Biçda: Gezi Gebze’den ne kadar uzak olabilir ki?

Gezi Gebze’den ne kadar uzak olabilir ki? Twitter’da müdahale söylentileri dolaşıyor yine. Henüz bir kaç gün önce “burada böcek gibi zehirleyip öldürecekler hepimizi” cümlenizin nokta mı ünlem mi kararsızlığına sıkışmış o sonsuzluğunda, sokak aralarından birine bırakmışsınız korkunuzu. Ve hepsi bir olup TEM’e barikat kurmuşlar sanki şimdi, geçit vermiyor trafik. Mehmet buralarda bir yerlerde… Çocuklar ne kadar güzellerdi dün akşam, gözleri parlıyordu aç olup olmadığınızı soran kızcağızın. Sanki karnınızı doyurmasına izin verseniz, akşamına bir anlam daha katacaktınız. Fiyakalı ağabey, abla tavırları sökmüyor hiçbirine, hayatın kendisi doğrusal değilken sen hangi doğrudan bahsediyorsun ağabeyciğim/ablacığım. Müdahale söylentileri dolaşıyor yine, o çocuklar orada şimdi, servisteyiz, bir an önce parkta olmamız lazım, ama yine trafik…

Gezi Gebze’den ne kadar uzak olabilir ki? Ya hayaller sığabilir mi o havalı vaatlere? Gelecek, kariyer dedikleri zifiri karanlık içinde bir yerlere saklanıp yaşamı ötelemek mi, takım ruhunun ve rekabetin samimiyetsizliğinde hata yapma korkusunun canavarlaştırdığı sahte özgüveni kusmak mı birbirine? Sevgiliyi ihmal etmek fizik sorularındaki sürtünme kuvvetini ihmal etmek kadar olağan, esnemekten biçimsizleşen yaşamların optik cevap kâğıdı nizamında, jilet gibi ertesi güne başlaması gerektiğini savunanlara göre.

Ve bir gün yemekhanede şarkılarımızı söylemeye başlıyoruz, çay arası dedikodularının merkezi avluları alkışlarla, sloganlarla inliyor. Buranın da yaşam alanımız olduğunu fark ettiriyor. “Hadi çocuklar biraz daha devam edin” diyen gözlerle gülen ağabeyler, ablalar. Sesimize ses veriyor yüzlercesi. İşte Gebze’ye ne olduysa o günden sonra oluyor. Uysallıkla sorumluluklarımız arasında seçim yapmanın zamanı geldi diyor bir ses, yaşam alanımıza sahip çıkalım diye haykırıyor bir diğeri. Hayatımızın büyük bölümünü kaplayan, var ettiğimiz, ürettiğimiz yer bu duvarların griliğine hapsolamaz.

Evet, Gezi Gebze’ye çok yakın artık! Burada, Gebze’de ihtişamlı bir iş yeri kampüsünde, ayak takımının birer üyesi olmaktan onur duyan bizler, haftada üç gün iş yeri forumu düzenliyoruz. Forumumuz öğle aralarımızı anlamlı kılıyor; birbirimizden öğreneceğimiz bilinmezlerin farkındalığı, ötekileştirmemenin özenli diliyle…

Hedef baskıları yok orada, illa bir amaca hizmet etmek zorunda da değil konuşulanlar. Kazanımlar bizleriz, birbirimiziz; daha düne kadar samimiyetsizliğin, yabancılaşmanın, korkunun esaretindeki iletişimimiz. Konuşuyoruz, güncel siyasetten hafta sonu anılarımıza, taşeron sorunlarından parklardaki atölyelere kadar her şeyi. Tanıyoruz birbirimizi, farklılıklarımızı, farkındalıklarımızı keşfediyoruz, aslında ilk defa böylesine biz olabiliyoruz.

Bizler, her alanda katılımcılığın gücüne inanıyor ve bugünümüzü geri kazanmak, geziyi, gezi ruhunu yaşatmak temelinde ortaklaşıyoruz. İşyerinde biz de varız; sokaklarda olduğumuz gibi. İrademize sahip çıkıyoruz, hiç kimse hele gücünü varlığımızdan alan makam sahipleri, hükmedici ağızlarla bize ne yapmamız gerektiğini dayatamaz diyoruz.

