Birgün: “Korku duvarı aşıldı” Kardeş Türküler

kardes-turkuler

Geçtiğimiz günlerde sivil polislerce, ‘terörist faaliyetler’ içerisinde olmasıyla itham edilen ve organizasyonun sekteye uğratılması hedeflenmiş Kardeş Türküler’den Burcu Yankın ve Feryal Öney ile yaşanan olaya, Gezi Direnişine armağan ettikleri Tencere-Tava Havası, Barış süreci, yeni albüm çalışmaları ve 9 Eylül Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu konserine dair keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

Kardeş Türküler,  serüvenine başladığı günden bugüne amaçlarına ulaşabildi mi?
Feryal Öney: 
Kardeş Türküler projesinin kurucu kuşağı ile alakalı, 80’lerde ortaokulda okuması ve 90’lara geldiğinde de üniversitede olması münasebetiyle birçok şeyden mahrum büyümesinden bahsedebiliriz. Kendimizi bir sürü konuda cahil hissediyorduk. 20 yıllık sürecin tamamı da öğrencilikle geçti. Zaten cumhuriyetten bugüne, devlet tarafından o kadar şey sümen altı edildi ki, sadece etnik kimlikler de değil; inançlara dair, kadınları yaşamına dair, ki kadınların duruşu ve toplumsal cinsiyet bizim projelerimiz için çok önemlidir, bu memlekette yaşamış, yaşayacak tüm kimlikleri ve çekilen acıları bizim de sorunumuz haline getirdi. Bu kimlikler sürekli mağdur edildiği için, Kardeş Türküler de bu mağduriyeti anlama çabasında olan bir projedir. Ama çok da hatalar yaptık bu projede. Kısaca projemiz sanatın diliyle bir arada yaşamı aramak ya, oraya çok yaklaştığımız dönemler de oldu. Ama bazen de ‘’kahretsin, barışamadık!’’ dediğimiz dönemler ne yazık ki oldu.

Burcu Yankın: Toplumsal barış söz konusu oldugunda akla gelen ilk projelerden bir tanesi Kardeş Türküler’dir. Ve de birçok kesimden bizimle ilişkiye geçen, arşivlerini paylaşan, birikimlerini paylaşan kesimler oluyor. Yıllardır yapılan araştırmaların neticesiyle çok küçük adımlarla da olsa  ilerliyoruz. Çünkü Anadolu sahiden kültürel manada çok zengin bir coğrafya. Bu paylaşım Kardeş Türküler’in başarısıyla ilgili olarak çok önemlidir.

FÖ: Ek olarak da memleket bir adım ileri, iki adım geri atarken bu sizin moralinizi çok etkiliyor. Oysa 20 yılın sonuna geldiğimizde şunu fark ettik ki: Artık sokağın diline bir şeyler yerleşti ve insanlar, mağdur olan da, mağdurun yanında olan da itiraz etmeyi ve ses çıkarmayı öğrendi.

Marmaris’te konser organizasyonunuz öncesinde sivil polislerin sizleri terörist  faaliyetlerde bulunduğunuza dair ithamları, bilet alacakları yıldırma çalışmaları medyada yer buldu. Bu konu hakkında tarafınızdan kınama geldi. Olayı anlatır mısınız?

BY: Biz de olayı organizatörlerimizce yeni öğrendik.  Biletlerimizin satıldığı standlarımıza sivil polis olarak adlandırılan kişilerin gidip, biletleri alacak olanlara “bu grup teröristtir, bunların biletlerini almayın. Bu biletler illegal örgütlere gidiyor” deyip biletleri almak isteyenleri engel olmak istemişler. Bunun üzerine biz de organizatörleri yalnız bırakmamak ve organizasyonu desteklemek adına bir kınama yazısı kaleme aldık.

