BirGün: Proleterleşen Gençliğin İsyanı – Ercan Geçgin

İsyana dönüşen Gezi Parkı Direnişiyle ilgili pek çok değerlendirme yapıldı/yapılıyor. Ancak bunların çoğu yine de ezbere tekrarların ötesine geçemiyor; derinlikli ve çok yönlü analizlere ulaşamıyor ne yazık ki. Oysa en az ortaya çıkan toplumsal hareket kadar ona yol açan yeni bir nesnel durumla da karşı karşıyayız. O da yeni ekonomi-politik düzendir. Bu yeni koşulların ortaya çıkardığı gerçeklik ise sadece üretimi değil, tüketimi, boş zamanı, kültürü, benlikleri ve bilinçleri de kapsayan “yaygın ve genelleştirilmiş proleterleşme” sürecidir. Devam eden isyan, bir bakıma bu bütünsel proleterleşmenin bir ürünüdür.

Fransız felsefeci Stiegler’ın da belirttiği gibi Marksist geleneğin büyük kısmı proletaryayı sadece işçi sınıfına indirgeyerek hatalı bir yoruma düşmüştür. Klasik anlamdaki proleterleşme, üretim araçları elinden alınmış, feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinde mülksüzleşmiş ücretli emeğin sömürüsü ile elde edilen artı-değer sürecine veya kapitalist sermaye birikimine gönderme yapmaktaydı. Bugünün endüstriyel toplumunda ise proleterleşme, artık sadece üreten emekçinin sömürüsü ile sınırlı kalmıyor; bireylerin dünyayı kavrama, algılama, arzulama, hayal etme kapasitelerinin ellerinden alınmasını içerecek şekilde genişliyor. Bu yeni proleterleşme süreci, ‘kendi kendini yaratan insan’dan çoklu yabancılaşmaya yol açan ileri kapitalizmin ‘kendi kendini yok eden insan’ına doğru kayışı da beraberinde getiriyor. Ücretli emeğin garantisinden bireyselliğin tüketime sigortalandırıldığı, geleceğin ise bu tüketim toplumu içerisinde ipotek altına alındığı bir proleterleşme sürecidir yaşadığımız zaman.

Türkiye özgülünde söz konusu yaygın proleterleşme 1980 sonrası neo-liberal politikalarla artmış, AKP ile birlikte ise doruk noktasına ulaşmıştır. Bu süreci farklı tonlarla devam ettiren AKP, paternalist emek siyasetiyle kendisine oy veren proleterleşmiş kesimi denetlerken derinleştirdiği ‘kültürel çatışma’ ile de ‘öteki çoğunluğu’ başka proleterleşme süreçlerine maruz bırakıyor. Özellikle de gençlik genelleştiriliş proleterleşmeye en çok maruz kalan kesim oluyor.

Gençlik, artı-zamanına el konulduğu için proleterleşmiştir. Gençlik, ucuz işgücü olmaya, güvencesiz çalışmaya ve her türden esnek üretime zorlandığı için proleterleşmiştir. Çocukluk dönemindeki eğitim sürecinde bile dershaneye zorlandığı ve ortalama 25-30 yaşına kadar sınav yüküyle zamanı çalındığı için proleterleşmiştir. Dindarının inancı piyasalaştırıldığı, metalaştırıldığı için proleterleşmiştir. Alevi gencinin cemevinin ibadethane sayılmadığı, kendisinden alınan vergiye rağmen hiçbir hizmet alamadığı, vergisiyle sömürüldüğü için proleterleşmiştir. Üniversite mezunu genç, diplomalı işsizliğe, çaresizliğe maruz bırakıldığı için proleterleşmiştir. Kürt genci, ana dilinde eğitimden mahrum bırakıldığı için proleterleşmiştir. Takım taraftarı, takımı ekonomik rantın veya siyasal gayelerin aracı haline dönüştürülüp takımına duyduğu bağlılık sömürüldüğü için proleterleşmiştir. Geliri ne olursa olsun, seküler hayatını yaşayan sıradan kentli genç bile, nesne ve zaman tüketimi bakımından giderek daha fazla denetlenmeye çalışıldığı için proleterleşmiştir.

