünde orada bulunan insanlar kadar çeşitli olabilir. Tüm bu farklı nedenlerin ortak noktası ise insanların itiraz etme haklarını kullanmak istemeleri. İtiraz ettikleri şey belirttiğiniz gibi temel hak ve özgürlükleri ile ilgili yapılmaya çalışılan kısıtlamalarla ilgili. Anayasa’ya uygun olarak protesto haklarını kullanan insanların gördükleri karşılık bu duygunun var olmasının asli nedenlerindendir. Alkol kullanımından, kürtaja, kaç çocuk sahibi olunacağından, orman arazilerinin imara açılmasına kadar bu ülkenin vatandaşlarını doğrudan ilgilendiren birçok başlıkta ciddi kararlar alındı. Tüm bu kararlar bir toplum olarak bu ülke vatandaşlarını etkilemekle birlikte, her birimizi birey olarak da etkileyen kararlar. İnsanların kişisel alanlarının kamusal alana dönüştürülmesine karşı da bir tepki diyebiliriz. Bireylerin hak ve özgürlüğü ile ilgili bu kadar müdahil olunan bir ortamda insanların belli bedeller ödemeyi göze alması çok doğal. Ancak şunu da unutmamak lazım; hak ve özgürlüklerini korumak isteyen insanlar özellikle yaralanmayı ve ölümü göze alarak meydanlara gitmiyorlar. Ortada yapılan bir yanlış var ve bu yanlışa karşı konulan bir tavır. Bunun sonucunda ölüm ve yaralanma gibi riskler ortaya çıkıyorsa, sadece protestocuların neleri, neden göze aldığını değil; yapılan müdahalelerin nedenini ve ne şekilde yapıldığını da değerlendirmek gerekir.

- Ünlüler, tanınmış isimler de eyleme destek verdi. Çoğunlukla halktan kopuk yaşamakla eleştirilen bu kitleyi egolarını törpüleyip halkın arasına karışmaya iten sebep ne olabilir?

Gezi Parkı Eylemlerinde gözlemlenen en önemli noktalardan biri de bir sınıfsızlık hali. Her ne kadar eylemciler belli bir kesimden insanlar olarak gösterilmeye çalışılsa da birçok farklı sosyoekonomik gruptan, meslekten, siyasi görüşten, cinsel tercihten ve etnik kökenden insanı bir arada görebiliyorsunuz. Beyaz yakalılar, işçiler, öğrenciler, akademisyenler, esnaflar, ev hanımları, transseksüeller, Ermeniler, Kürtler ve sayısız kimlik özelliği ile tanımlayabileceğimiz ‘’gruplar’’ o alandalar. Bu insanlar her türlü kimlik özelliklerini bir kenara bırakıp, bir mesaj vermek adına bu eylemlere katılıyorlar. Sanatçılar ve diğer tanınmış kişiler de benzer bir motivasyonla bu eylemlerin içinde olabilirler. Kâğıt üstünde baktığınızda asla bir araya gelmez dediğiniz grupları bir arada görmeniz mümkün bu eylemler sırasında. Bakıldığında, tüm şiddetin ve istenmeyen olayların yanında hoşgörü ile bir arada olma halinin en güzel örnekleri yaşanıyor son birkaç haftadır. Sanatçı ya da tanınmış kişi olmanın halktan kopuk olma gibi bir ön koşulu olmadığı görüşündeyim. Eminim eylemlere katılan tanınmış kişiler de önceden saydığım diğer kişilerle benzer duyguları hissettikleri için alanlardalar.

- Anneler de Gezi Parkı’ndaki çocuklarına destek vermek için parka gitti, oysa Başbakan “Çocuklarınızı parktan alın.” diye seslenmişti. Ebeveynlerdeki koruma içgüdüsü bu olayda neden geri planda kaldı?

