Birdirbir: Biji Gezi? – Ragıp Duran

biji-asiti

Mayıs 2013 sonunda Gezi Parkı’nda başlayan muhalefet patlaması ile 1984 ağustosundan bu yana süren Kürt muhalefeti arasındaki ilişkiler tartışma konusu. Gezi Direnişi sırasında Atatürk ve Öcalan posterlerinin barış içinde bir arada yaşamaya çalışması önemli. Daha da mühimi, Lice saldırısının belki de on saat sonrasında, Kadıköy ve Beşiktaş’ta insanların sokağa dökülüp “Diren Lice” pankartı arkasında Lice’deki resmî saldırıya karşı çıkıp kurşunla öldürülen Liceli gençle dayanışması…

Gezi Direnişi aslında ilk başta Kürt siyasî hareketi tarafından öyle çok da sıcak karşılanmamıştı. Hatta açık açık da yazdılar: “Otuz yıldır Kürdistan’da kan gövdeyi götürürken kılını kıpırdatmayanlar, üç ağaç için hemen seferber oldular”, “Gezi’de çok fazla Türk bayrağı var”, “Irkçılar da bu güruhun içinde” ve “Erdoğan İstifa! bizim sloganımız olamaz”… Bu ilk mesafeli, hatta soğuk yaklaşımı hemen kabul etmeseniz de, anlamak mümkün. Kürt muhalefetinin o ilk başlangıcında Gezi’ye uzak duran tutumunun birçok gerekçesi var.

Gezi her ne kadar üç ağaçla başlamışsa da, çok kısa süre içinde olağanüstü toplumsal/ideolojik/kültürel ve siyasal bir halk muhalefeti haline gelip Türkiye’nin tümünü etkisi altına aldı. Kürt muhalefeti, biraz da AKP’nin söyleminden etkilenerek, CHP, Ergenekon, darbe tahlillerine bile yaklaştı, ama neyse ki bu tutum kalıcı olmadı. Kürt muhalefeti, Öcalan’ın İmralı’dan “Gezi Direnişini selâmlıyorum!” mesajına kadar Gezi Direnişinin orijinalliğini, içerik ve perspektiflerini doğru okuyamamıştı. Gezi de ya da Gezi’yle ilgili tüm Türkiye’deki gösteri, yürüyüş ve eylemlerin hiçbirinde Kürt karşıtı bir slogan atılmadı. Üstelik Gezi, medya eleştirisi üzerinden, “otuz yıldır Kürt gerçeğini görememiş olduğunu” da itiraf etmişti. Gezi’deki Türk bayrakları Kürt muhalefetini rahatsız etmiş olabilir, ama devletin bayrağını taşıyan, dolayısıyla resmî ideolojinin bayraktarlığını yapan kesimler Gezi’de hiçbir zaman önder ya da belirleyici konuma gelmemişlerdi. Gezi ruhu, aslında bayraksız bir muhalefet ruhu idi, ama Park Forumlarına kadar, herkes kendi bayrağını açabiliyordu.

Gezi’de kendiliğinden fışkıran gençlik muhalefeti ile Kürt muhalefetinin sımsıkı birleşebilmesi için önemli bir altyapı da aslında vardı: Her iki kesim de ceberrut devlete karşı idi, çünkü her iki kesim de belirli ölçülerde ve farklı türlerde devletin mağdurlarıydı. Gezi’de ilk günlerin sembol ismi Sırrı Süreyya’nın BDP milletvekili olmasının ayrı bir önemi ve anlamı var bu bağlamda. Hele Sebahat Tuncel’in Gezi ziyareti sırasında yaptığı konuşmasındaki “Çapulcularla teröristler birleşsin!” çağrısı da objektif ve sübjektif koşulların olgunluğunu gösteriyordu. (Bu eski terminoloji için özür dilerim, ama yeni nesil bunu nasıl ifade ediyor ya da ediyor mu, bilmiyorum!) Gezi’nin sembol fotograflarından birinde  Atatürklü Türk bayrağı taşıyan bir gençle BDP bayrağı taşıyan bir başka gencin Toma suyundan kaçarkenki görüntüsü de  bize “Biji Gezi!” dedirtecek düzeydeydi. İlk günlerden itibaren Gezi’de çok sayıda Kürt gencinin kişisel siyasal tercihleriyle çadırlarda, meydanda sahneye çıktığını biliyoruz.

