BirGün: Fantezi değil, gerçek “Devrim bize göz kırptı”- Zafer Aydın

“Sınıf hareketi, halk hareketi Japon gülüne benzer, nerede, ne zaman açacağı belli olmaz” diye toplumsal mücadeleden umudu hiç kesmemek gerektiğine işaret eden analojideki gibi oldu. Hiç kimsenin öngörmediği, ummadığı, beklemediği bir anda Türkiye tarihinin en büyük sosyal isyanı patladı. İktidarı, muhalefeti, liberali, muhafazakârı, devrimcisi, reformisti ortaya çıkan hareketi anlamakta ve adlandırmakta zorlandı. Ekranlarda ve gazete köşelerinde komplo teorileri, sosyolojik analizler, siyasi yorumlar havada uçuşa dursun, toplumsal mücadele kendine açtığı bu yeni kulvardan, çeşitlenen talepler etrafında bazen düşen, bazen yükselen bir tempo ile yürümeye devam ediyor. Bu direnişle birlikte ortaya çıkan dinamik nasıl bir kimliğe, nasıl bir forma dönüşür, ya da dönüşür mü, şimdiden kestirmek zor. Ancak ortaya çıkan gelişmeler üzerine birkaç noktayı vurgulamadan geçmek olmaz.

devrim

Gezi direnişi, daha önce hiç sokağa çıkmamış gençlerle, sokaklarda görmeye alışık olmadığımız kesimlerin (ağırlığı beyaz yakalılar ve onların çocuklarının oluşturduğu bir topluluğun) yaşam tarzını savunma eylemi olarak gelişti. Meselenin görünen kısmında kamusal alanların sermayeye peşkeş çekilmesi karşısında duyulan tepki vardı. Bu açıdan eylemin sosyal motiflere sahip olduğu, neo liberal politikalar karşıtı bir öz taşıdığı da söylenebilir. Ama esas olarak direniş bir kimlik isyanı olarak cereyan etti. İktidarın dini esas alarak toplumsal yaşama biçim vermek istemesi ve bu isteği rahatlıkla dile getirilmesine duyulan kızgınlık, Gezi’ye yönelik şiddetle birleşince aşağıda içten içe biriken tepkinin sokağa dökülmesini getirdi.

Sokaktan yükselen sesler karşısında, toplumun üzerinde mutlak bir hâkimiyet kurma özleminin yara aldığını gören iktidar panikledi ve sertleşti, saldırdı. Saldırdıkça öfke yükseldi, yaşam biçiminin tehlikede olduğu fikri kuvvetlendi ve eylemler büyüdü. Kimliğini, yaşam tarzını savunmak üzere sergilenen direniş, toplum mühendisliği projeleri karşısında bugünden yarına özgürleştirici bir dinamiği temsil ediyor. İstedikleri kadar iktidar olmanın “özgüveni” içinde konuşsunlar bu dinamiği dikkate almadan adım atmaları artık çok zor.

Gezi direnişi, AKP’ye 10 yıllık iktidarı döneminde yaşadığı yıpranmadan daha büyük bir yıpranma yaşattı. AKP’nin güç ilişkilerini devreye sokarak, sokağı bastırmaya çalışması, operasyon, manipülasyon ve kara propagandaya başvurması, açıktan büyük bir rahatlıkla yalan söylemesi AKP’nin kendine vehmettiği ahlakı, vicdanı, adaleti, hakkaniyeti temsil ettiği iddiasının çökmesine yol açtı. Ahlakı temsil edenlerin yalana sığındıkları, çok kolay ve hiçbir sıkıntı duymadan yalan söyleyebildikleri, şiddete arka çıkarak, cana değil cama üzülerek vicdandan, merhametten, insanlıktan ne kadar uzak oldukları ortaya döküldü. İktidarın haksız uygulamalarının ve polis şiddetinin “devlet ve güç” kavramlarıyla normalleştirilmeye çalışılması, güç vurgusunun hakkaniyetin bu kadar önüne geçmesi, şiddetin bu kadar açık bir dille savunulması AKP’nin, seçmeni de dâhil toplumla kurduğu ilişkilerde çeşitli kırılmalara yol açacaktır.

