Demokrasilerde sandık şeffaf ve kendiliğinden oluşan dengesiyle iktidarı – muhalefeti tanımlayan bir seçim aracıdır. Eğer iktidarları iktidarda tutma aracı haline gelebiliyorsa, sandığın demokrasiyle ilişkisi kalmaz.
2014 Yerel Yönetim seçimlerinin ardından 2015 Genel Milletvekili seçimleri gelecek. Tıpkı 1989 ve 1991 seçimlerinde olduğu gibi; iktidara bağımlı belediyecilik tehdidi ve temsilde adalet ilkesinin ‘çoğunluk istikrardır’ anlayışına kurban edilerek yapılacak 2014 yerel yönetim ve 2015 genel milletvekili seçimleri.
Bu yazının konusu; iktidarın ‘yüzde 10 ya da biraz azaltılmış barajla nasıl bir düzenleme yapılırsa kazanılan milletvekili sayısı arttırılabilir? Daraltılmış seçim çevresi yaklaşımıyla birinci partinin oy oranı düşse bile tek başına iktidar olmayı sağlayacak sayıda milletvekili çıkarılabilir mi?” sorularına örneklerle yanıt aramak. Böyle bir uygulama Türkiye siyasi tarihinde hiç yapılmamış bir şey değil. 1969 seçimlerinde S.Demirel, 1987 seçimlerinde T. Özal bu yolla partilerinin azalan oy oranına rağmen kazandığı milletvekili sayısını artırarak tek parti iktidarlarını sürdürmeyi başarmışlardı. Yapılan iş çok basitti, yapılacak olan seçimin kuralını iktidar -en çok oyu almış parti- lehine değiştirmek. R.T. Erdoğan da öncüllerinin yürüdüğü -ve iktidarı bir dönem daha iktidarda tutmanın ilacı olan- bu yoldan yürümekte, demokrasi anlayışı (!) açısından her hangi bir sakınca görmüyor. Ne de olsa oyun sürerken tek yanlı kararlarla oyunun kuralını değiştirmek, ileri demokrasiye (!) ters düşen bir uygulama da değilmiş gibi görünüyor.
Seçim barajı düşer mi?
B. Arınç, ‘barajı yüzde 10’dan 7-8’e düşürebiliriz’, R.T. Erdoğan; ‘barajı koyan biz değiliz ki, neden biz kaldıralım’ mealinde çelişik görüntüler veren açıklamalar yapıyorlar. Burada mesaj BDP’ye. ‘Barajda 2-3 puanlık indirime razı mısınız, yoksa baraj olduğu gibi yerinde kalır?’ imasıyla BDP’ye “ya razı ol, ya da katlan” mesajı verilmiş oluyor. Çünkü 2011 genel milletvekili seçimlerinde bağımsızların toplam oyu geçerli oyların yüzde 6,58’ine ulaşmış olması, BDP’nin yüzde 6 dolayında bir oy potansiyeline sahip olması biçiminde ele alınabilir.
Son üç genel milletvekili seçimi sonuçlarına ve gelişmelerin genel eğilimlerine bakılınca Türkiye’de siyasetin gelip dayandığı nokta BİR İKTİDAR + BİR MUHALEFET + BİR DE YEDEK olmak üzere üç partili bir sistem oluyor. Dolayısıyla iktidarın ana amacı bu iki buçuk partili yapıyı bozmadan hem sistemi, hem de iktidarını sürdürmek.
BDP’nin parti olarak barajı aşıp meclise milletvekili sokabilmesinin koşulu; sekiz – on ili aşıp yaygın bir dağılımla çok daha fazla sayıdaki ilin seçmeninden oy alabilen bir parti haline gelmesinde yatıyor. Ancak BDP bunu yüzde 7-8’lik bir geçerli oy düzeyiyle gerçekleştiremez Dolayısıyla BDP öncelikle yüzde 10 ve üzerinde bir oy düzeyini hedeflemek durumundadır. Çünkü BDP’nin yüzde 7-8’lik oy düzeyine erişmesi durumunda AK Parti seçim barajını yüzde 10’da korumayı ve fakat BDP yüzde 5-6’lık bir oy potansiyeli yansıttığında da seçim barajını yüzde 7-8’e indirmeyi tercih edebilecektir. Aksine bir uygulama BDP’nin seçim barajını aşarak meclise en az 35-40 milletvekili sokması anlamına gelebilecektir ki, bu da AKP’nin tek parti iktidarını sürdürebilmek için tüm seçim çevrelerinde daha az oyla daha çok milletvekili çıkarabileceği bir seçim düzenlemesine yönelmesinin nedeni olacaktır.