Eylemlere katılan kişileri yaşları açısından inceleyecek olursak çok geniş bir dağılımın olduğunu gözlemleyebiliriz. Üniversite ve lise öğrencisi gençlerin yanı sıra yüksek oranda orta yaşlı ve yaşlı insanın da eylemlere katıldığını görmek mümkün. Belirli ölçüde çocuklar da bu eylemlere katılıyorlar ve aileleri ile birlikte süreci yaşıyorlar. Başbakan’ın “Çocuklarınızı parktan alın.” derken kastettiği reşit olmayan çocuklar değil, orada bulunan genç kesim. Araştırmalara baktığınızda eylemlere katılan kişilerin yaş ortalaması 28. Bu da orada bulunan kişilerin sadece gençlerden ibaret olmadığının göstergesi. Öte yandan ebeveynler çocuklarının kendilerini rahatlıkla ifade edebilecekleri, haklarını korumak karşılığında şiddet görmeyecekleri bir ülkede yaşamalarını istediklerinden korumacı davranmayı bir kenara bırakıp evlatlarına destek veriyor olabilirler.

- Günümüz şartları insanların daha çok bireysel yaşamalarını dayatırken bu eylem süresince sergilenen dayanışma ve gönüllülük nasıl izah edilebilir?

Bu kadar geniş bir kitleye yayılan toplumsal hareketler çeşitli yönlerden, farklı disiplinler tarafından değerlendirilmelidir. Günümüz şartları insanları bireyselleşmeye itmekle birlikte, ülkemiz bireyci kültüre sahip bir ülke olarak tanımlanmamaktadır. 80’li yıllarda önem kazanmaya başlayan Kültürel Psikoloji’nin kavramlarından ‘’Bireyci-Kolektivist Toplum’’ ayrımı içerisinde değerlendirecek olursak Türkiye her iki kültür tipinin de özelliklerini yöresel olarak yoğunluk değişimi ile gösteren bir ülke. İnsanlar ortak amaç doğrultusunda bir araya geldiklerinde yardımlaşma ve dayanışma davranışlarında artış gözlemlenir. Toplu olarak hareket etme ve bireyden önce grubu ön planda tutma hali Türkiye gibi kolektivist kökenlere sahip ülkelerde gözlenmesi doğal bir durumdur. Bunun yanı sıra direnme ve protesto kültürü de bireyin hak ve özgürlüklerini ön planda tutmakla birlikte, çıkar ve bencillik ile değil, birlikte hareket etme ve dayanışmayla beslenmektedir. Yapılan eylemler bu anlamda birbirine önyargıyla bakan, daha önce hiç biraraya gelmemiş kişilere ve gruplara; birbirlerini daha yakından tanıma, farklılıkların bir arada bulunmaya engel olmadığını deneyimleme fırsatı vermiştir. Gezi Parkı Eylemleri, ortak amacı geniş bir kitleye hitap eden ve alt kimliklerden bağımsız olarak temel hak ve özgürlüklerle ilgili bir eylem olduğundan, ülke geleceğini ciddi anlamda etkileyecek görüş değişiklikleri yaşanmasına neden olmuştur.

- Çok farklı dünya görüşlerine sahip insanlar hatta futbol takımlarının daha birkaç ay önce birbirini öldüren taraftarları da el ele direnişe destek oldular. Nasıl yorumlarsınız bu durumu?