FÖ: Şu an emniyetle olan görüşmeler devam ediyor tabii. Olan olaysa bugüne kadar yıllarca Kızılırmak’a, Yorum’a ve birçok Kürt sanatçı ve gruba karşı yapılanlar gibi. Bu çok şaşırtan bir şey değil. Birçok bölgede organizasyon yapmamız çok kolay olmasa da bu tarz ayan beyan bir ifadeye ilk defa mağruz kaldık. Kınamayı o yüzden aciliyetle kaleme aldık. Çünkü ses çıkarmadığınızda daha büyük sansürler geliyor arkasından. Anormal bir durum olmasını ifade etmek gerekiyordu.

Müziğinizi politik kılan etmenler sizce nelerdir?
BY: 
Yaşadığımız her şey politik. Zaten toplumdan beslenen, toplumun yaşadığı güzellikleri ve sorunları ele alan bir proje Kardeş Türküler. Bu yüzden politik olmaması için hiçbir sebep yok.

FÖ: Aşk şarkısı yapsanız bile politiktir. Mesela inançlarından dolayı kavuşamamış sevgileri anlatırsın, memleketin ahvalinden dolayı aşka, sevdaya sıra gelmiyordur. Bunların hepsi politiktir.

Barışı nasıl tanımlıyorsunuz? Barışın temininde neler gerekir?
BY: 
Giydiğimiz beyaz kostümlerden tutun da şarkılarımıza, danslarımıza kadar, Kardeş Türküler’in temelini toplumsal barış talebi oluşturuyor. Anadolu için barışın çok temel bir zorunluluk olduğunu düşünüyoruz. Türkiye’de 30 yıldan fazla süren bir savaş var ve ölen insanların olduğu bir ortamda bırakın sanatı, sözcüklerin bile bir manası kalmıyor. Biz de bunun için mücadele ettik. Bu yüzden barış için atılan adımları elbette ki destekliyoruz. Ama barış dediğimiz, eşit haklar, eşit koşullarda bir kardeşlik. Bizim barış anlayışımıza göre insanların demokrasi ve huzur içinde yaşaması gerekir. Barış için bir süreç ilerlemeye çalışıyor ama bir yandan da birçok gelişme oluyor. Gezi süreci, Reyhanlı vakası, Roboski… Ve de şimdi Rojava katliamı söz konusu. Bu da haliyle tabii ki herkes kadar bizleri de çok fazla tedirgin ediyor. Sesimizi daha fazla yükseltmemiz gerektiğini gösteriyor bize. Rojava şu an çok kritik. Kürtler gündeme getirmek istese de, bunun daha geniş kitlelerce desteklenmesi gerekir.

Siz bu konuda bir adım atacak mısınız?
BY: 
Biz de gündemimizde tutuyoruz. Açıkhava gösteriminde de illaki değineceğimiz konulardan bir tanesi olacaktır.

FÖ: Biz de  BGST’liler olarak yardımlarda yer almaya çalışıyoruz. Misal Diyarbakır Tabipler Odası gibi çeşitli STK’lerin de duyurularını yaygınlaştırmaya çalışıyoruz. Ben şunu ekleyebilirim ki: Barış herkesin dilindedir. Farklı görüşlerde herkes, en sağcısından, en solcusuna, “barış içerisinde yaşayalım” lafını kolayca söyleyebiliyor . Ama aslına baktığınızda onu temin etmek o kadar da kolay değil.  Gerçekten samimi olmak ve gerçekten bireyin kendi yanlarından ve üst kimliğinden ve kininden vazgeçerek arınması gerekir.  Barış, telafuzu çok kolay ama gerçekleştirilmesi çok zor bir olgudur. Herkesin eşit olduğu bir memleketi arzu edersen zaten tepeden konuşmazsın. Böyle bir lüksün olmaz.  Gerçek bir barışın sağlandığı bir memlekette yaşamak için biz de yıllardır uğraşıyoruz.