Daraltılmış seçim çevresi = Seçim kazanma çerçevesi
2011 genel milletvekili seçimleri, 81 ilin 78’inde tek seçim çevresinde, 3’ünde ise birden çok seçim çevresinde yapıldı. Seçim çevrelerinden 1 ile 30 arasında değişen sayıda milletvekili seçildi. 2011 seçimlerinde BDP’nin yüzde 10’luk seçim barajını aşma olasılığı olmadığı için bu partinin milletvekili adayları seçime bağımsız olarak katılıp meclise girmeyi de başardılar. 2015 seçimlerinden Kürt partisi BDP’nin oylarını yükseltme ve/ya da Halkların Demokrasi Partisi (HDP) olarak seçime katılıp barajı aşma olasılıkları gündeme gelince, AKP barış süreci göstermelik demokrasi adımı çerçevesinde seçim barajını 2-3 puan düşürme belirtileri vermeye başladı. Çünkü HDP yaklaşımı özellikle büyük şehirlerde sol seçmenin desteğiyle 2011 seçimlerinde 3 sosyalisti meclise milletvekili olarak taşımayı başarmıştı.
AKP’nin kendi dışında gelişen bu yaklaşım seçim barajını geçen parti sayısının artma olasılığını gündeme taşırken, AKP milletvekili sayısının azalmasına neden olabilecek bir uygulamaya dönüşme tehlikesi yaratmış da oluyor. Dolayısıyla AKP tek başına iktidar olma şansını yitirebileceği için seçim sistemi yoluyla alınabilecek önlemler üzerinde çalışıp, öncüllerinin (Demirel, Özal) uygulamalarına sarılıyor.
Yüzde 10’luk ya da aynı işlevi görecek yüzde 7’lik seçim barajını aşan parti sayısının artmasına sınır getiremediği durumda işlevini önemli oranda yitiriyor ve en çok oyu alan partinin tek başına iktidara gelmesini garanti etmiyor. Bu durumda barajı aşan partiler arasındaki milletvekili dağılımını etkileyecek seçim çevresi düzenlemelerine gereksinim doğuyor. İşte daraltılmış seçim çevresi yaklaşımının temelinde de bu düşünce yatıyor.
Şimdi daraltılmış seçim çevresi yaklaşımının doğuracağı sonuçlara ilişkin bir kaç örnek vererek ortaya çıkabilecek dağılım sergilemeye çalışalım. Varsayalım ki daraltılmış seçim çevresi tanımında bir seçim çevresinin çıkarabileceği milletvekili sayısı en çok 6 olsun (Özal’ın 1987 seçimlerine ilişkin seçim sistemi düzenlemesinde olduğu gibi).
- Bursa bir örnek olarak ele alınacak olursa, 18 milletvekili çıkaran bir il olarak 3 seçim çevresine bölünür. 2011 seçimlerinde barajı aşan üç parti 18 milletvekilliğini 11 – 5 – 2 olarak üleşmişler. Diyelim ki Bursa genelinin oy dağılımı yaklaşık aynıyla 3 seçim çevresinde de yansıdı. Bu durumda milletvekilliğinin partilere dağılımı 12 – 3 – 3 şeklinde gerçekleşecek. Böylece Bursa’da daraltılmış seçim çevreleri düzenlemesi ortadaki partinin 2 milletvekilliği kaybına karşı diğer iki partinin birer milletvekilliği daha kazanacak.
- Gaziantep’te 12 milletvekilliği üç parti arasında 9 – 2 – 1 şeklinde dağılmış. Seçim, mevcut oy dağılımıyla 2 Daraltılmış bölgeyle yapılmış olsaydı milletvekillerinin partilere dağılımı 10 – 2 – 0 biçiminde olacaktı. Yine kazanan en çok oy olan parti, fakat bu kez milletvekili kaybına uğrayan üçüncü parti olacaktı.
