BirGün: Kent sahiplerine kavuşurken

Gezi Parkı direnişinin kısa sürede halkın örgütlü isyanına dönüşmesi kent hareketlerinin de yeniden gündeme gelmesini sağladı. Kentsel dönüşüm politikları başta olmak üzere kente yönelik rantçı politikalarıyla bilinen AKP iktidarına byu alanda yürütülen mücadelenin Gezi Parkı direnişi sonrasında nereye evrileceği merak konusu. Biz de yazı dizimizin bugünkü bölümünde bu konuyu kent hareketleri üzerine yaptığı araştırmalarıyla bilinen ODTÜ Öğretim Üyesi Tarık Şengül’e sorduk.

kentbizim

Gezi direnişiyle birlikte kentlerin siyasal alandaki temsiliyeti daha fazla tartışılır oldu. Bunun nedeni nedir?

Uzun süre kent mekanı olayların geçtiği yer, oyunun sahnesi olarak algılandı. Bugün geldiğimiz noktada görüyoruz ki, kent mekanı olayın bizatihi kendisi ve de oyun da sahneye ilişkin. Nasıl olmasın ki; 38.000 m2’lik bir Park bütün Türkiye’yi ayağa kaldırdı. Öte yandan, sadece 3.Havalimanı 50 milyar dolarlık bir yatırım. İstanbul’un kuzeyinde öngörülen projelerin tutarı 200 milyar dolar. Bugün büyük kentlerde süren inşaatları durdurun, Türkiye ekonomisi çöker. Yani geçmişte fabrikayı gelişmenin motoru gören anlayış bugün büyümenin merkezine kenti koymuş bulunuyor. Bunun doğal bir sonucu kapitalizmin çelişkilerinin kent mekanına daha yoğun ve yaygın biçimde yayılmasıdır.

Kentin bu derece önemli hale geldiği bir durumda kenti projesinin merkezine koyan bir tek kapitalist birikim süreçleri değil. Bu alandan görece özerk siyasal ve kültürel projelerin merkezinde de artık kentler var. AKP iktidarının muhafazakarlaştırma projesi de kendini gerçekleştirme mekanı olarak kenti görüyor. Taksime, Çamlıca’ya camii inşaa etmekten, İstiklal Caddesi’ni alkolden arındırmaya kadar bir çok uygulaması kent mekanını “ben kontrol ediyorum” düşüncesini kafalara kazımaya yönelik. Durum böyle olunca muhalefetin buna karşı çıkışı da kent mekanı üzerinden gerçekleşiyor. Gezi Parkı direnişinin hedefinde kentin meydanları, parkları, sokakları vardır. Çünkü iktidar mücadelesi herşeyden önce mekanı kontrol etme mücadelesidir. İktidarın herşeyi göze alıp, kitleleri meydanlardan, sokaklardan sökmeye çalışması da tam da bu nedenledir. Biliyorlar ki kamusal mekanı kontrol edemeyen bir iktidar gerçek iktidar değildir. Özet olarak mekan iktidar ilişkilerin merkezine yerleştikçe mekanın nötr bir sahne olmadığını, son derece siyasal olduğunu farkına varıyoruz.

Bundan sonraki süreçte( kentsel dönüşüme karşı çıkıştan Taksim’e sahip çıkıyoruz eylemlerine kadar) kent hareketlerinin seyri sizce ne olur?

Bu soruyu yanıtlayabilmek için Gezi Parkı protestolarına neden olan süreçlere bakmamız gerekir. En temel neden kuşkusuz iktidarın ekonomik, siyasal/kültürel alanda yarattığı olumsuzluklar. İktidar otoriterliğini günlük yaşam ve kamusal mekana yöneltmeye başladığı açamadan itibaren insanlar bu olumsuzlukları çok daha yoğun hissetmeye başladılar.

İkinci bir neden kurumsal siyasal sistemin içinde konumlanan muhalefetin iktidarın yarattığı bu olumsuzlukları dizginleyecek bir etkinliği sağlayamamasıdır. Bu yetersizlik başta gençler olmak üzere iktidarın uygulamalarından rahatsız olan geniş bir kesimi muhalefet hattını kurumsal siyasal sistemin dışında kurmaya itmiştir. Artık karşımızda iki farklı siyaset tarzı var. Birincisi kurumsal siyaset diğeri sosyal hereket niteliğinde bir siyaset tarzı. İkincisi birincisinin yetersizliğinden doğan bir tepki olarak gelişmiş durumda. Ancak şu gerçek gözden kaçmamalı; başından beri, Taksim Dayanışma’da dahil olmak üzere, başkaldırı bu iki siyaset tarzının iktidar karşıtı kesimleri arasındaki gerilimli ittifaktan doğdu. Birincisinin uzun süredir sürdürdüğü ancak yeterince güç sağlayamadığı karşı çıkışa ikinci siyaset tarzını temsil eden gençlik büyük bir enerji ile katıldığı noktada toplumun sessiz kesimleri de sürece destek verdi.