Daha önce belirttiğim gibi alt kimliklerin ön planda olmadığı bir eylem grubundan bahsediyoruz. Bu grup, yanlarındaki insanları farklılıklarıyla kabul eden, kendisinin de farklılıklarıyla kabul görmesini isteyen bir grup. Grup olarak tanımlanan insan toplulukları ortak bir amaç ve/veya özellik doğrultusunda bir araya gelip grup olarak tanımlanırlar. Kişiler grup içerisinde tanımladıkları kişilere pozitif atıflarda bulunma, grup dışında bulunanlara da negatif atıflarda bulunma eğilimindedirler. İnsanlar içinde bulundukları grupla ilgili detaylı bilgi sahibiyken, farklı gruplarla ilgili aynı detayda bilgiye sahip değildir. Bu durum kişilerin grup dışındaki kişileri kalıp yargılar ve klişelerle değerlendirmelerine neden olur. Tüm bu psikolojik süreçlerin üstüne çıkar çatışması ve rekabeti eklediğinizde zaman zaman tatsız olayların yaşanması mümkün olur. Gezi Parkı Eylemleri tüm bu farklı grupların birbirlerini yakından tanımaları ve ortak bir amaç doğrultusunda hareket etmelerine neden olmuştur. Grup dışı olarak tanımlanan kişiler bir anda grup içi olarak tanımlanmış ve bu durum da insanların farklı kimlikleri daha yakından tanıma, kalıp yargılarla değil, o andaki reel davranışlarıyla değerlendirmesini sağlamıştır. Sosyal Psikolog Muzaffer Şerif yıllar önce Robbers Mağarası Deneyi’nde iki grup gencin önce birbirleriyle çatışmasını sağlamış, sonrasında ortak bir amaç vererek iki grubun önceki çatışma haline rağmen birbirleriyle yakınlaştığını ve ortak amaç doğrultusunda hareket ettiğini gözlemlemiştir. Eylemler sırasında birçok farklı şekilde gözlemlediğimiz dayanışma örneği de benzer bir mantıkla yaşanmaktadır.

- Eylemciler mümkün olduğunca şiddetten uzak durmaya çalıştılar, aralarında şiddete başvuranları engellemeye çalıştılar oysa şiddete maruz kalan birinin buna şiddetle tepki vermesi gayet normal. Neydi şiddete başvurmalarına engel olan?

Bu sorunun cevabı çok net: Eylemcilerin amacı polisle çatışmak değil. Talepleri devletin mevcudiyeti ile ilgili de değil. Gördükleri şiddete karşılık vermeleri asıl amaçları olan demokratik taleplerini dile getirmelerine engel olacak ve eylemciler bunun bilincinde. Ne istediğini bilen, haklılığına inanan bir kitleden bahsediyoruz. Şiddete başvurmamaları bir taraf olarak dikkate alınmalarında en büyük kozları olacak uzun vadede. Burada galeyana gelmiş, bilinçsiz, sürü psikolojisiyle hareket eden bir gruptan bahsetmiyoruz.

- Başbakan’ın konu ile ilgili demeçlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Uzlaşmak ve olayları yatıştırmak yerine güç kullanmanın altında yatan neden ne olabilir?

Durumun “iktidarda olma” ve “lider olma” arasındaki farkın ayrımına varamamakla ilgili olduğunu düşünüyorum. Başbakan’ın mevcut yaklaşımı, onun iktidarda olmayı lider olmaktan daha çok önemsediğini düşündürtüyor bana. Yaptığı açıklamalar eyleme katılanları ötekileştirmek üzerine kurulu. Genel normdan sapan insanlar olarak değerlendiriyor eylemcileri. Konuyla ilgili yapılan rasyonel açıklamalara (katılan insan sayısının çokluğu, farklı görüşlerden insanların eyleme katılması, vb.) kayıtsız kalması da kendini AKP’ye oy veren ya da vermeyen herkesin lideri olarak değil, iktidarda olan kişi olarak görmesinden kaynaklandığını düşünüyorum.

- Vali Hüseyin Avni Mutlu’nun eylemler süresince özellikle sosyal medya üzerinden eylemcilere destek veren mesajlar verirken son müdahale sırasında yaptığı açıklamalar taban tabana zıttı. Bu davranışı nasıl yorumlamak gerek?