Oyun ve İsyan
Gösterinin bile artık birikmiş sermaye olduğu imaj toplumunda yeni kuşak gençlik çocukluğunu bu gösteri dünyasının bireyselleştirici, yalnızlaştırıcı oyunları ile geçirmiş ama o sosyalleştirme sürecinde elde ettiği taktikleri ise bugünün isyanında karşı stratejiye dönüştürebilmiştir. Gençliğin isyanındaki yeni kolektiflik duygusunu ve yaratıcı pratiğini anlamak için pek çok kavram yol gösterici olabilir. Sözgelimi G.H.Mead’in benliğin oluşumu ve bireyin sosyalleşme sürecini betimlerken kullandığı taklit, play (oyun) ve game (kurallı/ kolektif oyun) şeklindeki üçlü aşamasını direniş gençliğinin proleterleşmeye karşı geliştirmekte olduğu eylem mantığını anlamaya uyarlayabiliriz. Ancak dile getireceğimiz bu üç aşamayı bireysel değil kolektif bir süreç olarak okumak gerekiyor.

İlk evreden başlayacak olursak, özellikle 90’lı yıllarda, 80 Darbesi’nin etkilerini taşıyan tedirgin anne-babaların davranışları taklit ediliyordu. Çok fazla etliye sütlüye karışmamanın şekillendirdiği çekimser bilinç, aynı zamanda gecekondudan apartmanlaşmaya doğru kıvrılan yaşam şekliyle de uyum gösteriyordu.

İkinci evre, yani ‘play’ süreci ise bireysel benliğin kazanıldığı, yeni teknoloji ile zamanı bireysel oyunlarla yaşadığı bir dilimiydi. Gırgır, Limon, LeMan gibi mizah dergilerinin okunduğu bu dönemde ortak duygudaşlık ve yakınlık, mizahi toplumsal eleştiride kuruluyordu. Bir nevi pasif siyasetti bu. Bilgisayar-internet oyunları (Counter-strike vb) ile mekânsal olarak yalıtılmış ama uzamsal olarak gelişmiş sanal sosyalleşme süreci yaşanıyordu. Televizyon yoluyla boş zamana hükmediliyor, eğlence ve beğenme şekli yeni teknolojiler vasıtasıyla inşa ediliyor ve bilinçler proleterleştiriliyordu. Bireysellik bir kaçış yolu olmaktaydı. Bu proleterleşmenin daha da vahim niteliği ise Olağanüstü Hal Koşulları altında yaşayan Kürt çocuklarında ve gençlerinde hayat buluyordu.

Üçüncü evreye gelindiğinde, artık mekânın da dışında, sokakta, yani gerçek hayatın içinde roller eyleme dönüşmeye başlayacaktı. Önceki dönemin sanal oyunundan, bireysel rolünden kolektif bir oyuna dönüşümdü bu. Ancak kuralları hazır almaya da karşıydılar. Kendi kurallarını kendileri inşa edecekti. AKP’nin kendine göre bir nesil yaratma fikriyle proleterleştirmeyi daha da yaygınlaştırmaya çalıştığında veyahut seküler hayatın kamusal alanlarını da hedefine almaya başladığında Gezi Direnişi üçüncü evrenin miladı oluyordu. Proleterleşme o kadar yaygınlaşmıştı ki direniş ve isyan, varoşun gençliğini de, kentin küçük burjuvasını da, taraftar gruplarını da, solun tüm renklerini de, Kürtleri de, Alevileri de, Anti-Kapitalist Müslümanları da ortak paydada birleştirmeye yetiyordu. Yükselen isyan, bilinçaltına kazınan oyun taktiklerini sosyal gerçekliğe pay ediyordu. Play aşamasındaki “Sis Atma O.Ç.” yazısı, sanaldan game aşamasındaki isyan oyununun sloganına dönüşüyordu. Zaman artık tüm öldürmelere, yok saymalara, ötekileştirmelere ve marjinal kılmaya inat TOMA’ların önünde dans ederek isyanı oyunlaştırmaya ve gülerek isyan etmeye dönüşüyordu.

İşin esası şu ki, Bauhaus’dan en pahalı gaz maskesi alanlar ile duvara “zenginlerin kaliteli maskeleri var, kıskanıyoruz” yazısı yazanları bir araya getiren isyanın özü, adaletsizlik hissini pekiştiren proleterleşme sürecinde saklıdır. Buna mukabil yeni proleterleşme, yeni bir siyaseti de doğurtmak durumundadır. Ancak bu siyaset anlayışının kapsamı da en az proleterleşmenin yaygınlığı kadar geniş olmalıdır. Bu ise Gezi Parkı direnişini gerçekleştiren gençliğin öteki gençlik kesimleri ile buluşmasıyla ve daha geniş toplumsal praksisle mümkündür.

Ercan GEÇGİN - Ankara Üniversitesi, DTCF, Sosyoloji
23 Temmuz 2013
Kaynak; http://birgun.net