Kürt muhalefeti, Çözüm Süreci adı verilen dönemde, Erdoğan’ın iktidarı kaybetme endişesine ortak oldu. “Erdoğan giderse yerine gelecek olanla biz Barış Süreci yürütemeyiz” kaygısı ön plana çıktı. Bu kaygının çok anlamlı olmadığı kısa süre içinde anlaşıldı. Olguları saymak gerekirse, Erdoğan, Sırrı Süreyya’nın İmralı heyetinde bulunmasını veto etti. Mersin’de Kürtlerin “Hükümet adım at” mitingini polisin orantısız gücüyle bastırdı. Erdoğan, Çözüm Süreci devam ederken, Öcalan’dan yine “Teröristbaşı” diye söz etti. BDP ve PKK, Sürecin birinci aşamasının tamamlandığını ilan ederken, Erdoğan “teröristlerin sadece yüzde 15’i çekildi” diyerek ayak sürdü. Murat Belge ile Baskın Oran’ın Akil İnsanlar heyetinden istifa etmeleri ve istifa gerekçeleri de Gezi-Kürt bağlantısı açısından belki de tayin edici.

Aslında başından beri sorunlu, içtenlik yoksunu Sürecin Gezi’den sonra hiçbir şey olmamış gibi sürmesini zaten kimse beklemiyordu. İstanbul’da barışçı gösterilerle demokratik haklarını talep eden yeni ve genç muhaliflere cop, gaz, Toma ile karşılık veren Erdoğan, Kürtlere neden yumuşak ve barışçı davransın ki?

İşin yapısal yönüne baktığımızda da, Gezi-Kürt ittifakının kurulması ve güçlenmesi yolunda bazı engeller var: Bir taraf (PKK), otuz yıldır silahlı mücadele yürüten, lider temelli ve örgütlü bir yapı. Öbür taraf (Gezi) henüz bir aylık, barışçı, lidersiz ve bizim eskiden bildiğimiz anlamda örgütsüz bir yapı. PKK, 1978’de çoğunluğu üniversiteli gençler tarafından kurulduğu zaman, esas olarak, Kürt ulusalcı ideolojisi ile zamanın Marksist/Marksizan yaklaşımlarının sentezini savunuyordu. PKK, ‘80 öncesi dönemde ağırlıklı olarak kırsal, dolayısıyla feodal izler taşıyan bir dünyada doğdu ve büyüdü. Gezi Direnişi ise çok orijinal, çok heteroklit, ama özünde özgürlükçü ve her halükârda kentli ve eğitim/kültür düzeyi açısından da Türkiye ortalamasının çok üstünde bir kesimin meyvesi. Bu farklılıklar, Gezi-Kürt ittifakını imkânsız kılmasa da, zaman içinde iki kesimi birbirine yaklaştıracak unsurlara da sahip. İttifak, laboratuarda iki farklı kimyasal elementi ısıtarak bir araya getirmenin ötesinde/dışında, toplumsal/siyasal bir mekanizma. Karşılıklı etkileşimler ve tavizler, sinerji paylaşımları, ileri-geri adımlarla hayata geçebilir bir ittifak. Gezi’de PKK’de olmayan bir dizi olumlu yan/yaklaşım/öğe var. Keza PKK’de de Gezi’nin sahip olamadığı bazı kozlar mevcut. PKK’nin, savaşan bir örgüt olmasına rağmen çok olumlu ve başarılı bir ittifak kültürü ve tecrübesi olduğunu öne sürmek pek doğru değil. PKK, Kürt siyaset dünyasında şimdiye kadar daha çok hegemonik, hatta tekelci bir güç olarak temayüz etti. Gezi ise, bizim bildiğimiz klasik anlamda siyasî ittifak konusuyla ilgili değil ama, olağanüstü kapsayıcı, kucaklayıcı, birleştirici bir karaktere sahip.

Gezi Direnişinin otuz yıldır gerilla savaşı veren bir örgüte dönüşmesini bekleyemeyeceğimiz gibi, PKK’nin de bu yaştan sonra sadece barışçı kitlesel gösteriler ve gırgır sloganlarla siyaset yapmasını bekleyemeyiz. Zaten olacaksa bu ittifak, belki en az Gezi kadar özgün ve yepyeni bir format içinde doğup büyüyecek.

İki muhalefet dünyasının bir araya gelmesi için aslında çok güçlü ve çok önemli bir faktör var ki, ittifakın önündeki tüm engelleri bir seferde berhava edebilecek kudrete sahip bu kutup: Recep Tayyip Erdoğan!

Ragıp Duran