Bu tahlil doğruysa bu iki olumsuz koşul değişmediği sürece, Gezi sürecinde ortaya çıkana benzer eylemler önümüzdeki dönemde de Türkiye’nin gündeminde olacaktır. Ancak bu eylemlerin sürekliliği, alacağı örgütsel biçimler, herekete geçirebileceği kitlelerin büyüklüğü gibi konular üç farklı kesimin ve temsil ettikleri dinamiklerin önümüzdeki dönemde nasıl konumlanacağına göre şekillenecek. Birincisi protesto hareketine katılan görece örgütsüz ve gençlerin çoğunluğunu oluşturduğu kitlelerin önümüzdeki dönemde nasıl davranacağı ile ilişkilidir. Asıl enerjiyi sağlayan bu kesimin oldukça heterojen, görece örgütsüz (yer yer de bunu tercih etiği) ve arzuladığı ölçüde siyasallaştığı düşünüldüğünde bu kesimin sürekliliği olan bir hareket(ler)e dönüşmesi güç görünüyor. Ancak siyasallaşan bu kesimin bu özelliğini kolay kolay yitirmeyeceğini düşünüyorum.

Üçüncüsü iktidarın bu süreci nasıl değerlendireceği ve önümüzdeki dönemde kent ve oluşan muhalif cepheye yönelik nasıl bir yaklaşım göstereceği de kent hareketlerinin geleceği konusunda belirleyici olacaktır. Ancak şu çok açık ki, nasıl stratejiler izlerlerse izlesinler, artık kent mekanına yönelik olumsuz müdahalelere yönelenler geçtiğimiz dönemdeki kadar rahat olamayacaklar.

Türkiye’deki mekan siyaset ilişkisini Gezi direnişini dikkate alarak yorumlar mısınız?

Türkiye’de sol bütün farkındalığına karşın kent mekanının taşıdığı siyasal potansiyeli yeterince harekete geçirmedi. Kentsel sorunların siyasal boyutlarını tartışma konusu yapmakla birlikte, siyasetin kendisini mekansallaştırmak konusunda sınırlı başarı elde etti. Mekan siyasetin pasif unsuru olarak kaldı. Gezi Parkı eylemlerinin en önemli kazanımlarından biri mekanın son derece büyük siyasi potansiyeller taşıdığının farkına varılmasına yol açmasıdır.

***

“Siyasal çelişkinin ana eksenini kapitalizmin bugünkü aşamasında da emek sermaye çelişkisi oluşturuyor. Bu çelişkilerin statejik bir boyutu olan kentsel çelişkiyi de bu temel çelişki koşulluyor. Ancak bu iki sınıfın da, aralarındaki çelişkinin de çok katmanlı olduğunu dikkate alan bir kentsel çelişki tahlili ve stratejisine ihtiyaç var. Örneğin çalışan sınıfların emeğine emek piyasalarının dışında da el konuluyor. ABD’de konut kredileri çerçevesinde insanlar devletin de içinde olduğu bir komploya kurban gittiler. Ellerindeki tüm birikim eridiği, konutlarını yitirdikleri gibi, büyük borçlara girdiler. Türkiye’de de uzun süredir konut piyasası en canlı piyasa. Bu süreçte konut kredileri yanında, insanların yaşam boyu yaptıkları birikimler konut sektörüne aktı. Ufukta görünen krizin ilk sonuçlarından biri şişen konut fiyatlarının tepe taklak olmasıdır. Binlerce aile ellerindeki birikim eridiğini ve kandırıldıklarını görecek. Bu ve benzeri türden çok sayıda yeni çelişki alanından söz ediyoruz ve bu konular siyasileştirilmeyi bekliyor. Bu yeni alanların siyasetin konusu haline gelmesi kapitalizmi daha geniş bir kesimin hedefine koymasının da önünü açacaktır.”

Can Uğur
25 Temmuz 2013

Haberin kaynağı için tıklayınız; birgun.net