Radikal: ‘Bunlar’ tersane AVM’ye de mi karşı? – Pınar Öğünç

Birkaç çekici yanı vardı. Biri, hep aynı açıdan, uzaktan, dışarıdan bildiğimiz yapıya tam ters yönden bakma arzusu. ‘Oradan’, hep durduğumuz yerin, bildiğimiz şehrin nasıl göründüğüne bakma merakı. Bir diğeri, şehrin işlek organlarında duran endüstriyel yapıların işlerken bir tür sıhhat göstergesi gibi hissettirişi… Misal iki kıta arası seferlerinde denk gelsin diye beklediğiniz Paşabahçe vapurunu orada kıyıda, içinde ustalar çalışırken görmek… Nekahet evresinden sonra ‘iyi’ olacağını bilmek. Bunlar daha çok 90’ların sonundan, 2000’lerin başından sahneler. Bir çekici yanı daha var, en tenhalaşmış halinde bile o devasa alet edevatıyla, terminolojiye mesafe yüzünden ancak ‘vinç minç’ diyerek çocuk gibi tarif edebileceğimiz o heykelimsilerin güzelliği; o endüstriyel estetik.

Dile topluca Haliç Tersanesi olarak yerleşen üç tersanenin, kent sakinleri, ülke yurttaşları olarak pek bir bilgi sahibi olamadığımız yeni geleceği tasarlanacak bugün. İhale var. Mücella Yapıcı, Mimarlar Odası olarak ‘Haliç Yat Limanı ve Kompleksi Projesi’ hakkında malumat alabilmek, sözleşmeyi görmek için resmi başvuru yaptıklarını anlatıyor. Trajik mi dersiniz, komik mi, sadece 50 bin TL karşılığında ihaleye katılacak şirketler görebiliyormuş sözleşmeyi. “Bu sefer öyle üç boyutlu fotoğraflar, videolar falan da paylaşılmadı. Projeye dair bildiğimiz hiçbir şey yok ve bu büyük bir rezalet” diyor Yapıcı.

Haliç’ten Tuzla’ya

2010 yılında ‘Haliç Tersanesi Sakinleri’ isimli bir fotoğraf sergisi vesilesiyle Haliç Tersanesi’nin içine girme şansını bulanlardanım. Fotoğrafçı Nihal Gündüz de bir ara baretli geziye eşlik etmiş, iki yıl boyunca tersane çalışanlarını belgeledikten sonra, biraz da umutsuzca bunları Haliç Tersanesi’nde sergileyip sergileyemeyeceğini sorduğunu anlatmıştı. Kendisi de mutluydu fotoğrafları yerini bulduğu için. 70 bin metrekarelik alana yayılmış dev baskılı fotoğraflar, tersaneyle hakiki sakinlerini hüzünlü bir güzellikle buluşturmuştu. Hüzünlüydü çünkü yıllar içinde özellikle atıllaştırılarak işlevsiz hale getirilmiş tersanede o dönem bile çok az ‘sakin’ kalmıştı. Son yıllarda en fazla Şehir Hatları vapurlarının tamiri için kullanılıyordu. Kıyıda duran ‘işçi motoru’, kara tarafından kendini çok da ele vermeyen yüksek tavanlı demir kapılı atölyeler, eksantrik aletler, gemilerin oturtulduğu devasa havuzlar… Aralarında gezindik uzun uzun. Hem o sergiye hem de bu sergiye baktık. Biraz terk edilmiş gibiydi. Avuçiçi kadar bir çaycıya sığacak kadardı sanki çalışan sayısı.

Bu atıllaştırma ve taşınma sürecinin belki ilk ayakta ilişkilendirilmeyecek sonuçları da vardı. Halbuki meselenin özü. 1993-2000 arasında Tuzla istikametine taşınma, gemi inşa sanayiinin kamu sektöründen özele taşınmasıydı aynı zamanda. Bianet arşivinden Aslı Odman’ın incelemesi ‘Haliç Tersaneleri’ne Bakıp Tuzla’yı Anlamak İçin’i aratınız lütfen. Odman, çoğu armatör kökenli müteşebbisin 1990’larda sektörü parçalayarak taşeronlaştırışını teferruatıyla anlatıyor. İşte Tuzla Aydınlı Koyu’ndaki tersanelerde bu yüzden işçiler sessizce, birer birer ölmekte yıllardır. Haliç’i anlamak o yüzden mühim.

Peki Haliç Tersanesi, aslında yüzde 50’sinin kullanılacağı o devasa alan ne olmalı bugün? Tersane diye tutturan yok. Seneler içinde çokça alternatifin adı anıldı lakin önümüzde sadece AVM’li, otelli bir ‘kültür merkezi buketi’ var. Nedir bilmiyoruz. Karar alma sürecinde katılımın sıfır olduğu, meslek birliklerinin neredeyse bilhassa uzakta tutulduğu, tepeden vinçle indirilecek bir proje yine önümüzdeki. Sonra ‘bunlar’ her şeye karşı çıkıyor oluyor. Çünkü ‘bunlar’ yaşadığı kentte söz hakkı istiyor. Çünkü ‘bunların’, bir tezahürünü daha görmekte olduğumuz bu zihniyete itirazı var.

Pınar Öğünç
2 Temmuz 2013
Kaynak; radikal.com.tr