Yazının devamında, renkliliğimizi, çok sesliliğimizi ifade edebilmek için, yaşadıklarımızın bize neler hissettirdiğini aktarmaya çalışacağız. İş yeri forumlarının yaygınlaştırılması, yaşamlarımızın her alanında söz sahibi olunabilmesi umuduyla…

gasmask

“(…) Mayıs Devrimi! Çok mu abartılı oldu? O zaman şimdilik devrimin bize göz kırptığını varsayalım. Kapattık eski defterleri; aralarında umudumuzun ve ütopyalarımızın yazdığı nadir sayfaları koparıp aldıktan sonra. Çok eskilerde kalmış görünen devrimlerin, devam eden isyanların bizden hiç uzak olmadığını gördük. İsyan ettik, sömürenlere karşı kinimizi boşalttık meydanlarda, -ama pasif ama aktif- direndik. Korku duvarı aşıldı! Şimdi, kendimize güvenimizi kazanmış bir şekilde, “Neyi, Nasıl, Ne zaman” yapacağımızı konuşmaya, tartışmaya başladık; evde, sokakta, iş yerinde, otobüste… Birlikte ne kadar üretken olduğumuzu, aslında birbirimizi ne kadar az tanıdığımızı ve birlikte ne kadar güzel göründüğümüzü fark ettik. “Umudumuzu kaybetmedikçe ve birlik oldukça bizi hiç bir kuvvet yenemez!” İşte artık bunu biliyoruz ve özgürlüğe yürüyoruz omuz omuza!” (…)”

“(…) İki ay öncesine kadar “tek başıma ne yapabilirim ki” diyen ve en büyük derdi “bu sene terfi alacak mıyım” olan bir plaza çalışanıyken, 31 Mayıs sonrası bir anda tek başıma olmadığımı ve birlik olup gerçekten bu gidişata bir dur diyebileceğimizi gördüm. Aydınlandım, ufkum açıldı, çok yeni kavramlarla ve insanlarla tanıştım. Ülkenin geleceğiyle ilgili umudum var ve artık bir şeylerin değişebileceğine inancım tam. (…)”

“(…) Artık hiç bir şey için umut yokken ve insanların duyarsızlaşmaları doruk noktadayken, “Gezi” hayata dair umudumu tekrar yeşertti. Bir yandan kendimle tekrar tanıştım; hayallerime tekrar kavuştum. Bir yandan da her alanda mücadele etmenin gerekliliğini öğrendim. Sadece havadislere durup ah vah etmek aslında bizi de köreltiyordu. Çünkü toplumdaki herhangi bir haksızlığa karşı durmak, bizi de özgürleştirecekti. “Gezi” özgürlüğün tanımını tekrar yaptırdı bize. Ve bu özgürlük bana artık harekete geçmenin talana, sömürüye, asimilasyona dur demenin gerekliliğini hatırlattı. (…)”

“(…) Bitirdiğim dört senelik mühendislik eğitimi ardından iş dünyasının bireyselliğinde kaybolmak üzere iken, aslında hiç de yalnız olmadığımı fark ettim. Benim gibi düşünen, mesleki ve toplumsal anlamda haksızlık ve eksikliklerden rahatsız olup bir şeyler yapmak isteyen insanlarla buluşup, birey ve toplum için doğru olana ve hak edilene ulaşmak yolunda emek sarf ediyoruz. Gezi parkı isyanını erk sahiplerine karşı halkın başkaldırı ve özgürlük hareketi olarak tanımlamak isterim. Özgürlükten vazgeçmeyerek, anayasal haklarımız doğrultusunda, pasif direniş ve orantısız zeka kullanarak kazanacağımıza ve geleceği değiştirebileceğimize inanıyorum. (…)”

“(…) 31 Mayıs, ülkesine küskün, umutsuz insanlar için bir milat oldu. Ne yapabilirim de memleketi daha yaşanabilir, daha demokratik, daha insana değer veren bir yer haline getirebilirim?  Demokrasi ve hukukun sadece bir kesim için değil, tüm vatandaşlar için çalışıyor olmasını sağlayabilirim düşünceleri oluşmaya başladı. Sokaklara çıkan insanlar gerçekleri çıplak gözle görüp medyanın aslında olayları ne kadar çarpıttığını anladıktan sonra, yıllardır körüklenmiş düşmanlıkların sahteliğini fark ettiler. (…)”

“(…) Gerek üzerinde yaşadığımız bu coğrafyada, gerekse tüm dünyada insanlık tarihi ile birlikte yaşanmaya başlanan zulmün ve adaletsizliğin kendimi bildim bileli farkında oldum. Ve tabi bunca haksızlığa koşulsuzca karşı duran vicdanlı insanların varlığından da haberdardım. Buna rağmen, bu insanların sayısını hep bir avuç olarak nitelendirdiğimden, mücadelenin birlikte yapılmasının önemini yeterince kavrayamamıştım iki ay öncesine kadar. Gezi ile birlikte bu topraklarda birçok insanın aklına gelmeyecek büyüklükte bir kitlenin, sabır ve korku eşiğinin nasıl kırıldığına hayretle tanıklık ettim. (…)”