Gezi direnişi, 12 Eylül 2010 referandumu ile vesayet rejimini tamamen ele geçiren AKP’nin demokrasi ve demokratikleşme diye bir derdinin olmadığının en açık, en görünen ifadelerinden biri oldu. Bu aynı zamanda AKP’ye açık destek veren, AKP ile organik ilişkiler içine giren, AKP ile kurdukları politik ortaklığı daha ileriye taşımak isteyen çevrelerde de bir kopuşa yol açtı. Reel sosyalizmin tarih sahnesinden çekilmesini takip eden süreçte, liberalizme meyleden eskimiş “solcular” ile liberal aydınların büyük kısmı AKP’nin yanında durmaktan vazgeçtiler. AKP’nin demokrasicilik oyununda rol üstlenmekten geri çekildiler. Ortaya çıkan çekilme, bu kesimlerin AKP’nin ne kadar çok işine yaradığını da gözler önüne serdi. Onlar olmadan, AKP toplumun önüne doğru düzgün argümanlar üretip tartışma yürütemedi, sefilleri oynadı. Kendine aydınlar arasından muhatap yaratma işine soyunduğunda da bula bula Necati Şaşmaz, Hasan Kaçan ve Hülya Avşar’ı bulabildi.

Sessiz, itaatkâr bir toplum beklentisini kökten sarsacak kadar güçlü eylemlerle, sokağın ve muhalefetin dili, eylem biçimi yeni bir içerik kazandı. Alışılagelmiş, gelenekselleşmiş dil ve tarz bu eylemle birlikte yenilendi, güncellendi. Sosyal medya denilen iletişim mekanizmalarının örgütlenme ve tepki vermede ne kadar etkili olduğu anlaşıldı. Muhalefetin seçtiği mizahi dil, hem eylemlerin meşruiyet çizgisinin yükselmesini hem de fikirlerin büyük bir hızla yaygınlaşmasını, kabul görmesini sağladı. İktidarın saldırgan ve küstah dili, muhalefetin mizahı büyük bir beceriyle kullanan dili karşısında çuvalladı, açmaza girdi.

Bu sürecin bir diğer önemli kazanımı da toplumsal muhalefetin geleneksel hale gelen, spot, bir olaya tepki vermekle sınırlı eylem tarzının aşılmasıydı. Süreklilik ve ısrar içeren bir çizgide yürüyen direniş toplumsal muhalefet için yeni bir yol haritası anlamını da taşıyor. Bu açıdan Gezi direnişi toplumsal muhalefete yerleşik dil ve muhalefet araçlarını yenileme konusunda önemli bir deneyim hediye etti.

Direnişin temel dinamiği hiç kuşkusuz gençlerdi. Eylemin tarzı, dili, inadı, kararlığı, yaratıcılığı, öfkesi, sabrı onların elinde şekillendi. Rejimi, düzeni sorgulayan, doğruların yanlışların tek merkezden belirlenip önlerine konulmasını kabul etmeyen bu gençler; zihinlerde yaşanan büyük dönüşümün, zihinsel bir devrimin habercisiler. Yıllarca bazen inanarak bazen sadece bir umudu diri tutmak adına söylenen “Başka bir dünya mümkün” sloganı Gezi direnişi örneğine yaslanarak artık büyük bir gönül rahatlığı içinde haykırılabilir. Çünkü gülmeyi ve direnmeyi bilen çocuklar geldi. Bu açıdan bakıldığında Taksim’de asılan pankart o yüzden fantastik değil, gerçekçi: “Devrim bize göz kırptı.”

Sosyalistler muhalefet cephesini genişletmeli

Gezi’de ortaya çıkan dinamiğin, toplumsal muhalefetin bundan sonraki yürüyüşünde etkili olabilmesi; sınıf ve Kürt dinamiği ile buluşabilmesine bağlı. Burada rol üstlenebilecek olanlar sosyalistlerdir. Sosyalistler, siyasal iktidarın baskıcı uygulamaları, piyasacı ve otoriter diktatörlüğüne karşı büyük bir muhalefet cephesini ortaya çıkarmanın imkânlarını aramak zorunda.
Emek, meslek örgütlerinden, çeşitli talepler etrafında örgütlenmiş çevre ve bireylere, sosyalist, solcu, sosyal demokrat kesimlere kadar geniş bir kesime şemsiye örgüt işlevi gören Taksim Dayanışması; örgütlenme modeli, karar alma süreçleri, iç işleyişiyle bir model olabilir.

Zafer Aydın
23 Temmuz 2013
Kaynak; birgun.net