Cumhuriyet: ‘Gezi Olayı’ ve ‘Solun Krizi’ – Ergin Yıldızoğlu

Gezi “olayı”ndan bu yana yaklaşık üç aydır, “Şimdi ne olacak” sorusu gündemden kalkmadı, Gezi “olayı”nı yaşayan, “olay”dan yeni insanlar olarak çıkanlar, “Şimdi ne yapmamız gerekiyor” sorusuna cevap arıyorlar. Ben de Gezi “olayı”nı içinde değil, dışından izlemiş biri olarak, üzerinde, bu deneyim eksikliğinin zaaflarını “pratiğin teoriden daha onurlu” olduğunu unutmadan düşünmeye, bende yarattığı duygusal etkiler, sorular bağlamında tartışmaya katılmaya çalışıyorum.

Yazılı kaynaklardan, katıldığım toplantılardan edindiğim izlenimler bana “Ne oldu” ve “Ne yapacağız” sorularının öncelik kazandığını ama özellikle ikincisinin, tatmin edici cevaplar bulmakta zorlandığını söylüyor. Bu sorular üzerinde düşünmeye devam ederken, Alain Badiou’nun Radical Philosphydergisinin Eylül/Ekim 2013 sayısında, “The Greek Symptom: Debt, Crisis and the Crisis of the Left” (Yunan Semptomu: Borç, Kriz ve Solun Krizi) sempozyumu bağlamında yayımlanan “Çağdaş İktidarsızlığımız” başlıklı denemesine rastladım. Badiou’nun bu denemedeki yaklaşımını “Gezi” ile ilgili soruları düşünürken yararlı olacağı inancıyla (kimi farklılıklarımı saklı tutarak yerim izin verdiği ölçüde) kendi düşüncelerimle da harmanlayarak aktarmaya çalışacağım. Denemenin metnine www.radicalphilosophy.com/issues/181 adresinden ulaşabilir, gelecek hafta da kendisiyle tartışma olanağı bulabilirsiniz. Badiou ve ZizekMonoKL yayınlarının inisiyatifiyle 11-12 Ekim tarihlerinde düzenlenen “Filozoflar İstanbul’da” toplantısına katılacak.

Evrensel ve özgü olanın ‘Gezi’deki diyalektiği

Badiou Yunanistan’da yaşanmakta olan antifaşist mücadeleyi, uluslararası kapitalizmin dayatmalarına karşı kararlı direnişleri, Tahrir Meydanı gibi kitlesel eylemlerle de ilişkilendirerek tüm yaratıcılıkları, kahramanlıkları, toplumsal demokrasi deneyimleri bağlamında selamlıyor; gerekli olduklarını vurguluyor. Sonra, “Peki, bunlar yeni mi” diye soruyor. “Hayır değil” diye cevap veriyor. Badiou, bunların aslında Spartaküs’ten, Thomas Münzer’den bu yana tarihsel komünist hareketin değişmez özellikleri olduğunu anımsatıyor. Ancak Badiou’ya göre yeni siyasi özne farklı bir şeydir; canlılığı, hareketi gerektirir, ama onunla asla karıştırılmamalıdır.

“Gezi” de, sergilediği kitlesel demokrasi, cesaret, yaratıcılık, direniş, sloganlar gibi özellikleriyle bu tarihsel hareket içinde yer alıyor. Evrenselliğinin bir boyutu tarihsel komünist hareketin değişmez özelliklerini yansıtması.

“Gezi”nin evrenselliğinin diğer boyutu da kapitalizmin uzun yapısal krizi içinde tarihsel, kültürel siyasi olarak birbirinden farklı özellikler sergileyen birçok ülkede son yıllarda, kentlerde patlak veren kitlesel protesto, işgal hareketlerinin yalnızca demografik, sınıfsal, teknolojik özelliklerini değil, onların ortaya koyduğu sorunları, soruları kendi pratiği içinde ortaya koymuş, tekrarlamış olması.

Ancak Gezi Parkı, Taksim Meydanı coğrafyasında patlak veren, hızla ülkenin kent meydanlarında yankılanan toplumsal patlama Türkiye sınıf mücadeleleri tarihinde birçok açıdan bir ilki, “yeniyi” temsil ediyor. Bu patlama son yıllarda şekillenen bir “olay alanı üzerinde” ortaya, bir“toplumsal olay” özelliği sergileyerek çıktı. Bu da Gezi “olayı”nın Türkiye sosyal formasyonu içindeki tarihsel, toplumsal özgünlüğünü oluşturuyor. Bu diyalektik, Gezi bağlamında, bize yeni insanı, özneyi üretiyor ama komünist hareketin yeni tarihsel öznesini üretmeye yetmiyor. Bu yeni tarihsel özneyi üretmek ise esas olarak bu “yeni insana” ve komünist hareketin tarihine sadakat açıklamış olanlara düşüyor.