“(…) Sömürü düzeni içine sıkışıp kalmışsan, Dünyalı olduğun için mecbursan tanıklığına akıl sağlığını tehdit eden adaletsizliğin. Mücadele et veya kaç! Orta Dünya’ya kaç, Forgotten Realms’e kaç. Jedi ol veya Sith. Yeter ki kaç bir sonraki iş günü çarklar arasında öğütülme saatin gelene kadar. Derken bir gün, “her yer direniş!” sesiyle inliyor sokaklar… Kaçmayıp mücadele edenler de var! Sokağa in ve yürü onlarla, “Faşizme karşı omuz omuza!”. Çok iyimser değilsin belki, ama “gerçek” dünya ona bir şans daha vermeyi hak etti. (…)”

“(…) Ötekileştirme, gözaltı tehdidi ve şiddetle terörize ediyorsunuz, bedenlerimizi siper ettiğimiz sokakları. Düşündüğümüz, sorguladığımız, özgürlüklerimizi istediğimiz için… Ama artık hiçbir şeyden korkmuyoruz. Sopalarınızdan, gazlarınızdan, mermilerinizden… Bugün artık her şeyin daha da bilincindeyiz. Sokaktaki kardeşlerimizle bizi bir araya getirerek fark etmemizi sağladınız, hayatımızdan çaldığınızı, bizi birbirimizden uzaklaştırdığınızı. (…)”

“(…) Şu toprak parçasını ekip biçiyorsam, başkaları beni ilgilendirmez; açlık çeksinler daha iyi, ürünümü daha pahalıya satabilirim. Eğer doktor, mühendis, öğretmen ya da memursam, başkaları beni ilgilendirmez; egemenler karşısında yaltaklanıp, onları memnun ederek işimi sürdürebilir ve hatta ilerleyip aralarına karışabilirim. Belki de öğretilmiş bu dünya sanrısı, yerini değişim, dönüşüm anlayışına bırakmaya başlayacaktır yavaş yavaş ve ‘gösteri toplumu’ndaki yerimiz ile köreltilen insanlığımız, ‘içimizde taşıdığımız hapishane’ den çıkacaktır en sonunda. (…)”

“(…) Ben 31 Mayıs’ta Taksim-Beyoğlu’na giderek aslında hem bilmenin ne kadar ağır ve yorucu bir şey olduğunu, hem de bir gücün senin sormaya sorgulamaya bilmeye öğrenmeye çalışmanı istemediği zaman ne derece zor kullanabildiğini öğrendim. Ben öncesinde belki de kurcalamadığım için canımı sıkmayan şeyleri düşünerek uyumamayı, bir birey olarak bir güce karşı nasıl ayakta ve gururla durabileceğimi, fiziksel olarak zarar gördüğümde acımı ilk unuttuğum anda yine hiçbir şey olmamış gibi devam edebileceğimi öğrendim. Her şey daha yeni başlıyor. Önümüzde uzun ve zor bir yol olduğunu düşünüyorum, ama iki ay öncesine göre artık daha fazla soruyor daha fazla biliyor ve daha fazla seviyoruz. Teşekkürler ağaç… (…)”

“(…) Sekiz yıl önce okuduğum şiiri, kalbimin haykıracak direnci bulduğu zamandır gezi direnişi süreci. Ne kadar derine sakladıysam artık direnişin ikinci gününden beri içimden hep bu şiiri söylüyorum tüm kalbimle; koşarken, slogan atarken, içinde sıkı sıkı tuttuğum kırmızı elmam ile yumruğum havada.  %50 si buradaysa kalbimin, % 50 si Gezi’dedir doktor. Gezi Parkı’na doğru akan “halk ordusunun” içindedir. Her şafak vakti kalbim, Dolmabahçe civarlarında biber gazlanıyor. İşte bu yüzden iş kardeşlerim, işte bu yüzden… Şiir: Angina Pektoris – Nazım Hikmet (…)”

Bu yazı “Bilişim ve İletişim Çalışanları Dayanışma Ağı” bülteninde yayınlanmıştır.

3 Ağustos 2013
Kaynak; bilisimcalisanlari.net