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Soykırımın planlayıcılarından Adolf Eichmann 60’lı yılların başında savaş suçlusu olarak yargılanmaya başlar. Eichmann dava süreci boyunca genel kanının aksine, bir psikopat ya da cani olarak değerlendirilebilecek tek bir davranış ya da açıklamada bulunmamıştır, tersine herkes gibi sıradan bir kimliktir onu gözlemleyenlere göre. Milyonlarca insanın ölümünde büyük rol oynayan bu kimliğin, eli kanlı bir cani olmadığı fikri herkesin kanını dondurur. Siyaset Bilimcisi Hannah Arendt ‘’Kötülüğün Sıradanlığı’’ adlı kitabı yazar konuyla ilgili. Bu bilgi ışığında Psikolog Stanley Milgram ünlü itaat deneyini kurgular. Milgram’ın deneyinde belli koşullar altında, sorumluluk verilen insanlar kendilerine verilen en insanlık dışı emirleri bile uygulayabilecekleri sonucu ortaya çıkar. Deneye katılan insanların yüzde 65’i otorite figürü tarafından verilen emirle tanımadıkları bir kişiye 450 volt elektrik verir (gerçekte elektrik verilmez). Deneye katılan kişiler herhangi bir psikopatolojiye sahip olmayan, sıradan, ortalama insanlardır ve yaptıkları tek şey emirleri uygulamaktır. İstanbul Valisi’nin yaptığı açıklamalarla uygulamaları arasındaki fark benzer bir dinamikten kaynaklanıyor olabilir. Konu ile ilgili farklı teorilerin de gerçek olması mümkün tabii…

- Tüm bunlar olup biterken emir-komuta zincirinde görev yapan polisin psikolojisi nasıldı sizce?

48 saatlik vardiyalarla, aç ve susuz çalıştıkları göz önünde bulundurulacak olursa, çok sağlıklı olmadığını düşünebiliriz. Verilen emri uygulamakla, vicdanlarının sesini dinlemek arasında kalanların olduğunu umuyorum içlerinde.

- Eylemler son günlerde şekil değiştirdi ve “duran adam” sayesinde pasif direniş halini aldı. Bu davranışın ifade etmeye çalıştığı ne olabilir?

Eylemcilerin neden şiddete başvurmadığı ile benzer nedenlere dayanıyor bu tip pasif direniş eylemleri. Aktarılmak istenen mesajı şiddet dışında her türlü demokratik yolla iletmeye çalışıyor insanlar. Bu tip eylemler hem yasal açıdan kimseyi zor durumda bırakmayan (kaldı ki yine de gözaltına alındılar), hem de talepleri dile getirme adına farkındalık yaratan bir forma sahipler. Benzer örneklerin sıklaşması da herkesin, karşılığında büyük bedeller ödemek zorunda kalmadan yapabilmesinden kaynaklanıyor. Bu tip insancıl yöntemlerin çeşitlenerek çoğalmasının önemli olduğunu düşünüyorum.

- Bu olaylar toplum psikolojisi üzerinde önümüzdeki dönemde nasıl etkili olur?

İnsanları genel tepkisizlik hallerinden uzaklaştıran bir süreç yaşadı Türkiye (halen de yaşamaya devam ediyor). Demokratik ülke tanımına uygun olarak insanların ülke ile ilgili alınan kararlara müdahil olma, itirazlarını dile getirme konusunda daha aktif olabileceği bir döneme giriyoruz. Bu dönem bir yandan da farklı düşünen insanlar arasında kutuplaşmanın ya da tam tersi yakınlaşmanın yaşanacağı bir zaman dilimi olacak. İnsanlar artık ülkede gerçekleşen olaylara daha farklı yaklaşmaya başlayabilirler. Ancak sürecin nasıl devam edeceğini kestirmek henüz güç. Çünkü Gezi Parkı olayları doğal bir tepki olarak ortaya çıkmış, spontan bir süreçti. Bundan sonra düzenlenecek gösteri ve eylemler konuya ve amaca göre daha küçük gruplar tarafından gerçekleştirilmeye devam edebilir. Geniş kitleyi sürecin içinde tutacak bir amaç belirlenmediği sürece benzer bir hareketin devam etmesini beklememek gerekmektedir. Her halükarda ülkede yaşananlara daha duyarlı bir toplumun filizleri atılmış durumda. Bu bilincin devamlılığı ve etki alanının genişliği önümüzdeki günlerde yaşanacak olaylarla şekillenecektir.

Elif Karaca
30 Haziran 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; cumhuriyet.com.tr