Çaylak Haber: ‘Büyük bir söz şu anda kurulmadı henüz ,ama büyük bir söz var, itiraz’ Nilgün Toker

Çaylak Haber “Bu sese kulak ver “ röportaj dosyasına 7. röportajı ile devam ediyor. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Öğretim üyesi Prof. Dr. Nilgün Toker’e Taksim’deki sivil direnişi,90 kuşağını ve İzmir’in durumuyla ilgili sorular yönelttik.

nilguntoker

- Taksim Gezi Parkı eylemlerinin ülkenin birçok şehrine sıçrayıp sivil itaatsizlik eylemlerine dönüşmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tümüyle sivil itaatsizlik değil aslında bir sivil eylem. İçinde sivil itaatsizlik şeklinde bir tarzı barındırıyor da. Bu beklenmedikti. Gezi Parkı’nın korunması için mücadele edenler beklenmedik değildi. Bir polis şiddetiyle çok büyük bir insanın hızlı mobilizasyonu benim için beklenmedikti. Bence bu eylemi zaten özel ve büyük yapan da bu beklenmedikliği. Bu kendiliğinden, beklenmedik ama bir o kadar da büyük olması bence olağanüstü bir şey. Ama tüm bu beklenmedik ve büyük eylemlerin onu izleyenlerin yargısında ne oluşturduğu önemlidir.

Beni çok endişelendiren bir durum var, yargıyı kontrol etmeye çalışıyorlar. Bunu da totalitarizmin ve faşizmin en önemli psikolojik mekanizması olan yalan terörü ile yapıyorlar. Ama tabii yalan terörüne eşlik eden bir başka şey daha var. Toplumu suç ortağı yapıyorlar. En azından bir kısmını suç ortağı yapıyorlar yalan aracılığı ile. Ya da işte bir tür lider kutsanmasıyla. Tayyipçilerin meydanlardaki güzellemeleri Hitler’in güzellemelerine benziyor. Bir de Stalin’in güzellemesine benziyor yapılan afişler vs. Yani ben tabi bir sembolik üretimler uzmanı falan değilim ama hani o alanda çalışan arkadaşlar için ilginç bir analiz olabilir, sembollerin analizi. Gerçekten çok fazla Stalin yüceltilmesi ve güzellemesine benziyor. Tam da mesela bir tür Sovyet devriminin bir diktatörlüğe bir totalitarizme dönüşme zamanlarının işareti olarak söylüyorum.

İki şey birden var yani bir yandan toplumun itiraz eden kesimi şu anda sokaklarda olan kesim ki ben bunu büyük harfle itiraz olarak niteliyorum. Büyük bir söz şu anda kurulmadı henüz ,ama büyük bir söz var itiraz. Her türlü muktedirliğe itiraz, muktedire itiraz. Bu gerçekten olağanüstü bir şey bu itirazın açığa çıkma tarzında bir şekilde bu korkuyu yenme diye şey görmüştüm. Önemli olan toplumun korkuyla baş etmesini nasıl sağlayacağız.

Her türlü eylemin anlamı onu izleyenlerde oluşur. Zaten bütün mesele bu o büyük eylemin açığa vurduğu anlamın saklanması için büyük bir yalan terörüne başladılar. Yalan terörünün yanı sıra devlet terörü de Taksim’e girmiş durumda yeniden muhtemelen yakın zamanda Ankara, İzmir falan bu devam edecek. Bunu beklemiyor muydum bekliyordum. İşin kötüsü bu beklemediğim bir olayda beklediğim müdahaleler olması.

Ama buradan şu çıkacağı kesin AKP iktidarı çoktandır diyorduk despotik iktidar diyorduk ama ben artık totaliter demek istiyorum. Faşizan demek istiyorum. Ve AKP çoktandır da devlet oldu zaten artık bir hükümet değil devlet oldu sadece. O yüzden AKP kendisini Türkiye Cumhuriyeti Devlet olma tarzına yerleştirmiştir ve çok uzun süredir öyleydi zaten. Bence şimdi bir ileri adım daha atıp Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin darbeler sırasındaki devlet olma tarzına gidiyormuş gibi geliyor. Darbelerde açığa vurulan devlet olma tarzı faşizmdir.