‘Çağdaş iktidarsızlığımız’

Badiou’nun “çağdaş iktidarsızlığımız” olarak nitelediği durum, bu dönemde solun, bu tarihsel özneyi üretmedeki yetersizliğinden kaynaklanıyor.

Badiou’ya göre, Yunanistan’ın baskıya, işgale karşı uzun ve yoğun bir mücadele tarihi var. Bu ülkede komünist hareket silahlı mücadele biçimi de dahil olmak üzere güçlü bir geçmişe, varlığa sahip. Bugün bile bu ülkenin gençliği büyük, kitlesel, dayanıklı direnişler sergileyebiliyorlar. Bu ülkede gerici güçler iyi örgütlü, ama güçlü sol partiler de var.

Türkiye sol hareketinin de aynasında kendini görebileceği bu duruma karşın, bu ülkede her şey sanki kapitalizmin egemenliğini hiçbir şey engelleyemezmiş gibi yaşanıyor.

Bu iktidarsızlığın nedenlerinin başında, solun, uzun bir gericilik, yenilgiler döneminden düşmanının dilini tamamen benimsemiş olarak çıkmakta olması geliyor. Düşmanın tüm zaferlerinin içinde en önemlisi şüphesiz, simgesel alanda kazanmış olduğu zafer. Badiou’ya göre kendi tarihimizi bile, düşmanımızın dilinin sunduğu “ekonomi”“demokrasi”“özgürlükler”“insan hakları” gibi kavramlarla tartışıyoruz.

Evet geçen yüzyılda hareketimizin çok ciddi sorunları, açıklanması gereken karanlık dönemleri oldu. Ama bunlar “bizim eleştirilerimizi” bekliyor, düşmanın eleştirilerini benimsememizi değil. “Düşmanın” dilini benimsemiş olmak, Mao’nun “olumsuzdan dersler çıkarmak” dediği ve “düşmanın”çok korktuğu pratiğin gerçekleşmesini önlüyor.

Badiou’nun dikkat çektiği bir diğer durum da halen harekete egemen olan“direniş” söylemi ve pratiği. Bugün her yerde isyan, tepkilerden, karşı çıkmalardan, belli bir şeyleri reddetmek ilkeleri üzerinden ortaya çıkıyor, örgütlenmeye çalışıyor. Direniş, insanları bir araya getiriyor, ama hedef alınan yıkıldığında, Mısır ve Tunus’taki gibi, reaksiyoner güçler, 1848 devrimlerinin ertesinde yaşananları anımsatan biçimlerde duruma el koymaya başlıyorlar.

Badiou’ya göre ancak örgütlü emeğin on yıllar süren çalışmasından, I. Enternasyonal’in yaratılmasından, sosyal demokrat partilerin birleşmesinden veya Paris Komünü, 1905 Rus Devrimi gibi kahraman girişimlerden sonra işçi sınıfının kapasitesi yükselerek iktidara hazır hale geldi.
Badiou, “Bugün reaksiyoner güçlerin etkisini geriletmek için gerekenleri, direniş söyleminin bulaşıcı olumsuz etkileri içinde bulamayacağımızı”savunuyor. Stratejik bir geleceği anlatabilen, “düşmanın propagandasının üzerini örttüğü olasılıkları gösterebilen”… “olumlu bir dili geliştirebilmek gerekiyor”. Badiou, bunları disiplini paylaşılan ortak bir düşüncede (komünizm), kullanımı gittikçe yayılan homojen bir dilin içinde bulabileceğimizi düşünüyor.

Badiou’ya göre, böyle ortak bir dilin yaratılması büyük bir önem taşıyor. Bu yaratma süreci “komünizm kavramını”, ifade ettiği temel ilkeleri saptamanın yanı sıra, “halk kavramının” faşist ve devletçi, hukuki, yalnızca “orta sınıfları”kapsayan tanımlarından kurtularak ulusal kurtuluş ve eşitlik mücadeleleri geleneğinden gelen boyutlarının yeniden kazanılmasını da gerektiriyor.

Ergin Yıldızoğlu
8 Ekim 2013
Kaynak; cumhuriyet.com.tr