Peki Gezi Direnişi?
FÖ: Gezi Direnişi birden bire patlak vermedi elbette. İktidarın söylemleri insanların sabrını taşırdı. Ve bununla beraber bence çok büyük de bir hata yaptılar. Fermanlar ilan eden ve torba yasaları sessiz sedasız meclisten geçirmesine alışık olduğumuz bir hükümet vardı ama 3. köprünün isminden, insanların, özellikle de kadınların, yaşama biçimine;  somut olarak Gezi’deki ağaçların kesilmesiyle, yaşadığımız kente dair insanlara söz hakkı vermeye müdahalelerle  arka arkaya birçok yanlış uygulamada bulundu. İktidar için  2-3 ağaç olabilir ama bizim için çok önemli. Tüm bunlar üst üste gelince 31 Mayıs gecesi patlak verdi. Küçük bir yerden alevlendi ama büyük bir itiraz yükseldi. Bu yaşanan olayların tamamı memlekette uzun zamandır yaşanmayan türdendi. Çok yüksek perdeden bir itiraz vardı ve insanları da tabii ki de güçlendirdi, korku duvarı aşıldı. Bugün bir konuda bir ses çıkarılması gerekse, farklı yaş grupları ve sınıflardan birçok insan toplanabilir. Sokağa çıkar gazını da yer ama sesini çıkarır. Dediğim gibi büyük bir kırılmaydı ve önemliydi. Ama bir şey daha söylemeliyim ki, Kürt mücadelesi burada çok önemlidir. Parantez içinde çatışmalar ve 30 yıllık savaş bi kesintiye uğramasaydı, o mücadele bir başarı kazanmasaydı; o savaş, o çatışma, ölümler devam etseydi Gezi direnişi biraz daha zor olurdu.

BY: Apolitik olarak adlandırılan neslin ön planda olması, gençlerin sokağa çıkması, eylemin kendine özgü bir ruha sahip olması ve belli bir mizah anlayışının olması. O anlamda çok değerli ve biraz daha eski kuşaklara ders veren bir mahiyette oldu.

Gezi’nin en büyük kazanımı sizce ne oldu?
FÖ: Biz çok fazla korkutulduk. Bütün darbeler, onyıllardır yaşanan savaş, faili meçhuller, insanlara ‘sokağa çıkarsam başıma bir şey gelir’ demeyi öğretti.  Ama Gezi’yle bu korku duvarı kesinlikle yıkıldı ve insanlar yeniden  sokağa çıkmayı öğrendi.

Direnişe armağan ettiğiniz Tencere-Tava Havası. Şarkı ve klip… Çok konuşuldu, çok yazıldı, çizildi. Fikir nasıl gelişti?

BY: Tam da başbakanın çıkışları ve tencere tava atıfı, perküsyon kararımızı etkiledi. Klip de bir gün de çekildi. Gayet hızlı ve güzel oldu.

FÖ: Gezi öncesi yaşanan olaylara dair de bir itirazdı aslında. AVM’ye, köprüye, yaşama biçimlerine, alkol yasaklarına vs. Her şeye yönelik bir şey söylemeye çalıştık.

Gezi’yle beraber sanatsal alanda birçok çalışma icra edildi.  Ama bunun için illa böyle toplumsal olaylar mı gerekli?
FÖ: 
Bir şeylerin sizi sıkıştırdığında daha çok bağırmak istersiniz. Dünya tarihinde de böyle olmuştur. Akımlar ve kırılmalar hep böyle dönemlerde ortaya çıkmıştır. İtirazların yükselmesiyle sanatçılar, yazarlar, çizerler nasıl bir memlekette yaşadıklarını sorgularla. Bu da dillerini ve bedenlerine dökülür. Gezi boyunca da böyle oldu. Böylelikle üretim de arttı. Baskıların olması elbette kötü ama böyle ortamlarda da güzel ürünler ortaya çıkıyor.

Medya, iktidarın söylemini çok çabuk sahiplenebiliyor

Muhalif sanatçılara ve bilhassa Mehmet Ali Alabora’ya yapılan kıskaç ve baskıya ne diyorsunuz?
FÖ: Ses çıkarandan rahatsız olma halidir bu. Sanırım artık bizi de o listeye ekleyebilirsiniz.