İzmir’in sivil direniş ortamıyla İstanbul ve Ankara’daki sivil direniş ortamı arasında herhangi bir fark görüyor musunuz?

İstanbul’un meselesi vardı. Taksim ve Gezi Parkı. Bir de İstanbul’un politik geleneği var olan biten her şey yeni de olsa bir gelenekten çağırarak davranıyor. Yani mobilizasyon tarzları, öyle politik tarihi var ama bu tarihin odağında da Taksim duruyor. Taksim İstanbul’un politik belleğinde o kadar kıymetli bir yere sahip ki o yüzden İstanbul’un meselesi açık bir meseleydi. İstanbul meselesiydi. İkincisi, İstanbul’da uzun süredir – bu olayda patladı belki ama- bir kent hakkı diyebileceğimiz bir mesele etrafında bir tartışma sürüyordu zaten. Kentin tarihinin ortak alanlarının yok edilmeye çalışılması sürekli yani . Emek Sineması, AKM Yavuz Sultan Selim Köprüsü, sokakların isminin değiştirilmesi falan, İstanbul’da çok uzun süredir bir kentin bir muktedir tarafından ele geçirilişine karşı bir itiraz da yükseliyordu. Yani İstanbul’un böyle bir en azından tartışma dinamiği vardı. Ve bunun üzerinden gelen bir hareket.

Gezi parkında anlatılanlara göre daha kolektivist bir yapı var, daha dayanışma kavramının hakkını veren bir ortam var. Bütün meseleler ortak. İzmir’in meselesi yok. İzmir ilk gün büyük bir ortak meseleyle çıktı, o zaman o da eylemini büyük yaptı, ilk üç gün Taksim’deki bu itiraza destek verdi ses verdi. Şiddet görünce şiddete de tepki verdi. Devlet şiddeti çekildiği anda İzmir meselesiz de kaldı. Meselesini hala Gezi Parkı’nı desteklemek üzerine yani oradaki itiraza ses vermek için sürdürmeye çalışıyor. Ama İzmir’in bir de başka meseleleri var. Meselesizlik içinde o meseleler açığa çıktı tabii. Kendi kentiyle ilintili meseleyi işin için sokamayınca. Şimdi burada bir örnek vereyim Ankara’nın da bir meselesi var İstanbul’dan aldığı hareketle Ankara’nın da Kızılay meselesi var. 12 Eylül’den beri Kızılay’da eylem yaptırmıyorlar. Yani tam bir darbeyle beraber eylemlerin yasaklandığı alandır Kızılay. Ve ondan sonra sürekli Ankara’da dışarıya dışarıya itilmiştir kamusal alan bırakılmamıştır, Ankara’da. Ortak alan bırakılmamıştır. Melih Gökçek de özellikle üst geçitler alt geçitler Ankara’da ortak alan kalmadı öyle bir şey yok. Şimdi Ankaralılar bir ortak alan oluşturmaya çalışıyorlar. Herkese açık bir yer oluşturmaya çalışıyorlar. Ve bu Kızılay. Tartışmasız bir şey. Onların biraz Kızılay’ı yeniden ele geçirme gibi bir kavgaları var. Ankara’nın da bir meselesi oluştu bu arada.