- 2011 seçimlerinde Adana’nın 6 – 4 – 3 – 1 şeklinde parti ve bağımsızlara dağılan 14 milletvekilliği, ilk seçim çevresinin 6 ikinci ve üçüncü seçim çevrelerinin 4’er milletvekili çıkarması durumunda bağımsız milletvekili meclise girme şansını yitirirken en çok oy alan parti 7, diğer iki parti ise 4 – 3 milletvekilliği kazanacaktı.
- 14 Konya milletvekilli 2011’de partiler arasında 11 – 1 – 2 şeklinde dağılmıştı. Ama bu dağılım iki seçim çevresinden 5’er, bir seçim çevresinden 4 milletvekili seçilecek şekilde daraltılmış bölgelere göre yeniden hesaplanırsa 14 milletvekilliğinin tümünü en çok oy alan partinin tek başına aldığı görülüyor. Seçim çevreleri 6, 4 ve 4 milletvekili çıkaracak şekilde düzenlendiğinde ise dağılım 13 – 0 – 1 şeklinde gerçekleşiyor.
Yukarıda 4 ile ilişkin verilen örnekler yoluyla, daraltılmış seçim çevresi yaklaşımının iktidarın kazandığı milletvekili sayısını 37’den 43’e nasıl çıkardığı sergileniyor. Bu süreçte ikinci parti 3, üçüncü parti 2 ve bağımsızlar da 1 milletvekilliği kaybetmiş oluyor. Ancak bu dağılım iller ölçeğindeki oy dağılımlarının seçim çevrelerinde de geçerli olması durumunda söz konusu. Ayrıca, illerdeki seçim çevreleri düzenlemelerinde (T.Özal başkanlığındaki ANAP’ın iktidarı döneminde yapıldığı gibi)
→ seçim çevrelerinin iktidarın yararına olacak,
→ seçim çevresi düzenlemesi iktidarın lehine olacak biçimde düzenlenemiyorsa, o seçim çevresinde güçsüz olan muhalefet partisi lehine olacak,
→ düzenleme en güçsüz muhalefet lehine olacak biçimde de yapılamıyorsa, seçim çevresi ağırlıkları kaydırılarak toplam ilin iktidar lehine olması sağlanacak biçimde sınırlar üretilmesi, o ilden çıkacak milletvekillerinin partilere dağılımımda önemli farklar ortaya çıkaracaktır.
1969’da Demirel, 1987’de Özal seçim sistemi düzenlemelerinden yararlanarak nasıl tek parti olarak iktidarlarını uzatma girişiminde başarılı olmuşlarsa, 2015’de de R.T. Erdoğan da bu girişimlerinde geçici bir başarı yakalayabilir. Ya da başarı yerine hüsran da üretebilir bu girişim. Ama bu başarıysa eğer, sözü edilen başarı (!) kaybetmekte olduğunun bilincinde olarak, denize düşerken yılana sarılmak gibi bir başarıdır ancak.
Demokrasi ve Sandık
Demokrasilerde sandık belirlenmiş oyun kuralları üzerinden, iktidara ve muhalefete eşit uzaklıkta duran, şeffaf ve kendiliğinden oluşan dengesiyle iktidarı – muhalefeti tanımlayan bir seçim aracıdır. Eğer bu araç tek başına iktidarların tanımlarıyla biçim ve içerik değiştiriyor ve iktidarları iktidarda tutma aracı haline gelebiliyorsa, o sandığın demokrasiyle ilişkisinden pek de söz edilemez.
Umalım ki Türkiye’de yakın geçmişte yaşananlar, yaşanacak olanlara örnek oluşturmasın. Ve de biz demokrasiyle sandık ilişkisinin sağlıklı örneklerini de görebileceğimize inanabilir hale gelmiş olalım.(ST/HK)
Sezgin Tüzün’ün Seçim sistemi yazıları
- Yeni Düzenlemelerin Yerel Yönetim Seçimlerine Etkileri [05 Ağustos 2013]
- Seçim Sistemi Düzenlemesi İktidarı Garantiler mi? [29 Temmuz 2013]
Sezgin Tüzün
12 Ağustos 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; bianet.org