Peki yandaş medyanın bu baskıya destek vermesi?
FÖ: 
Benim aklıma böyle durumlarda hep Ahmet Kaya geliyor. Ahmet Kaya’nın yaşadığı şey çok uzakta değil. Medya bazen linç kampanyasının o denli baş aktörü olabiliyor ki, sustuğunuz ve tek başınıza kaldığınız anda tepenizde bulabiliyorsunuz. Linç edilmenizi de söylemleriyle çok fazla kolaylaştırabiliyor. Ahmet Kaya’nın ve Hrant Abi’nin başına gelen hep aklımızda. Hrant Abi’nin ölümünden sonra hala “O da öyle yazılar yazmasaydı” diyen ya da Ahmet Kaya’nın olayı yaşanırken “Tabii ki o konuşma çok fechiydi” diyen insanlar varsa bu büyük bir meseledir. Medya, iktidarın ya da derin devletin söylemini çok çabuk sahiplenebiliyor.

Berfo Ana’nın hesabını kim verecek!

Ergenekon sürecini nasıl yorumluyorsunuz?
FÖ: 
Hukuk uzmanlık alanımız olmasa da, iktidar kendisine dokunan taraflarıyla yargıladı bu insanları. Jitem’den ya da faili meçhullerden dolayı yargılamadı. Oraya dair ses çıkarılmadıkça, bir şey söylenmedikçe kimseye derman olmuyor. Birçok Kürt arkadaşımız acısıyla kaldı.

BY: Mesela Berfo Ana’nın hikayesi çok büyük bir hikayedir. Çocuğunu ararken, kavuşamadan gözü açık gitti. Bunun hesabını kim verebilir?

9 Eylül’de konserimizde yalnızca Kekeça bizimle olacak

Yakınlarda bizi bekleyen albüm çalışmaları var mı?
FÖ: En zor soru bu olabilir bence! Çünkü albüme 2-3 senede bir sıra geliyor. 20. Yıla biraz odaklanıldı. O yüzden yeni bir albüm hedefi önümüzdeki yıl konabilir. Harbiye’ye dair yapılan çalışmalarda bir şeyler çıkar diye düşünüyorum. Genelde de öyle oluyor zaten. Yeni beste ve yeni temalar albüm çalışmalarını çok etkiliyor. Özellikle Çocuk (H)aklı’nda sokağın dili ve sokakta yaşayan insanın hikayelerini anlatmaya çalıştık. Yeni albüm de Çocuk (H)aklı’nın devamı olarak şekillenebilir. Konserler için kentsel dönüşüm, Alevi ve Kürtlere yönelik baskıları anlatabilecek dans-müzik sahneleri hazırlıyoruz. Elbette onların da albüm için işlenmesi lazım. Harbiye’den de 3-4 tane müzikal tema çıkacak gibi görünüyor. Onların üzerine de bir şeyler eklememiz gerekir. Eylül gibi başlayacağız çalışmalara.

9 Eylül’de Harbiye’de bir konser var. Bizleri bekleyen sürprizleriniz var mı?
BY: Gezi süreci ve Kardeş Türküler’in 20. Yılı gibi başlıkları, yeni çalışmalarla bir potada harmanlamaya çalışıyoruz. KEKEÇA ile beden perküsyonlarına yönelik çalışmalarımız var.

FÖ: Bilirsiniz, konserlerimizde seyirci, seyirci gibi değildir. Sanki hep beraber o konseri yapar, hep beraber dans ederiz. Ama biz bunu daha da kontrollü ve organize bir biçimde perküsyonla, alkışlarla, şarkıları birlikte söyleyerek daha da  interaktif bir hale getirmek istiyoruz. Gezi ruhu denen de , hep beraber yapılan  böyle bir şey ya. Bu da yıllardır Kardeş Türküler’in yansıtmak istediği ruhun ta kendisi.

Burak Abatay
13 Ağustos 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; birgun.net