Ama İzmir’in bir meselesi yok. Şurayı elimden aldılar geri alalım gibi. Biz Gündoğdu meydanını kurtarmak için Otoyol yapılmasın diye 45 gün Kordon’da zincir yapan bir kuşaktan geliyoruz. Piriştina’nın bu sayede seçildiğini hatırlamayan bir kuşak var. Gündoğdu gerçekten İzmir’in kamusal alanıdır çünkü oraya otoyol yapılmasının engellenmesiyle bu sağlanmıştır. Kentin bir zamanlar böyle bir meselesi vardı şimdi yok, Gündoğdu kamuya açık. Vali ve emniyet şiddetini çekti, üç gün sonra meselesi kalmadı İzmir’in, o zaman ne oldu İzmir aslında bir şekilde itiraza desteği şu şekilde sürdürebilirdi. Çünkü İzmir bir şekilde kendi yaşam tarzını koruma şeklindeki itirazını. Tabi bu yaşam tarzını korumayı genellikle Kemalizmi korumakla adlandırıyorlar. Aslında tümüyle buna indirgemek istemiyorum İzmir’i tümüyle bundan ibaret de değil biliyoruz ama. Meydanda daha çok görünür olmaları bu da İzmir’in handikapı. Ama bu benim derdim değil İzmir’in handikapı. İzmir’in kendi yaşam tarzını bir tür modernlikle tarif etmek ve bunu da Kemalizmle özleştiren bir refleks edindiği. Ve böyle tepki veriyor, okey. Ama aynı zamanda İzmir’in tüm renkleri de alanlardaydı. Ama mesele kim olursa olsun meselesiz kaldığı için nasıl destek sürdüreceğini de bilemiyor. Bence İzmir’in yapması gereken gerçekten bu itiraza bir ses vermek olabilirdi. Hala öyle olduğunu düşünüyorum bir ses vermeye devam etmek gerektiğini ama şiddet tekrar girdi devreye zaten. İstanbul ve İzmir arasında İzmir’in bir kent meselesi olarak çıkmadı. Oysaki bence İzmir bir kent olmak bakımından baktığımızda kent değil. İzmirlilerin kentliliği geri hatırlamak gibi bir derdi olsa iyi olur. Kent olma niteliğini birçok bakımdan ciddi olarak kaybediyor İzmir. Mesela büyükşehirler içerisinde yeşil alanı en az şehir. Bunu İzmirliler herhalde fark etmiyorlar. Ben Gezi Parkı direnişini bir açıdan da hayranlıkla izliyorum. Çünkü oradaki bir yeşil alanı korumayla başladı. Tamam alanı koruma, ortak alanı koruma, herkese ait olanı koruma bir tür antikapitalist de bir yan var. Ortak alanların nemaya dökülmesine itiraz etme, birçok alana var. Çünkü tamamen politik bir mesele. Çevreciliğin apolitik bir şey olarak sunulmasına itiraz ediyorum.

- Sivil direniş eylemlerine damgasını vurduğu söylenen 90′lar kuşağı Cumhuriyet tarihinde görülen en sivil direnişin bir öncüsü müdür? 90 kuşağına ilişkin neler söyleyeceksiniz?

90 kuşağı evet. 90 kuşağı büyük etkili olan kuşak. Daha doğrusu şöyle bu sosyal ağlar bir tür sanal dünya içerisinde gezinen çocukların kuşağı ve bu kadar hızlı mobilize olanlar da onlar. Yani “ Allahını seven defansa gelsin”i duyup aşağıya inebilen çocuklardan bahsediyoruz. Yani benim “ Allah’ını seven defansa gelsin”i akşam haberlerde duymam gerekti. Ben o gün itibariyle twitter sahibi olmak durumunda kaldım çünkü o çağrıyı duyabilmek için o alanlarda olmak o dünyada olmak lazım. Burada hızlı mobilize olan ve eyleme büyük ölçüde renk katan onlar. Yani tabii ki eylem sadece onların eylemi değil ama bence bu eyleme rengini verenler onlar. Hangi bakımdan bir; tümüyle yerleşik her türlü mekanizmanın dışında bir alandan eyleme katılmalarıyla. Medyası bilmemnesi, bayrağı sloganı hiçbir yerleşik kod kullanmamaları nedeniyle öyle. Tam da yerleşik olmayanlar bunlar, gerçekten de yeni, gerçekten ışık da saçtılar.

Bundan birkaç yıl önce liseli öğrencilerle toplantı yaparken, şu soruyu sormuşlardı bana “ Herkes bizim apolitik olduğumuzu düşünüyor. Siz ne düşünürsünüz? Ben çok apolitik olduklarını hiç düşünmüyordum. Öğretim üyesinin şöyle bir avantajı var özellikle sosyal bilimcisiyseniz bu kuşakla daha çok diyaloğunuz var. Ve ne tarzdan bir politik olduğunu anlayabiliyorsunuz. Sadece şey demiştim. Ama politikanızın rengini bilmiyorum sizin anlatmanız lazım. Her kuşağın bir rengi vardır, bir gerçeği vardır, henüz o rengi tarif edemiyorum demiştim. Siz anlattığınızda dinleyeceğim. Ama onlar da ne anlatacaklarını bilmiyorlardı. Ben de tam da bu kuşağın kendini anlatması olarak okuyorum. Yani tabi ki hepimizi şaşırttılar. Birçok bakımdan şaşırttılar bir şekilde çok politik olduklarını oyunbaz olduklarını biliyordum ve bu oyunbazlığa da bayılıyordum bir açıdan onu da söyleyeyim. Fakat bu oyunbazlığın onların yargılarını bu kadar genişlettiğini tahmin etmemiştim. Hani bir yargı genişlemesi hani eleştiriye hızlı eleştiriyi yakalama kabiliyeti kazandıklarını fark etmemiştim. Valla oyunbazlık biraz da öyle bir şey onu anladık böylece. Evet 90 kuşağı bu eyleme rengini verdi diye düşünüyorum. Eylem sadece onların eylemi olmayabilir ama eylemin bu kadar büyük olması biraz da renginin bu kadar gerçekten farklı olması, 90 kuşağı sayesinde oldu. Yani eskiye sığmayan yanlarını da harbiden saygıyla önlerinde eğilmek istiyorum. Bu eskiye sığmadıklarını sürekli gösteren hallerini. O yüzden galiba bu Türkiye’de gerçekten bir yeni arayışın işaretini de verebilir diye düşünüyorum. Ama tabii bütün bunlar umutlarım. Bu hareketin nasıl konsolide edileceğini bilmiyorum. Tek umudum var bu hareketten geriye büyük bir söz kalsın hiç olmazsa. Hareket, eylem büyüktü, büyük de bir söz kalsın. Nasıl mesela 68’den “Başka bir dünya mümkündür” gibi bir söz kaldı. Bir söz bulsun onların sözü olacak, biz buradan onların adına söz icat edemeyiz. Muhtemelen itiraz ile ilgili bir şey olacak ama ne olacak bilemiyorum. Büyük bir söz kalsın istiyorum geriye.

- Hükümetin tavrını ve polis şiddetini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Faşist. Hükümetin tavrını özel olarak analiz etmeye gerek yok bu faşizm.

- Olaylara ilişkin öngörünüz nedir?

Hiçbir şey öngöremiyorum. Aslında hani bir yandan sosyal olayların öngörülemezliği onu olay yapan şey. Burada bir olay var şu anda. Ve bence olayı çok da kavramlara sokmamak lazım. Olayı dinlemek lazım. Şimdi evet olayı dinliyoruz. Şimdi şöyle gerilimler olacağını tahmin edebiliyorum. AKP kendi iktidarını daha sert şekilde pekiştirmek için sanıyorum sertleşecek görünüyor. Ama bir yandan da yalanlar aracılığı ile büyük bir kesimi de manipüle edip kontrol etmeye çalışacak. Ama zaten AKP o kadar büyük bir totali kontrol etmiş durumda ki, Türkiye’yi medyasıyla vs. bunu kolay sağlayabilir görünüyor. Ama öte yandan da eylem o kadar büyük ki, herhangi bir yere de kolay sığdırılamıyor. Çok şükür de tüm yerleşik mekanizmaların dışında, sosyal medya sanal dünya bir şey varmış.

Hem de eylemin bu kadar enternasyonal bir boyutu varken nasyonal alana çok kapatabilir değilsiniz. AKP’nin büyük handikabı buradan. Ve sinirinin büyük bir kısmı o. Dünya nezdinde tartışılır hale gelmek Tayyip Erdoğan’ı çok sinirlendirdi. O yüzden de sürekli prestijini geri kazanmaya çalışıyor. Türkiye bir yandan halk, toplum olarak dünya nezdinde bir haysiyet kazanmışken öbürü de prestij kazanmaya çalışıyor – bu gerilim içerisinde. Şimdi biz haysiyetimizi ne kadar koruyabileceğiz? O prestijini ne kadar sağlama alacak?

Sol için de önemli bir mesaj olduğunu düşünüyorum 90 kuşağının. Tabi bu 90 kuşağı içerisinde sol örgütlerden – partilerden gençler de var ama onlar sol gelenek içinden düşünmeye alıştıkları için eski kavramlarla düşünüyorlar. Ama bence hızla şunu görmemiz gerekiyormuş; artık politika (demokratik bir politika) devletin, devlet olmasının engellenmesinden başka bir şey değildir.

Röportaj : Pelin İktüeren
17 Haziran 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; caylakhaber.com